Bez Pabuç

9 Ekim 2025. Bugün ilginç bir şey oldu…

Annemin durumu değişmese de onunla ilgili bir şeydi bu. Halbuki bugün aklımda bambaşka bir şey vardı yazmak için. Dışarıda yağmur ve ısı 15 derece olduğundan, Bodrum’dan apar topar gelirken çantama sıkıştırdığım kılık kıyafetlerim hakkındaydı. Bu fikrimden vazgeçmiş değilim. Zira İstanbul’dan paylaştığım notların odağı annemken, zamanla biraz daha geri planda, burada yaşadıklarımın zemini olmasını istedim. Bu, isyanımın ve öfkemin sönmeye başladığının işareti de olabilir. Fakat yapmaya çalıştığım biraz daha hayata odaklanarak düşünmek.

Yine de hapishanede çetele tutar gibi İstanbul’da geçen günleri saymaya devam edeceğim.


Bavulsuz Hayat ve Bez Pabuçlar

Evden çıkarken, yağış ve düşen sıcaklık üzerine düşünüyordum dedim ya! Daha ne kadar idare edebilirim? Hangi noktada mont, kazak veya doğru dürüst ayakkabı almalıyım diye sorular sordum kendime. Zira Bodrum’dan gelirken sırt çantamda; üç tişört, iki çift çorap, iki şort, bir kot pantolon, bir sweatshirt ve beş iç çamaşırı vardı. İç çamaşırı önemlidir. Diğerlerini üç dört gün giyebilirim ama iç çamaşırı sık değiştirilmesi gerekir. Çıktığım tüm seyahatlerde çamaşır sayısı, kıyafetlerden hep daha fazla olmuştur.

Bavul işini bırakalı yıllar oldu. Özellikle bisiklet hayatıma girdikten ve uzun yollara düştükten sonra üç beş parça eşyanın yettiğini tecrübe etmiştim. Eskiden de "gündüz şunu, gece bunu giyerim" gibi bir kültüre sahip olmadığımdan bavul epeyce önce çıkmış olmalı hayatımdan.

İster iki üç, ister on onbeş günlüğüne seyahate çıkayım, sırt çantası veya bisiklet heybem yeter. İkisinin hacmi aynıdır. Bu konuda rekorum, yola çıktıktan sekiz gün sonra Bodrum’a vardığımda, bisiklet heybemdeki üç beş kıyafetle tam sekiz ay yaşamıştım. Bununla inceden bir gurur duyarım. Kiraladığımız ev bir türlü bitirilemediğinden, kolilenmiş eşyalarımız da doğal olarak İstanbul’da bir nakliye deposunda bekledi. Annemin Gerişaltı’ndaki evi bir süre yuvamız olmuştu. Kıyafetlerimi yıkayıp yıkayıp giymiştim.

"Ya oğlum gidip alsana bir yerden kıyafet mıyafet!"

Bu eve kiraladıktan 8 ay sonra taşınabilmiştik.

O gün bugündür yaşamaya devam ediyoruz.


Annemin Büyük Kıyağı

En büyük hayali, babamın emekli olmasıyla daha düz ayak, kemikleri ısıtan bir yerde yaşamak olan annem, babamdan bir hareket görmeyince Antalya’da bir ev tutmuştu. "Yuvayı dişi kuş yapar" misali önden bu adımı atarsa kocasının da ikna olacağına inanıyordu. Babamsa, "Hevesini alsın" diyerek karışmamış, hatta "Arada gider gelinir" diye düşünmüştü. Bir müddet annem tam, babam yarı zamanlı Antalyalı olmuşlardı. Bizim Hülya ile Bodrum’a taşınmaya karar verdiğimiz dönemle annemin Antalya’da kök salmaya başladığı dönem bir noktada çakışır. Baktı babamdan hayır yok, bari oğluma hayrım dokunsun diye bir gecede Bodrum’a taşındı. “Madem bir ayağınız Bodrum’da olacak, otel odalarında sürünmeyin!” demişti. Sahiden de hem Bodrum’u tanımak, hem de hayalimizdeki evi aramak üzere sık sık gidiyorduk. Taşındığımızın ilk sekiz ayı gerçekten yuva olmuştu annemin evi. Bize yaptığı en büyük kıyaklardan biridir.

Annemle Bodrum'da
Gerişaltı - 2014

Kışlık Kıyafet Sorunsalı

Neyse konuya döneyim. Evden çıktım, telefon çaldı. Kardeşimdi arayan… Ben nasıl hastaneye gitmeden yağmuru, rüzgarı, soğuğu hesaplıyorsam, kardeşim de yolların durumu, trafik ve zaman denklemine dikkat ediyor. Benim Mecidiyeköy’den hastaneye ulaşmamla onun Çekmeköy’den varması farklı matematik sahiden de. Mobil uygulama artı kırk beş dakika veriyormuş. Köprü ve bağlantı yolları kırmızı görünüyormuş. Bir de bunun dönüşü var tabii. Süre “35 dakikaya düşerse atlar gelirim” dedi.

