Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bodrum'un kışı üzerine düşünmek

Resim
Bir dönem sobayla ısınmış kuşaklar çok iyi hatırlar. Soğuk, kapının eşiğinde nöbet tutardı. O soğuk ki odadan dışarı adım atıldığında, insanın içine içine üflemek, buz gibi bir tokat atmak için beklerdi. Koridor boyunca her adımda güçlenir, güçlendikçe daha da hırpalardı. Hele hele sabahları, özellikle banyo hatırlarsanız, evin en soğuk noktasıydı. Kim bilir kaç senedir doğalgaz kullandığımızdan bu müstesna duyguyu unutmuşum. Şömine ilk kez yakılacağından bacayı test ettim. Her şey çalışıyor. Yalıkavak 2013 İstanbul'dan kaçmakla, güneyde yaşamak arasında koskoca bir fark var. İçinde bulunduğum yılın son 10 gününü bunu düşünerek geçiriyorum, geçireceğim. Çünkü her şeye İstanbul üzerinden, İstanbul'la karşılaştırarak bakmak gibi bir yanlışı sürdürüyorum. Elbette bu reflekse dönüşmüş bir şey ve bundan pıt diye kurtulamaz insan. Şehir bizi öyle köşeye sıkıştırmış ki bu kısa süreli kaçışlarda istem dışı hareket ediyoruz. Ben de zaman zaman yapıyorum, yanlış oluyor. "B

Sandviç ekmeğine çift kaşarlı tost

Resim
"Gel gidip tost yiyelim" dedi. Saat beşi geçiyordu. Karanlıktan hemen önceydi ve ayaz iyice çökmüştü. Pırıl pırıl bir hilal göğe yerleşmiş, Levent'in, etekleri sigara kokan gökdelenlerinin arasında her zamankinden daha parlak duruyordu. Ofisle büfe arasındaki birkaç yüzlük adımı ve rahatsız bar tabureleri üzerinde, tostlarımız gelene kadarki zamanı işten güçten, havadan sudan konuşarak geçirdik. Dertleşmekti diyelim. Tam da tostların yarısına gelmiştik ki asıl konu açıldı. Midyeler su kaynadıkça nasıl açılıyorsa öyle, kendiliğinden. Bir Bodrum bileti! Ne eksik, ne fazla, güncemde ne yazıyorsam o kadar açık, o kadar istediğini bilir bir şekilde anlattım. Hayatımın geri kalanını Bodrum'da yaşamak istediğimi, daha önce ayak üstü de olsa söylemiştim. Detaylı konuşmak üzere sözleşmiştik. Üzerinden bir buçuk ay geçmişti. İşte bu akşamüstü hayallerimin bir heves olmadığını, sınamak istediğimi birkaç yıldır nasıl hazırlandığımı tekrar ettim. Bir sürü insanın bir dolu hi

2013'te neler oldu?

Resim
"Yine el ele oturduk masaya. Büyükçe bir balığı arkadaş ettik 20'liğin yanına. Yeşilden salatamız bol limonlu. Azcık soğandan ne çıkar deyiverdik. İnsanlar geldiler geçtiler yanımızdan, kırmızı kukuletalar takmışlardı. Her yer süslenmiş, müşterilerini bekliyordu. Kızarmış ekmeklerimiz koktu çarşıya. Yudumladık rakımızı, çokça suyu boca ettik boğazımızdan aşağı. Yine bolca muhabbet ettik. Tekrara düşmekten de çekinmeden ve her seferinde güldük. Kimse kimseyi bozmadı. Yine aşık oldum. Çünkü çok güzel baktı bana. Ben 2013'e ilk onun bakışlarında girdim. Sonra her yudumda..." Bu yazıya 2013'ün ilk yazısının, final paragrafıyla başlamak istedim. Hülya ile rakımızı içip balığımızı yedikten sonra yeni yıla, dostumuz Evren'in küçük ev partisinde merhaba demiştik. Yeni yıl aynı zamanda herkes için beyaz bir sayfa açmak anlamına geldiğinden, klişeyi bozmak istemedim. Pek "yapılacaklar listesi" hazırlayan bir adam olmasam da yapacaklarımı listelediğim bir

