İçi seni, dışı beni yakar
Bazen oluyor. Bir ses, söz, renk ya da herhangi bir şey, cevabını aradığım kimi sorunun anahtarına dönüşebiliyor. Mesela masadaki bardağı elime aldığımda, onu vücuda getiren şeyin sadece cam veya içindeki su olmadığını, çevresini saran boşluğun da dikkate değecek denli rol oynadığını biliyor ve aslında o boşluğa ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.
Boşluk
Bu şehri seviyorum. Benim için vapura binip martılara simit atmak, kıyıları seyretmek hala pek romantiktir. Gün batımını Şişhane'de yakalamak için koşturduğum da çok olmuştur. Asmalı’da rakı içmek tam da bu şehrin raconudur. Boğaz kıyısında yürümek, Bebek Kahve’de bir arkadaşınla çay içmek ve Galata Köprüsü'nde balık tutmak gibisi yoktur. Arabadan köfte ekmek yemek, müze gezmek, konser izlemek yine İstanbul'a özgü tat bırakır. Özellikle baharları çok güzeldir. Erguvanlar, erikler ve manolyalar açar. Parklar, bahçeler kalabalıklaşır, insanlar kendilerini sokağa atarlar. İlkbahar ve sonbaharla birlikte sabahın erken saatlerinin güzelliği iyice ortaya çıkar.
Doluluk
İstanbul aslında hep kalabalık bir şehirdi. En azından kendimi bildim bileli bu durum değişmedi. Hani 40 yıldır İstanbul'da yaşayıp denizi görmemiş insanlar olduğu söylenir ya. Doğrudur. Bunun sağlamasını kendime bakarak yapabiliyorum. Doğup büyüdüğüm bu şehirde, adını bilmediğim bir yana, yerini dahi bulamayacağım semtler var. Misal, Kocamustafapaşa, Edirnekapı, Silahtarağa nerede bilmem. Havaalanına giderken önünden geçtiğim Merter nasıl bir semttir en ufak bir fikrim bile yok. Bu semtlere ne yolum, ne de işim düştü. Demek istediğim şu ki, herkesin bir kendi İstanbul'u var. Benim İstanbul'um da sınırlarını kendi belirlediğim bir bölgeden ibaret. Göç aldıkça genişleyen şehir -ki nüfusu 15 milyonu zorluyor- batıda Tekirdağ, doğuda İzmit'i yutacak denli büyüdü. Kuzey ormanları da bu genişlemeden nasibini alıyor. Su havzaları merkezden gittikçe uzaklaşıyor. Bu konuda bir şeyler öğrenmek için son yıllarda yapılmış en iyi İstanbul belgeseli Ekümenopolis'i hemen şimdi izlemeye başlayabilirsiniz. Yok yazıyı okuyayım önce derseniz, filmi ıskalamayacağınıza dair kendinize söz vermenizi isterim. Bu, madalyonun bir yüzü...
Doluluk
Bir şirketi dünyada adı sayılır markaların arasına sokmaya çalışmak artık dar bir fikir gibi geliyor. Bardağın dışındaki boşluğu görememek kadar kusurlu. Diğer taraftan dünyanın, hadi onu geçtim ülkemin en iyi tasarımcısı olacağım diye bir derdim zaten yok. İşiyle evli olmanın matah bir şey olduğunu düşünen, kafasını raporlardan kaldıramayan, o toplantı senin bu toplantı benim diyen insanlardan değilim. Eve, daha çok da kendime alacağım teknolojik oyuncaklarla mutlu olacak biri de değilim. Bunların dışında kalan şeylere bakınca -doğa gibi- yapabileceğim, üretebileceğim daha başka şeyler olduğunu görüyorum. Örneği de tazedir: Son 4 senedir çizmek (cokabook)... 20 yıllık meslek hayatımın ne kadar tatsız tuzsuz ve renksiz geçtiğini bu sürede daha iyi gördüm. Haksızlık olmasın, ilk zamanlar iyiydi, hoştu; ama söz konusu para kazanmak olunca idealizmin para etmediğini anlaman uzun sürmüyor. Gece gündüz sabahlayarak yapılan reklam kampanyalarının çok değil bir ay sonunda çöpe atıldığını ve bir daha hatırlanmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Boşluk
4 senedir çizdiğim günlüğün beni pek çok şeyden daha mutlu ettiğini hissediyorum. Bu çizimler, daha çok kendi hafızama kazıdığım notlar olarak okunabilir. Lakin artık başka hafıza ya da hafızalara seslenmenin hayalini kuruyorum. Son yıllarda çizerek ulaştığım pek çok insanın değişik hikayelerini dinledim. Dinlediklerimi resimlemek, taşa boyamak, ahşaba oymak, belki filmini yapmak kulağa çok hoş geliyor. İstanbul’dan gitmek istemek sebebim sadece trafik, kalabalık ya da betonlaşma değil; bu şehrin artık bana istediğim zamanı ve alanı da tanımadığıdır. Bir soğan gibi dışarıya doğru genişledikçe içi daralıp sıkıştığından nefes de aldırmıyor. Bu dar alanda yapmak istediğim şeylere zaman bulamamak kabul edeceğim bir şey değil.