Tabii ben de kendi derdimi paylaştım. Bodrum’dan gelirken çantama sıkıştırdığım pantolon ve sweatshirt, hava 16 derecenin altına inerse şort tişört giymekten farkı kalmayacak. Neyse ki burada polar bir ceketim varmış. “Onu geçirdim” dedim üstüme. Şemsiye altında kuru tutarsam sorun yok. Asıl derdim bez pabuçlarım. Burunları ıslandığında hem ayağımı üşütür hem de kurutması zor olur.

“Ya abi girip alsana bir yerden ayakkabı, mont ve yağmurluk!”

En son kendime kıyafet olarak ne ve ne zaman aldım hatırlamıyorum. Hülya eğer "Hep aynı şeyi giyiyorsun!" demeye başlamışsa (mesela tişört), bilirim ki yenisini alacak. Bana kalsa üstümde eriyene dek giyerim. Bodrum’a da bu kafayla gelmiştim zaten. Eski çizimlerimi bilenler kendime ne vaat ettiğimi bilirler. Bir sözüm var, onu tutuyorum.

That's the dream of mine - 2013

Talking to myself - 2014

My Kingdom - 2013

Mesela şu an hiç takım elbisem yoktur. Liseden sonra ilk kez, kardeşimin düğününde, zorunlu olduğu ama daha çok babam istediği için smokin giymiştim. Onu da rahmetli beğenip almıştı zaten. Babam yerine göre giyinmeyi ve şık olmayı önemserdi. O kuaför salonuna öyle tişört, şort girmemizi istemezdi. Saç ile ilgili fuarlara, şovlara gittiği yurtdışından kardeşimle bana şık gömlekler, ayakkabılar alırdı. Bizi iki dirhem bir çekirdek gördü mü mutlu olurdu. Bazen de durup dururken koltuğundan fırlar, “Hadi gidip size gömlek pantolon alalım!” derdi. Onun içimize yerleştirmeye çalıştığı bu kültür benden çok kardeşimde çalışmıştır. Son takım elbisemi ise babamın cenazesi için almıştım. Yıllar yıllar sonra yine bir düğünde aynı takımın ceketini giyeyim dedim, düğme iliklenmedi.

Hayatım boyunca da “Dur şuradan bir takım elbise bakayım!” demediğim gibi, mağazada ceket, gömlek, kemer, kravat denerken hâlâ hayal edemiyorum kendimi.

Coka spring summer 2013 - 2013

Alışveriş ile ilişkimi de başka bir bölüme saklayayım. Fakat öyle hesapta olmayan harcamalara girmeden önce epey düşünmem, kıvranmam gerekir. Yeni kıyafet/ürün/eşya ihtiyacım var mı? (Kabul ediyorum, şu an hava koşullarına uygun kıyafetlere var) Gerekli mi? Ertelenebilir mi? gibi bir dizi soru nasıl hareket edeceğimi belirler.

“Ya abi girip alsana bir yerden ayakkabı, mont ve yağmurluk!” deyince “Bakarız,” dedim biradere… Az para mı? Kaba bir hesapla kışın yakacağım bir buçuk ton odunun ederine karşılık geliyor. Hemen öyle iki kuruşun hesabını yaptığım fikrine kapınılmasın. Kaldı ki devir kuruşun hesaplanması gerektiriyor.

Fakat 2 yıla yakındır da kendi isteğimle çalışmıyorum. Otuz yılı aşkın süredir müşterilerime tasarım hizmeti verdim, ajans temposunda günümü geceye kattım. Bu da beni çok yordu. Emekli olduktan sonra arada freelance işler de aldım fakat müşterilerim ellerinde dünyanın en önemli ürünü/markası/hizmeti olduğuna dair yıkılmaz inançları, bana ödemekten çekindikleri ücretten çok daha büyüktü. İyi, hızlı, ucuz üç ayağına oturtmakta ısrarlarından çalışma hayatım boyunca hiç vazgeçmediler. Ucuz ve hızlı iş iyi, iyi ve hızlı iş ucuz olmaz… Otuz küsür yıl bunu anlatmaya çalışmak her zaman daha yorucu oldu. Aynı üç ayağı -bağlamdan kopuk olacak ama- Bodrum’da tatil yapmayı planlayanlar için de kurabilirim. Ucuz, temiz ve denize sıfır otel önerisi isteyenlere sadece ikisini seçin derdim. Ucuz ve temiz otel deniz kıyısında, deniz kıyısında ve temiz ucuz, ucuz ve deniz kıyısında otel de temiz olmaz. Galiba çok uzattım. Ez cümle eskisi gibi düzenli bir gelirim yok ve hesap etmeden hareket etmiyorum. İşte bu nedenle, hastaneye gidene dek bez pabuçlarıma dair bir yazı yazmaya çalıştım kafamda.