Kaçmak üzerine dertleşme

Resim
Kaçmak ile ilgili bir cümle kurarken aslında ne kadar kuvvetli bir sözcüğü seçtiğimi fark etmemişim. Aldığım yorum ve tepkilere göre bunu göç etmek veya yer değiştirmek diye kıvırdıysam da "kaçmak" kelimesinden kaçamadım bir türlü. Konu açıldığında kiminle konuşsam birkaç dakika içinde sanki hipnotize oluyor, kaçmak fikrinden büyüleniyorlardı. İnsanların peygamberlere inanmasının altında kendi tembellikleri yatıyor olabilir diye düşündüm. Çünkü ne yapacağını bilmemek, kötü sayabileceğimiz her şeyden berbat bence. En büyük iç sıkıntılarımın ne yapacağımı bilmediğim anlarda ortaya çıktığını hatırlıyorum. Dolayısıyla, kendisi için hiçbir şey yapmadan bekleyen kimseler, nedense benim kaçışımı çok ciddiye alıyor. Çünkü onlar için de "kaçmak" çok büyülü bir sözcük. Onlar da gitmek istiyor, hayaller kuruyorlar; hep yaptıkları gibi kımıldamadan.. şimdi de beni bekliyorlar. Bodrum Bu şehirden ayrıldığım ilk günkü yazımı okuduklarında kalpleri eriyecek o kimseler, bek

Boo Dergi röportajı

Geçtiğimiz ay Asmalı Cavit'te buluştuğumuz Kamer Yılmaz ve Rıza Şahin ile yaptığımız söyleşi çok sevdiğim Boo Dergi 'de yayınlanmış... Ben de buradan duyurayım istedim. Kamer, Rıza ve Alper'e çok çok teşekkürler.

Yemek

Resim
Tek başıma yaşadığım dönem ve çalışma hayatım boyunca geçerliliğini koruyan yegane şeylerden biri, ofisten saat 7’de çıktığımda aç kaldığım gerçeğidir. Bunu iki şeye bağlamam mümkün; ilki, yemek yapmaya kalkıştığımda masa başına 8-9 gibi geç saatlerde oturmak istemiyor olmam. İkincisi ise, alışveriş alışkanlık ve davranışlarım. Buradan devam edeyim. Püskül'le akşam yemeği Dolapta çokça şey çürütüp vicdanen rahatsız olduğumdan beri, toplu alışveriş faslını terk ettim. İhtiyacım kadarını almak yetecekti. Böylece hem her şeyi taze tüketebilecektim hem de kalanını dolapta çürütmemiş olacaktım. Gel gör ki, ofisten saat 7’de çıkılınca, markette, özellikle sebze-meyve adına pek bir şey kalmıyor. Kalanlarsa kendinden geçmiş oluyor. Arasında iyilerini aramak çöp karıştırmaktan çok farklı değil. Roka demetleri hem küçük hem kendini salmış oluyor. Gün boyu marketin kralı olan domates, suyunu bırakacak yer arıyor. Meyveler desen sineklenmiş... Kısacası işim çok zor oluyor. Güzel bir

Bir toplantı notu

Resim
Geçtiğimiz Cuma söz konusu toplantı olmasaydı belki de bu yazıyı yazmayacaktım. O sunum sayesinde tam da kafa dağıtacak, laf aramızda romantik geçecek bir şehir dışı programa katılmayıp, uzun bir aradan sonra ilk kez gece ofiste çalıştım. Sunumun hazırlanmasına katılmış olmak, beni de toplantı ekibine dahil edince yazıya konu olacak asıl mesele ile yüzleşmem kaçınılmaz oldu. Eğer toplantıya katılmamış olsaydım haftasonunu Hülya ile Fethiye'de geçirecektik. Toplantı ile ilgili stok fotograflarda herkes şık ve mutlu gözüküyor. Sunum kadar önemli ikinci bir şey varsa o da toplantıda nasıl göründüğündür. Hele bu toplantı yeni müşteri ile tanışmak ve onlara ilk kez bir şey sunmak için organize edilmişse durumun önemi 2 kez artar. Görünümün, sıcak davranışların toplantı atmosferini, ortamın kimyasını etkilediğine inanılır. Sakallar kesilir, saçlar taranır, kokular sürülür. Kadınlar erkenden fönlerini çektirip makyajlarını yaparlar. En şık kıyafetlerden kombinler yapılır

