Annemin Yolculuğu

Bilenler bilir, annem 7 yıldır Alzheimer hastası. Kasım 2019'dan beri de özel ve iyi bir bakımevinde yaşıyor. Annemle ilgili her gün bilgilendirme yapar, sağlık takibi hakkında düzenli bilgi verirler. Kardeşim de sıklıkla ziyaret ve kontrol ettiğinden içim rahattır. Yanından görüntülü aramalar da yaptığından aramızdaki mesafeleri ortadan kaldırır.

Elini tutmak, saçını okşamak hasretiyle ben de her İstanbul'a gittiğimde ilk annemi görürüm. Eskisi kadar sık İstanbul'a geçmediğimden, kardeşimin oradaki varlığı hem annem hem de benim için değerlidir. Önemli bir şey olursa hızla yanlarında olacağımı bilirim.

29 Ağustos sabah telefonuma şöyle bir mesaj düştü: "Annenizde şu bulgular görüldü. Bu durumlar oluştu. Şu şekilde müdahale edildi." Bunun üstüne bir takım tahliller için onaylar istendi. 31 Ağustos günü de "An itibarıyla hastaneye sevk ediliyor!" haberi geldi. Hemen ardından kardeşim de panikle aradı: "Abi annem kötü!"

Annem hep güleç ve neşeli bir kadındı.


1 Eylül 2025

Biliyordum bu günün geleceğini, ama insan hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyor. Durum acildi. Bodrum'dan İstanbul'a sabahın ilk uçağındaki son koltuğu buldum. Arabamı sanayide bir sokağa bırakıp, beni havaalanına götürecek minibüse yetiştim. O saatlerde boş caddeleri, meraklı ve bölgesini koruyan köpekler doldurur. Havladılar, etrafımı sardılar. Sanki içinde bulunduğum belirsizlik ve çaresizliğin bir metaforuydu yaşadığım. Çünkü aklımda tek bir soru dolaşıyordu: "Ya annemi son kez göreceksem?" Köpeklerin hiçbirini umursamadım.

İstanbul'a vardığımda, anneme zatürre başlangıcı teşhisi konulduğunu öğrendim kardeşimden. Kandaki bir bakteri, hayatını riskli hale getiriyordu. Zaten iki yıldır konuşamıyor, yürüyemiyor ve karından besleniyordu. Bu yeni durumu da zincire eklenen son halkadan sayabiliriz. Kendimi en kötüsüne hazırlamıştım.

Fakat kardeşim aynı zamanda hastaneden taburcu edildiğini de söyleyince derin bir "oh" çektim. Bunun üstüne, kaldığı bakımevinde yanına gittiğimde onu beklediğimden daha enerjik buldum. Hatta dudaklarını uzatıp yanaklarımızdan öptü. Çok nadir yaptığı bir şeydir. Hafif bir nefes alma problemi vardı ama o an içim umutla köpürdü.

Bu Duruma Nasıl Gelindi?

Alzheimer için "hastadan çok yakınlarını yıpratan bir hastalık" denilir. Ama asıl zor olan, biz yakınların en başından itibaren vermek zorunda olduğumuz kararlardı. Mesela bir kurumda bakıma alınmasına karar vermek gibi…

Başta evde bakmayı denemedik değil. Babam da, kardeşim de evde bakılması konusunda kararlıydı. Ama olmadı. Tutulan yardımcıların her biri kısa süreler çalışıp bırakıp gittiler. Çünkü hasta bakımı gerçekten çok zor. Fakat bizim annemizi bırakma şansımız yoktu doğal olarak. O dönem Bodrum'daki hayatımdan vazgeçtiğimi net olarak söyleyebilirim. Aynı zamanda babam da kanserle savaşa hazırlanıyordu. Kardeşimle nöbetleşe yanlarında kalacak şekilde organize olduk. Üç günde bir yer değiştirecektik. Fakat sonra bu süreler önce ikiye, sonra da bir güne düştü. Çünkü bizim de psikolojimiz alt üst olmuştu.

Bir gece annem, yatağını ve koridoru ıslatmış, babam da üzerine basılmasın diye yerleri temizliyordu. Güçsüz ve titreyen dizleri üzerinde epey sıkıntılıydı. Onu hemen yerine oturtup ben temizliğe devam ettim, yatak nevresimini değiştirdim. Sabaha karşı annemi banyoya götürürken gözyaşlarımı tutamadım.