Yoğun Bakımda Beklenmedik Bir Ses

Metrodan çıkıp, hastaneye yaklaştıkça klasik olarak kalbim sıkışmaya başlıyor. Annemi nasıl göreceğime dair endişe oturuyor göğsüme. Kafada dolaşan düşüncelerin arasından zemine düşüyorum. Ama dediğim gibi, bugün ilginç bir şey oldu.

Başında doktorun gelmesini beklerken, zor nefes alıyorken annem, gözü açık bakmıyorken, tüm hastaların başındaki dijital sinyallerin, oğluna, abisine, annesine seslenenlerin arasında, boynunda yaka kartından doktor olduğunu tahmin ettiğim ve daha önce hiç görmediğim bir bey doğrudan annemle benim yanıma yaklaştı. Normalde her zaman ki yoğun bakım doktoru Özlem hanım içeri girer, annemin yattığı yedinci yatağa dek sıra atlamadan dolaşıp tek tek bilgi verir.

“Geçmiş olsun. Gülgez annenin nesi oluyorsunuz?” Önce bir şaşırdım. Gülgez anne mi?

“Sağ olun… Oğluyum,” diye cevap verdim.

“Sabah toplantıda adı geçince, annenizi tanıdığımı söyledim doktoruna.”

“Annemi tanıyor musunuz?”

“Evet! Gülgez anneyi kısa bir süre çalıştığım Ekolife’tan tanıyorum. Tabi o zamanlar yürüyordu. Herkese sarılır, güzel sözler söylerdi. Sonradan bir başka ziyaretimde öğrenmiştim mobilitesini kaybettiğini… Bu arada ben Buğra (Soyadı silinmiş zihnimden).”

Epey bir sohbet ettik Buğra Bey ile. Durumunu anlattım. Kendisi de bilgi almış doktorundan. Karar verilirse trakeostomi operasyonuna gireceğini söyledi. “Bu onu biraz rahatlatacak” dedi. Biraz kinayeli bir ses tonuyla “Rahatlatacak mı?” diye sordum. Ne demek istediğimi anlayınca hemen söze girdi.

“Gülgez anneyi arada uyanık tutmamız gerek zira öksürük, hapşırmak gibi hayati refleksler bize solunumunu kendi yapıp yapamayacağına dair ipuçları verir. Ne yazık ki Gülgez anne solunum konusunda bir ilerleme gösteremiyor. Alzheimer ve demans gibi rahatsızlıklarda hastanın bazı fonksiyonları yerine getiremiyor olması domino taşı etkisi yaratır. Beyin işlevini göremez. Unutmak, konuşamamak, yutkunmayı becerememek, yiyememek, solunumu unutmak bunun sonucu. Gülgez anne bunu makineden bağımsız yapabilsin diye yoğun bakım elinden geleni yapıyor.”

Biraz suskunluk oldu. Anneme baktım. Gözlerini ve nefes alış verişini izledim. “Çok yoruldu ama!” dedim. Buğra Bey de derin bir iç çekerek…

“Biliyorum şu soruyu soruyorsunuz; buna yaşamak mı denir? Size sonuna kadar katılıyorum, denilmez. Ama benim fenni görevim Gülgez anneyi hayatta tutmak. Tıpkı burada onunla ilgilenen doktorlar gibi. Onun nefes almasına yardım edilecek, izleyip, görecekler. Gülgez anne harika biri, siz de ona harika bir bakım olanağı yaratmışsınız. Biz de üzerimize düşeni yapıyoruz. Merak etmeyin ben de durumunu takip edeceğim. Geçmiş olsun….”

Annemi tanıyan ve onu seven bir doktor ile konuştuğumdan mıdır, ya da ilk kez net bir bilgilendirmeyi ilk elden aldığımdan mıdır bilmiyorum; kendimi daha iyi hissettim. Öyle ki annemin cildini bile düne göre daha iyi gördüm. Hastaneden adını koyamadığım bir duyguyla ayrıldım. Bir sigara yakıp kardeşime anlattım olan biteni. Sonra da bakımevine rapor verdim.

Eve gelene dek bez pabuçlarımın uçları ıslanmış, ıslanmamış umursamadım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Annemin Yolculuğu

Kirazcı Baba