Cepten yenen bir Bodrum yazısı

Resim
Aslında bu yazı belki de yaşamayı hayal ettiğim yerden, Bodrum'dan yazılmalıydı. Hatta bir akşamüstü olması büyük ihtimaldi. İnce tül gibi gri bulutların üzerini örttüğü Yalıkavak'ta, annemin evinde camın önünde otururdum. Muhtemelen üst katta olurdum. Çünkü buradan manzara daha güzel. Yağmur başımın üstünden henüz geçmiş bile olabilir. Camlardaki damlacıkların içinden uzaklara baktığımı farz ediyorum. Ahşap asmakatın çıkardığı çıtırtılar bu derin sessizlikte çok daha güçlü ve peşisıra. Üşüme mevsimlerinin başları, dolayısıyla ev serince. Isınmak üzere dizlerime kondurduğum bilgisayarımın şarjı idare eder. Hemen yanı başında, içinde sadece sarı leblebi bulunan küçük beyaz seramik kase yarı yarıya dolu. Buzun tamamen eriyip seyrelttiği rakı dışarıdaki gri havadan farksız. Leblebi taze, rakı soğuk... Camın önünde oturup dışarıya bakmamın nedeni bir cümleye takılmak olabilir. Öyle ise bu çok fena... Çünkü az sonra kendimi kanepede, ellerimi dizlerimin arasına almış uyuklarken bula

Ortaya muhabbet olsun

Resim
Derinden gelen hüzünlü bir trompet sesi Galata'daki evin içine dolar; hafif bir esintinin peşinde, perdelerin arasında oyuna dalardı. İşte o zaman pencereye doğru birkaç adım atar, dışarıyı seyre dalardım. Gelen geçen, küfür eden, fotoğraf çeken, lokantaya giren, kerhaneden çıkan insanlar, su denli akar giderdi sokaklardan, zamana karışırlardı. Çıplak ayaklarımın altında ahşap çıtırtısı. Galata'da oturduğum evi özlüyorum Sokağı izleyebildiğim pencereye yürürken rabıtaların çıkardığı sesi de özledim. Avlu mutfak ve çevresi odalarla çevrili bu evde 2 sene çok çabuk geçti İbrahim Maalouf'un "Beirut"unu ne zaman dinlesem Galata geliyor aklıma. Bir nevi çentik atmak gibi bir şey sanırım. Ne bileyim, özlüyor, "biraz daha dursaydım yahu" diyorum zaman zaman. İnsanın istediği yerde yaşaması büyük nimet. Eve girmeden evvel Helvetia'da akşam yemeği yiyip, Güney'de bir bira içmek gibi basit bir program bile bana aitti. Hele Hülya ile isti

İçi seni, dışı beni yakar

Resim
Bazen oluyor. Bir ses, söz, renk ya da herhangi bir şey, cevabını aradığım kimi sorunun anahtarına dönüşebiliyor. Mesela masadaki bardağı elime aldığımda, onu vücuda getiren şeyin sadece cam veya içindeki su olmadığını, çevresini saran boşluğun da dikkate değecek denli rol oynadığını biliyor ve aslında o boşluğa ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Bu, bana Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdiğim ilk sene gördüğümüz Temel Sanat Eğitimi derslerini hatırlatıyor. O derslerde tasarımda boşluk-doluluk dengesini nasıl sağlayacağımızı öğrenmiştik. Dolayısıyla o dönem algı ve öğrenme üzerine çeşitli uygulamalarını da yaptığımız Gestalt Psikolojisi, bir tasarımcı olarak mesleğimin temellerini oluşturuyor. Burada Gestalt Kuramına uzun uzadıya girmeyeceğim ama mesleğimi, tasarlanan şeyin izleyende yaratacağı etkiyi (algıyı) yönetmek olarak tanımlayabilirim. Asıl niyetim bu boşluk-doluluk ilişkisini yaşadığım şehre uyarlamak. Gestalt'a göre bütün onu oluşturan parçaların toplamı değil,