Geçtiğimiz ay Asmalı Cavit'te buluştuğumuz Kamer Yılmaz ve Rıza Şahin ile yaptığımız söyleşi çok sevdiğim Boo Dergi'de yayınlanmış... Ben de buradan duyurayım istedim. Kamer, Rıza ve Alper'e çok çok teşekkürler.
2007 kış olabilir, tam hatırlamıyorum. O dönem Zebra’da çalışan arkadaşım Mehmet (Gözetlik), yeni işe başlayan sanat yönetmeninin kutlama mahiyetindeki ev partisine benim de katılmamı istemişti. Tanımadığım birinin evine davetlinin davetlisi olarak gitmeyi tercih etmesem de ısrarı karşısında pes ettim. Böylece o akşam ev sahibi Gökhan'la tanışmış oldum... Gökhan'ın mütevazi evinde dikkatimi ilk çeken şey, salonun duvarına boydan boya yazılmış, Arapça bir yazı oldu. Tabi anlamından önce bu geometrik tipografinin, evin dekorasyonuna bu kadar hakim kılınması beni etkilemişti. Karşısında insanı küçücük hissettiren devasa boyutta bir leke. Maalesef elimde bir fotoğrafı yok. (Daha sonra taşındığım Bebek'te, evin bir duvara boyadık.) Tıpkı Edirne Eski Camii'nin duvarlarını süsleyen devasa tasarlanmış hat yazılar gibi olduğunu söylemem yeterli sanırım. Edirne Eski Camii Duvarda, kökü Bizans’a dayanan "k'afto ta perasi" yani "bu da geçer" ol
Bozcaada benim için şehirden ayrılıp ilk yaşamayı düşündüğüm yerdir. Buna sebep sadece bir iki kez tatile gelmekle açıklanamaz. Ne zaman ki bir toprak sahibi olduk o ihtimal kendiliğinden belirdi. Hayal kurmaya başladım. Bağ evleri çizdim. Uzun meslek hayatımda ilk kez 2 haftalık izinlerimi Bozcaada için birleştirdim. Tatilimin 2. günüydü. Bir gün önce olduğu gibi bağa uğrayıp avare avare dolaşıp denize girmek üzere Ayazma koyuna indim. Güneşin her yeri kızıla boyadığı saatlerdi. Kuma serdiğim havlunun üzerinde boş boş bakınıyordum. Belki yanımda kâğıt kalem olsa yeni bir bağ evi çizerdim. Başka bir hayal kurardım. Havlu üzerinde oturmakla kalmıştım. Kendimle böyle cebelleştiğim bir anda adımla seslenildiğini duydum. Cokaaa… Şimdi ismini hatırlayamadığım ama bağın alınmasında belki de bizi cesaretlendirmesinde emeği olan bey yeniden seslendi. Coka… Kırmızı steyşın arabasının önüne çıkmış fark edilmeye çalışıyordu. Güneş onu da kırmızıya boyamıştı. Gel diye işaret etti. Havlumu toplay
Bodrum Bulutların arasından kıvrak hareketlerle süzülerek ağır ağır yaklaştı. Kocaman gövdesinden yükselen deniz ve yosun kokusu keskin bir netlikte duyuluyordu. Yaklaştıkça büyüdü büyüdü. Oysa önceleri sadece uzak bir ihtimaldi. Kıpırtısız, yalnız ve sakin... Boz tepelerine kondurulmuş rüzgar güllerinin usul usul dönüşünü huzurla izlerdim. Etrafında dönüp duran rüzgarla, nefes alan bir balinaya dönüştüğünde donup kaldığımı hatırlıyorum. Hayranlıkla hareketlerini, yavaşça kıyıma yanaşmasını izledim. Üzerine çıktığımda beni (şarkı dediği gibi) bu lacivert ülkeye getirdi. Aylardan Ekim'di ve 25. günüydü... Bodrum'da hayatımızın bu fotoğrafla başladığına inanıyorum. İyisiyle kötüsüyle bir yılın ardından yüzümüz gülüyor Bugün, kendimin en güneyinde, sevdiğim kadınla beraber yaşıyorum. İkimiz de geride kalan ilk yıla bakıp Bodrum'da yaşamanın ne demek olduğunu daha iyi biliyoruz. Ne hayal etmiştik ve nasıl yaşar olduk? Bu yazıyla hem Bodrum’da geride kalan 1
harika:)
YanıtlaSil