Meğer babam tüm olan biteni izlemiş ve ağladığımı fark etmiş. Ben annemi yatırdıktan ve salona döndükten sonra bana: "Tamam, görünüyor ki böyle çok zor olacak!" dedi. Sanki yakında öleceğini biliyormuş gibi: "Siz iki kardeş çok zorlanacaksınız." Zayıf boynunu doğrultarak bana baktı: "O zaman çok iyi bir bakımevi bulalım." dedi. O an bir dönüm noktası oldu. O geceki sahne babamı ikna etmişti. Daha sonra kardeşim de kabul etti. Karar verilince arayışlarımız başladı. Aylarca iyi bir yer bulmaya çalıştık. Babamın vefatından 3 ay sonra annemi özel bir kuruma yerleştirdik.

Aynı akşam yeniden hastane

İçimin umutla kaplandığı o günün akşamı annem, test sonuçlarının hayati risk göstermesi nedeniyle yeniden hastaneye çağrıldı. Haberi aldığımızda çoktan kırmızı alana alınmıştı. Antibiyotik tedavisine direnç gösterdiği için de daha güçlü bir ilaca başlanmıştı.

2 Eylül 2025

Annemin hastaneye kaldırıldığını ilk anda yakınlarına haber ettim. Bilmek onların hakkı diye düşündüm. Ama hiç beklemediğim bir şey oldu. Haberi alanlar, sağı solu aramış, annemin durumu daha geniş bir çevreyle paylaşılmıştı. Telefonlar yağmaya başladı. Herkese tek tek anlatması ayrı zor ama daha kötüsü cenaze işlerinin organize edilmeye başlandığını öğrendim. Öyle ki, benden annemin fotoğrafı bile istendi.

Biz ölümü ağzımıza almaya bile hazır değilken, annemin cenazesinin konuşulması tuhaf ve acı geldi. Üzüntüyle birlikte bir kızgınlık hissettim. Yine de yakınlarımızın iyi niyetli olduklarını bildiğimden, kibarlıktan ödün vermeden tepkimi gösterdim. Çünkü annem zorlansa da hâlâ nefes alıyor ve direniyor. Ve belki de yarın öbür gün yoğun bakımdan çıkacak… Demek ki herkese haber vermemek gereiyormuş.

Aslında bu durum bana çok tanıdık. Sonradan aklıma geldi. Çünkü annemi bakımevine yatırdığımızda da göğüslememiz gereken başka durumlar doğmuştu. Özellikle babamın ölümünden sonra hep şu sözleri duyduk: "Babalarını gömdüler, anneyi de başlarından attılar.", "İnsan annesini başkasına bırakır mı?", "Hayırsız evlatlar!"


Bu sitemkâr sözlerin sahipleri, hikâyenin dışından olsalar üzülmeyeceğim. Oysa her biri, gün gün ne yaşadığımıza şahit olan insanlardı. Bu cümleler her seferinde kalbimize saplandı.

Ama zamanla dış sesleri kısmayı öğrendik. Asıl önemli olan, annemin doğru bakımı almasıydı. Ve bugün biliyorum ki o kararı almasaydık, annem bu kadar uzun yaşamazdı.

3 Eylül 2025

Hastanede bir cerrah, annemin karından beslenmesine yarayan ama bir süredir sızdıran PEG'ine müdahale etmiş. Kurumdan mamalarını ve yatak yaralarını minimize eden yatağını alıp hastaneye geçtik. Çünkü annem yeniden odaya alınmıştı. Düşük değerleri nedeniyle oksijen veriliyordu. Annemi ilk kez hastanede görebildim. Hâlâ solunum güçlüğü çekiyordu. Yanında bakımevinden annemi tanıyan, tecrübeli bir refakatçi vardı. Bilgi verdi. Ziyaretimiz kısa sürdü. Ama aynı gece, gıda aspirasyonu nedeniyle yoğun bakıma alındı.

