Kayıtlar

Nisan, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gündüz birası / Pejmurde

Resim
Mimar Sinan Üniversitesi rıhtım arkadaşlarımızla sık sık bir araya geldiğimiz bir yerdi. Güzel bir öğlen güneşinin altında keyifle muhabbet ediyoruz. Yaş 22-23. Okulun rıhtımında hayal kurmak için her koşul oluşmuş vaziyette. Hava güzel, ışık güzel, gazozlar soğuk, güneş gözlükleri takılmış. Hani oracığa yayılıp hiç konuşmasak da olurmuş ya neyse. Konu da, 60 yaşımızda neyiz, nerede ve ne olacağız... Dürüst, yalın ve elbette gerçekleşebilecek hayaller kuruluyor. Biri teknesinde yaşamak istiyor. Öteki, güneyde evinin bahçesinde torun seviyor. Diğeri, mümkün olursa Avrupa'da olmalıyım diyor. Beriki, çiftlik evinin bahçesiyle uğraşıyor. Bana sıra gelene dek duyduğum tüm senaryolar güneş ile birlikte iyice gevşetiyor hepimizi; ağızımızın suyu akıyor. Ya tersi olursa düşüncesi nasıl gelip aklıma oturdu bilemiyorum ama benim hikayem, omuza alınmış parlak kumaştan eski bir Adidas eşofmanla canlandı kafamda. Topuklarına basılmış çok eski bir ayakkabının içinde ayaklarım. Saçlarım u

Blogtalk

Resim
Geçtiğimiz Şubat ayında Grizine 'nin hazırlayıp sunduğu Blogtalk programında Saliha Yavuz'un (ve gıyabında Papatya Tıraşın'ın) konuğu olmuş, bir saat boyunca çizmekten, kaçmaktan, Galata'dan, rakıdan aklımıza ne geldiyse konuşmuştuk. Kayıt elime geçer geçmez blog da yayınlayacağımı söylemiştim. Açılışı Janis Siegel, Bei Mir Bist Du Schon ile yapıyor. Sohbet arasında dinleyecekleriniz ise benim seçtiklerim. Vaktiniz olursa, bir saatlik güzel bir mola... Keyifli dinlemeler...

İstanbul'un saksısı

Resim
Bu şehrin, her şeyden uzaklaşmak için gidilebilecek en iyi ve en yakın yerleri nereleri diye sorulsa, sayacaklarımın içinde Belgrad Ormanı mutlaka olurdu. Ben büyüdükçe, küçüldüğüne inandığım orman, 130 yıl içinde sahiden de üçte bir oranında küçülmüş; "Belgrad İçin Hareket" sitesine göre orman alanı 1840’larda 12.000 hektarken, 1870’te 7500 hektara gerilemiş. Bugün ise 5524 hektarlık bir alana sıkışmış. Çocukken babam götürürdü beni. Sonra da ben onunla gider oldum. Meşe palamudundan düdük yapmayı da orada öğrendim. Kabuğu, doğru tutup üflendiğinde, tiz ve berrak bir ses çınlar. Tek başıma da olsam, arkadaşlarımla da gitsem sonraki yıllar zemini örten yaprakların arasında hep bir meşe palamudu arar oldum. Çünkü düdük yapmayı öğrenirken, babam o kabuğa nasıl üflediyse artık, çıkardığı ıslık içimde bir ize dönüşüverdi. Parkur ıslah(!) edildiğinden beri nadir gittiğim ormanda, arasında meşe palamudu arayacağım yapraklar yerine, ayaklarımın altında, kırık kiremit taşları