Bazen bir adım geriye çekilmek gerek. İşte o zaman bizi meşgul eden şeylerin aslında koca bir bütünün, küçük parçaları olduğunu görmek mümkün oluyor. Bu sayede hayatın bize gösterildiği gibi olmadığını kabul etmek kolaylaşıyor. İstanbullu olmak, kök salmak, bir numaralı iletişim CEO'su diye anılmak vs vs gibi şeyler önemsizleşiyor.
Sadede gelecek olursam; 40 yıllık hayatımın ilk 20 yılını ailemin isteklerini gerçekleştirerek ve öğrenerek geçirdim. Sonraki 20 yılını ise müşterilerimin isteklerini karşılamak suretiyle çalışarak. Önümde bir 40 yıl daha var mı, yok mu bilemem ama kalan zamanı kendime ait kılmak ve kullanmak istiyorum. Bu da benim en doğal hakkım sanırım. Zaten gittiğimde oralarda nasıl para kazanacağımı soranlara, kazanmak istediğim tek şey zaman diye yanıtlamamın sebebi de budur.
Bu, bana Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdiğim ilk sene gördüğümüz Temel Sanat Eğitimi derslerini hatırlatıyor. O derslerde tasarımda boşluk-doluluk dengesini nasıl sağlayacağımızı öğrenmiştik. Dolayısıyla o dönem algı ve öğrenme üzerine çeşitli uygulamalarını da yaptığımız Gestalt Psikolojisi, bir tasarımcı olarak mesleğimin temellerini oluşturuyor. Burada Gestalt Kuramına uzun uzadıya girmeyeceğim ama mesleğimi, tasarlanan şeyin izleyende yaratacağı etkiyi (algıyı) yönetmek olarak tanımlayabilirim. Asıl niyetim bu boşluk-doluluk ilişkisini yaşadığım şehre uyarlamak.
Gestalt'a göre bütün onu oluşturan parçaların toplamı değil, daha fazlasıdır. |
Boşluk
Bu şehri seviyorum. Benim için vapura binip martılara simit atmak, kıyıları seyretmek hala pek romantiktir. Gün batımını Şişhane'de yakalamak için koşturduğum da çok olmuştur. Asmalı’da rakı içmek tam da bu şehrin raconudur. Boğaz kıyısında yürümek, Bebek Kahve’de bir arkadaşınla çay içmek ve Galata Köprüsü'nde balık tutmak gibisi yoktur. Arabadan köfte ekmek yemek, müze gezmek, konser izlemek yine İstanbul'a özgü tat bırakır. Özellikle baharları çok güzeldir. Erguvanlar, erikler ve manolyalar açar. Parklar, bahçeler kalabalıklaşır, insanlar kendilerini sokağa atarlar. İlkbahar ve sonbaharla birlikte sabahın erken saatlerinin güzelliği iyice ortaya çıkar.
En çok sevdiğim gün batarken tarihi yarımadayı Galata ve Şişhane'den izlemek |
Bu silüetin değişimi son 10 yılda daha da hızlandı |
Doluluk
İstanbul aslında hep kalabalık bir şehirdi. En azından kendimi bildim bileli bu durum değişmedi. Hani 40 yıldır İstanbul'da yaşayıp denizi görmemiş insanlar olduğu söylenir ya. Doğrudur. Bunun sağlamasını kendime bakarak yapabiliyorum. Doğup büyüdüğüm bu şehirde, adını bilmediğim bir yana, yerini dahi bulamayacağım semtler var. Misal, Kocamustafapaşa, Edirnekapı, Silahtarağa nerede bilmem. Havaalanına giderken önünden geçtiğim Merter nasıl bir semttir en ufak bir fikrim bile yok. Bu semtlere ne yolum, ne de işim düştü. Demek istediğim şu ki, herkesin bir kendi İstanbul'u var. Benim İstanbul'um da sınırlarını kendi belirlediğim bir bölgeden ibaret. Göç aldıkça genişleyen şehir -ki nüfusu 15 milyonu zorluyor- batıda Tekirdağ, doğuda İzmit'i yutacak denli büyüdü. Kuzey ormanları da bu genişlemeden nasibini alıyor. Su havzaları merkezden gittikçe uzaklaşıyor. Bu konuda bir şeyler öğrenmek için son yıllarda yapılmış en iyi İstanbul belgeseli Ekümenopolis'i hemen şimdi izlemeye başlayabilirsiniz. Yok yazıyı okuyayım önce derseniz, filmi ıskalamayacağınıza dair kendinize söz vermenizi isterim. Bu, madalyonun bir yüzü...