4 Eylül 2025

Gece yarısından sonra annemi ilk kez yoğun bakımda gördüm. Yoğun bakım soğuk… İnsan oraya girince sanki birazdan yatmakta olan her hasta ölecekmiş gibi bir kasvet çöküyor. Serviste görevli sağlık çalışanlarıysa (bunu anlayabiliyorum) neşeyle işlerini yapıyordu. Onlar için bu günlük iş, benim içinse hayatımda hiç bulunmadığım kadar yabancı bir ortamdı.

Doktor gelene kadar geçen on beş dakikada ne yapacağımı bilemedim. Anneme eğilip bir şeyler söylememe izin var mıydı? Ona dokunabilir miydim? Bilmiyordum. Sadece izledim.

Solunum yetmezliği nedeniyle yoğun bakımdaydı ve entübe edilmişti. Orada annemin başında beklerken geçirdiğim her dakika umutsuzluğum büyüdü… Gözlerim annemden çıkan hortum ve kabloların nereye gittiğini takip etti. Monitörlerin üzerindeki rakamlara bakıp anlamaya çalıştım. Sonra annemin küçücük, erimiş bedenine döndüm. Daha ne kadar dayanabilirdi? Acaba bu, onu son görüşüm müydü? Vedalaşmalı mıydım?

Hiçbir şey bilmeden, sadece annemin yaşlı gözlerine baktım. Nöbetçi doktor ilk birkaç saatin kritik olduğu bilgisini verdi. Her gün 13:00-13:30 arası görebilirmişiz. Doktorlar bu saatler arası bilgilendirme yapıyorlarmış. Birkaç evrak imzalatıp bizi yolcu etti.

Bu durum tedaviye cevap vermediği anlamına geliyordu. Yedi günlük antibiyotik tedavisini kaldırması da zor görünüyordu. Daha önce benzer deneyimler yaşayanlar, dilleri varmasa da "kendinizi hazırlayın" diyorlardı. Şu an için tek yapabildiğimiz şey beklemek.

5 Eylül 2025

Ertesi gün doktoruyla birlikte gördüm annemi. Antibiyotik tedavisinin yeni başladığını, mutlaka bir sonuç alınacağını ama bir süre daha solunum cihazına bağlı kalacağını söyledi. Yoğun bakım ziyareti kısa oluyor. Fakat doktor anneme gelene dek altı hasta yakınını bilgilendirene kadar 20-25 dakika beklemek, diğer hasta yakınlarının yaptığı gibi konuşamamak, yemek yedirememek içimi çok acıtıyor. Keşke doktor ilk bizi görse demeden edemiyorum.

Ayın 1’inden beri Çekmeköy’de kardeşimin yanında kalıyordum. Bu tip durumlarda iki kardeş hızlı bir şekilde harekete geçip birbirimize destek veriyor, yalnız kalmıyoruz. Fakat akşamüstü Hülya’da beni yalnız bırakmamak için Bodrum’dan İstanbul’a geldi. Ben de Mecidiyeköy’e geçtim. Mecidiyeköy, hastaneye birkaç metro istasyonu uzaklıkta. Trafikten yırtıyorum.

6 Eylül 2025

Cumartesi annemin yanına yalnız gittim. Doktorlar hafta sonu yoktu, hemşireler de bilgi veremedi. "Pazartesi gelin" dediler. Durumu aynıydı. Moralim bozuk bir şekilde çıktım hastaneden. Annem, pazar gününü yalnız geçirecekti.

8 Eylül 2025

Bugün yeniden hastanedeyiz. Kardeşim annemi bu durumda görmesin diye yanına ben giriyorum. Yine başında, doktorundan haber bekliyorum.

Beklerken birkaç gözlemimi paylaşayım. O çok övünülen devlet hastanelerimiz bana çok yetersiz kalıyormuş gibi geliyor. Mesela ilk annemin yanına girdiğimde, başa takılan bonelerden veremediler. Kalmamış. Cumartesi de önlük kalmamıştı. Bone, eldiven ve maske ile yanına girebilmiştim. Yaklaşık bir saat süren, bir de aktarma ile yaptığım metro yolculuğumda, tertemiz girmem gereken yoğun bakıma, üzerimde kim bilir ne kadar çok mikropla girdim bilmiyorum. Benim gibi yedi hasta yakını da aynı durumdaydı. İtiraz eden hasta yakınlarına görevliler: "Ne yazık ki önlüğümüz yok!" diyebildiler sadece.

