Ah baba!
Herbiri kafam kadar büyük, rengarenk ortanca çiçekleriydi babam. Onların dikildiği taze topraktı. Havaya üfürdüğü Arnavut ezgili ıslıktı. Bahçede dolaşan arıydı, bir oraya bir buraya konan. Ektiği yaseminin kokusu, domatesin kırmızısıydı yetiştirdiği. Babam biberin acısıydı babaannemin en sevdiği. Babam kestiği saçtı, elinde makası. Tırnaklarına yerleşmiş saç boyasıydı öbür elinde tarak. Sprey kokusuydu sarıldığım. Yandığım fön sesiydi... Çok da kızdığım, kızdırdığım, en sevdiğim, en kırıldığımdı. Dargınlığımız da oldu, aramızda su sızmadığı da bazen. İnat nedir, Arnavut kimdir ondan öğrendim. Uzun lafın kısası kavgamdı babam. Benliğim, kişiliğim, hayallerim çarpıştığımız cephelerdi. Kendi yolumu bulduran. Okula gizli girdim. Gizli de evlendim. Onun hayal ettiğini değil, yaptım kendi sevdiğim mesleği. Onun bildiği gibi değil, yaşadım kendi bildiğim gibi. Uzun yıllar itiş kakışımdı babam. Akılda kalan geçince zaman, o Belgrad Ormanı’nında üflediğimiz meşe palamudu, içinden çıkan