Bu çirkin görüntüyü sevmek mümkün mü? |
Sanırım benim içinde yaşadığım İstanbul aslında bu kadar bir yer. |
Doluluk
Bir şirketi dünyada adı sayılır markaların arasına sokmaya çalışmak artık dar bir fikir gibi geliyor. Bardağın dışındaki boşluğu görememek kadar kusurlu. Diğer taraftan dünyanın, hadi onu geçtim ülkemin en iyi tasarımcısı olacağım diye bir derdim zaten yok. İşiyle evli olmanın matah bir şey olduğunu düşünen, kafasını raporlardan kaldıramayan, o toplantı senin bu toplantı benim diyen insanlardan değilim. Eve, daha çok da kendime alacağım teknolojik oyuncaklarla mutlu olacak biri de değilim. Bunların dışında kalan şeylere bakınca -doğa gibi- yapabileceğim, üretebileceğim daha başka şeyler olduğunu görüyorum. Örneği de tazedir: Son 4 senedir çizmek (cokabook)... 20 yıllık meslek hayatımın ne kadar tatsız tuzsuz ve renksiz geçtiğini bu sürede daha iyi gördüm. Haksızlık olmasın, ilk zamanlar iyiydi, hoştu; ama söz konusu para kazanmak olunca idealizmin para etmediğini anlaman uzun sürmüyor. Gece gündüz sabahlayarak yapılan reklam kampanyalarının çok değil bir ay sonunda çöpe atıldığını ve bir daha hatırlanmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Boşluk
4 senedir çizdiğim günlüğün beni pek çok şeyden daha mutlu ettiğini hissediyorum. Bu çizimler, daha çok kendi hafızama kazıdığım notlar olarak okunabilir. Lakin artık başka hafıza ya da hafızalara seslenmenin hayalini kuruyorum. Son yıllarda çizerek ulaştığım pek çok insanın değişik hikayelerini dinledim. Dinlediklerimi resimlemek, taşa boyamak, ahşaba oymak, belki filmini yapmak kulağa çok hoş geliyor. İstanbul’dan gitmek istemek sebebim sadece trafik, kalabalık ya da betonlaşma değil; bu şehrin artık bana istediğim zamanı ve alanı da tanımadığıdır. Bir soğan gibi dışarıya doğru genişledikçe içi daralıp sıkıştığından nefes de aldırmıyor. Bu dar alanda yapmak istediğim şeylere zaman bulamamak kabul edeceğim bir şey değil.
İstanbul'un büyümesini hep soğana benzetmişimdir. |
Bazen bir adım geriye çekilmek gerek. İşte o zaman bizi meşgul eden şeylerin aslında koca bir bütünün, küçük parçaları olduğunu görmek mümkün oluyor. Bu sayede hayatın bize gösterildiği gibi olmadığını kabul etmek kolaylaşıyor. İstanbullu olmak, kök salmak, bir numaralı iletişim CEO'su diye anılmak vs vs gibi şeyler önemsizleşiyor.
Sadede gelecek olursam; 40 yıllık hayatımın ilk 20 yılını ailemin isteklerini gerçekleştirerek ve öğrenerek geçirdim. Sonraki 20 yılını ise müşterilerimin isteklerini karşılamak suretiyle çalışarak. Önümde bir 40 yıl daha var mı, yok mu bilemem ama kalan zamanı kendime ait kılmak ve kullanmak istiyorum. Bu da benim en doğal hakkım sanırım. Zaten gittiğimde oralarda nasıl para kazanacağımı soranlara, kazanmak istediğim tek şey zaman diye yanıtlamamın sebebi de budur.
Umarim hersey istediginiz gibi olur..ama en cok darisi basima demek istiyorum..bu yazilar benim icin harika birer yol gosterici.
YanıtlaSildarısı başınıza :) benim bu konudaki rehberim de serdar benli'dir. muhtemelen biliyorsunuzdur http://bodrumluhayat.blogspot.com/
Silizlemiyorsanız da mutlaka izleyin. çok şey vardır içinde...
Cok etkileyici ve önemli bir yazi olmus, emeginize saglik
YanıtlaSilçok teşekkür ederim, yorumunuz bana güç veriyor...
Sil