Bu sefer üzerimde naylon bir mutfak önlüğü, başımda bone ve elimde eldivenlerle doktoru bekledik. Annem biraz daha iyi görünüyordu. Göz teması kurmamız harika bir duyguydu; konuşamadan bir sürü şey anlatıyordu. Ya da ben buna inandığım için öyle algılıyordum, bilmiyorum. Hareketliydi de, doktor gelene dek 20 dakika konuştum annemle.

Doktor da durumun iyiye gittiğini söyledi. Antibiyotik tedavisine yanıt verdiğini ama önemli olanın solunum olduğunu, eğer kendi kendine nefes almayı başarabilirse birkaç güne yoğun bakımdan çıkabileceğini söyledi. Yaşına ve durumuna bakarak kesin bir öngörüde bulunamasa da doktorun söylediği her şey hem umut hem de mutluluk vericiydi. Yüzümde bir gülümsemeyle ayrıldım annemin yanından.

9 Eylül 2025

Bugün eve, Bodrum’a dönme isteğiyle uyandım. Annemi 24 saatte bir, yoğun bakımda doktor beklerken görmek dışında hiçbir şey yapmıyorum ve açıkçası yapmak da istemiyorum. Bu uzun bekleme hali, canımı öylesine sıkmaya başladı ki…

Dün gece üzerimde biraz kırıklık vardı. Gözlerim yanıyor, burnum tıkanmıştı. Eğer hastaysam, annemi ve diğer yoğun bakım hastalarını tehlikeye atmamalıydım. Sabah uyandığımda iyiydim. Demek ki alerjik bir reaksiyondu. Şimdi yola çıkıp hastaneye gidebilirim.

Ziyaret saati 13:30’da bitiyor. Şu an 13:27. Bugün hasta yakınlarını içeriye almada geciktiler. Herhalde bizi geri döndürmezler. Bazı hasta yakınlarını artık tanıyorum; her gün hiç sektirmeden geliyorlar.

Bakalım bugün annemin adını doğru telaffuz edecekler mi? Dün ‘Gülnaz’ diye seslenmişlerdi. Soyadında zaten takılıyorlar. Oysa ‘Coka’, söylenmesi o kadar da zor değil. ‘Koka’ demelerine de razıyım. Arada olur. Yabancı sanıp doğru okuma stresine girer kimi…

Zaman geçmiyor sanki. 13:33… Yaklaşık 45 dakikadır yoğun bakımın önünde bekliyorum. Aramızdan geçirdikleri bir hastanın çatallı inlemesi nedeniyle bir anlığına annem sandım. Saçı ve yatakta duruşu ona çok benziyordu. Yüzünü görene dek, kalbim ağzımda atarak izledim. Değilmiş! O andan sonra yaşadığım rahatlama hissi, o kadar gergindim ki, sanki günün en büyük heyecanlarından biri oldu.

Nihayet içeri çağırıldık! Annemin adı ve soyadı bu sefer doğru söylendi.

Hafta sonları olduğu gibi hafta içi Salı günleri de doktor bilgilendirmesi yokmuş. Keşke bunu söylemiş olsalardı. Yanına girdiğimde annem zaten uyuyordu. Üzerini örtüp çıktım ve aynı güzergahı kullanarak eve geri döndüm.

10 Eylül 2025

Büyük bir korkuyla geldiğim İstanbul’da on gün geçti bile. Benim anladığım, annem için kritik ibre stabile döndü. Her ne kadar yoğun bakım ve üstüne entübe edilmesi yakınlarımız arasında umutsuzluk yaratsa da, bu kadar direnç göstermesi bence çok önemli.

Doğru, hastanede yatış süresi uzadıkça kötü senaryolar zihnimizi ele geçiriyor. An be an bilgi alamamak da bizi bu uzun bekleme durumuna sokuyor. Sanırım kardeşim için de en kötüsü bu bekleme hali, çünkü ruh halimizin odağı değişiyor gibi hissediyorum.

