Geçtiğimiz ay Asmalı Cavit'te buluştuğumuz Kamer Yılmaz ve Rıza Şahin ile yaptığımız söyleşi çok sevdiğim Boo Dergi'de yayınlanmış... Ben de buradan duyurayım istedim. Kamer, Rıza ve Alper'e çok çok teşekkürler.
Bilenler bilir, annem 7 yıldır Alzheimer hastası. Kasım 2019'dan beri de özel ve iyi bir bakımevinde yaşıyor. Annemle ilgili her gün bilgilendirme yapar, sağlık takibi hakkında düzenli bilgi verirler. Kardeşim de sıklıkla ziyaret ve kontrol ettiğinden içim rahattır. Yanından görüntülü aramalar yapar, aramızdaki mesafeleri ortadan kaldırır. Elini tutmak, saçını okşamak hasretiyle ben de her İstanbul'a gittiğimde ilk annemi görürüm. Eskisi kadar sık İstanbul'a geçmediğimden, kardeşimin oradaki varlığı hem annem hem de benim için değerlidir. Önemli bir şey olursa hızla yanlarında olacağımı bilirim. 29 Ağustos sabah telefonuma şöyle bir mesaj düştü: "Annenizde şu bulgular görüldü. Bu durumlar oluştu. Şu şekilde müdahale edildi." Bunun üstüne bir takım tahliller için onaylar istendi. 31 Ağustos günü de "An itibarıyla hastaneye sevk ediliyor!" haberi geldi. Hemen ardından kardeşim de panikle aradı: "Abi annem kötü!" Annem hep güleç ve neşeli bir kad...
2007 kış olabilir, tam hatırlamıyorum. O dönem Zebra’da çalışan arkadaşım Mehmet (Gözetlik), yeni işe başlayan sanat yönetmeninin kutlama mahiyetindeki ev partisine benim de katılmamı istemişti. Tanımadığım birinin evine davetlinin davetlisi olarak gitmeyi tercih etmesem de ısrarı karşısında pes ettim. Böylece o akşam ev sahibi Gökhan'la tanışmış oldum... Gökhan'ın mütevazi evinde dikkatimi ilk çeken şey, salonun duvarına boydan boya yazılmış, Arapça bir yazı oldu. Tabi anlamından önce bu geometrik tipografinin, evin dekorasyonuna bu kadar hakim kılınması beni etkilemişti. Karşısında insanı küçücük hissettiren devasa boyutta bir leke. Maalesef elimde bir fotoğrafı yok. (Daha sonra taşındığım Bebek'te, evin bir duvara boyadık.) Tıpkı Edirne Eski Camii'nin duvarlarını süsleyen devasa tasarlanmış hat yazılar gibi olduğunu söylemem yeterli sanırım. Edirne Eski Camii Duvarda, kökü Bizans’a dayanan "k'afto ta perasi" yani "bu da geçer" ol...
İstanbul’daki elli dördüncü gün ve son gecem. Ayrılmaya bir önceki gün karar verdik. Annemin kaybı sonrası yapılması gereken resmi işlerin peşinde evraklarımızı toplamışken, son kertede vergi dairesinde randevular doluydu. İstanbul’da bir dakika fazla kalmak istemediğimden, "çok da acelesi yoktur" diyebildik ve artık uçak biletlerimizi aldık. Annemin vefatına uzanan sürecin üzüntüsü bir yana, İstanbul’da kalmak bana pek iyi gelmiyor. İstanbul doğup büyüdüğüm ve harika bir şehir olsa da, artık buraya ait hissetmiyorum. Hele elde olmayan sebeplerden kalış süresi uzarsa afakan basıyor. Bunu sizinle paylaşıyorum; zira bazı arkadaşlarım İstanbul konusunda hassas, hatta kafi ötesi şoven oldukları için hızlı bir savunmayla azarlayabilirler. Yani aramızda kalsın. Hayatımı uğraşlarımın olduğu, gökyüzünü görebildiğim ve tüm sosyal çevremi kurduğum yerden uzakta geçirince İstanbul’da pek yapacak bir şey bulamıyorum. İstanbul'da en mutlu olduğum yer. Bunun üstüne, konuya vakıf arkada...
harika:)
YanıtlaSil