Annemi ve beni merak edip arayan Bodrum’dan arkadaşlarım, telefonu "...demek ki sen biraz daha orada kalacaksın!" sözleriyle kapatıyorlar. Bu sözler, içimde büyük bir suçluluk yaratıyor. İtiraf etmeliyim ki, annem bir an önce yoğun bakımdan çıksa ve bakımevine dönse de evime gitsem diye düşünüyorum. Ne kadar güçlü olmaya çalışsam da, annemi her gün makinelere bağlı görmek, sürekli bekleme ve endişe hali beni tüketiyor. Kendimi, bu zorlu süreci bitirip eski hayatıma dönmek isteyen bencil bir insan gibi hissediyorum. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyorum. İstanbul’a bu şekilde sıkışıp kalmak sağlığıma iyi gelmiyor.

11 Eylül 2025

Dün her ne kadar yoğun bakım doktoru, kötünün iyisi bir tablo çizse de, akşamüstü bakımevi doktoru çok daha karanlık bir yerde durduğumuzu söylemişti. Bu yüzden yataktan daha umutsuz kalktım. Hastaneye geçerken, doktoruna sormak için üç soru hazırladım.

Bizim ülkemizde hasta yakınlarının doktorlara saldırması, darp etmesi, yaralaması hatta canını alması son yıllarda sıklaşan derin bir problem. Belki de "İyiye gidiyor!" yaklaşımı, bu duruma karşı önemli bir savunma mekanizmasıdır. Notlarıma dün de yazdım; annemin bu hastaneden yürüyerek çıkmayacağını çok iyi biliyoruz. Bu yüzden doktoru bize karşı daha gerçekçi ve şeffaf olmaya zorlamak istiyorum.

Babamın rahatsızlığında doktoru bize karşı hep net olmuştu. Mesela, son kontrolleri için İstanbul’a geldiğimde “Bodrum’a dönme” demişti. Ne kadar yıkıcı olsa da gerçekleri duymak kabullenmenin anahtarı.

Annemin durumu farklı olsa da—artık mobil değil, konuşamıyor, normal beslenemiyor—kendisi bizi hazırlıyor olsa da, bir profesyonelden doğruları duymak sürprizleri ortadan kaldırır en azından. Kötüsünü beklerken iyi bir şeyle karşılaşmak hediye gibi ama olumlu söylemlere maruz kalıp umutsuzluktan kurtulamamak epey yıkıcı olur. Hastaneye giderken aklımdan geçenler kabaca bunlardı.

Annemi çok kötü gördüm; yarı açık, boş gözleriyle nerede olduğunu bilmeden yatıyordu. Ağzına sabitlenmiş borudan rahatsız olduğu için seğirmeler ve titremelerle iyiden iyiye çökmüştü.

“Bırak anne” diye fısıldadım.

Doktor ile göz göze geldiğimizde ekşimiş bir ifadeyle söze girdi. “Tedavisini değiştirdik!” Daha da güçlü bir ilaca başlanmış. Annemin bakımevi ve hastane arasında gidip gelmesi, enfeksiyonun güçlenmesine neden olabilirmiş. Solunumunu kendi başına yapamadığı için de entübe halde devam edeceğini söyledi. Sorularıma ise "bekleyip göreceğiz" diye yanıt verdi.

Gözyaşlarımla “Bırak anne” diyerek ayrıldım yanından. Kardeşime haber vermek için aradığımda hıçkırıklara boğuldum. Galiba her ziyaretim aslında bir veda idi. Kendimizi kandırmayalım. Her sonuca hazırladığımızı zannediyoruz. Oysa bu var-yok meselesi. Annem bir gün aramızda olmayacak ve biz buna düpe düz hazır değiliz.

Yorumlar

  1. Çok geçmiş olsun. Hiç bir zaman hazır olamayız sanırım böyle bir şeye ama aradan zaman geçtikçe güzel anılarla hatırlıyoruz sevdiklerimizi. Dilerim iyidir anneniz. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Hülya Hanım. Biraz yüreğimiz ağzımızda bir dönem. Ne daha iyi ne de daha kötü, stabil şu an. Antibiyotik tedavisine dirençli bir enfeksiyonu var ve bunu kırmak için tedavisi değişiyor arada. Bunun annemin bedeninde ne gibi yıkımlar yaptığını bilmiyoruz. Beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yok ne yazık ki...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Kirazcı Baba

Bodrum’da 1 yılın ardından