Sonbahar dilekleri

İçinden, zamanın kuyruğuna tutunarak geçtiğim her ay için illa bir/birkaç günce yazısı bırakırım çakıl taşı misali. Fakat Eylül öyle hızla akıp geçti ki avucumdaki taş bu sefer Ekim’e düştü. Zamana yetişemedim.

Eylül’ü acele ettiren Bodrum dışından gelenimizin gidenimizin çok olmasıdır illa ki. Gerçi yaz mevsimi de aynı nedenle pek aceleciydi doğrusu, insan trafiğinden başımız döndü ve başladığı gibi bitti. Uzun lafın kısası ben de Ekim’in ilk günlerine tutunmuş Eylül yazıma nasıl başlıyayım diye düşünüp duruyordum. Aklımdan geçeni yazdım da girişimi yapabildim.

Geçen hafta itibariyle son misafirleri uğurladıktan sonra artık kendi normalimize dönme zamanıdır dedik. Bu normal ki içinde bisiklet turlarını, evimizin bize sıcak bir kucak denli sağladığı mahremiyetimize, yalnızlığımıza ve tabi izolasyona hızlıca dönmeyi peşinden de Bodrum’da özlediğimiz bir sürü şeye tekrar kavuşmayı barındırıyor.

Hülya ile verandada

Sondan başlayayım. Bodrum’da özlediğimiz şeylerin başında genelde yaz ve fakat bu yıl özellikle salgınla birlikte iyice seyrelen arkadaş buluşmalarımız geliyor. Mesela biz yazın daha çok eve kapanırız. Hülya’nın İstanbul’da olduğu 2016 yazını hatırlıyorum. Nüfusunun 2 milyonlara çıktığı bayram tatiliydi. Baktım site kalabalıklaşıyor, bisikleti yüklediğim gibi Datça feribotuna atlamıştım. Bayram boyunca Gökova kıyılarını pedallamış, ilk solo turumu yapmıştım. Döndüğümde yarımada nispeten sakinlemiş idi.

Fırsatını bulan yerleşik arkadaşlarımız da yaz aylarında Bodrum dışına kaçar. Son iki-üç senedir hem üniversite hem de akıl hocam Serdar Benli, bu kalabalıktan uzak kalmak için teknesi ile Ege-Akdeniz’e açılıyor. Salgın şartlarında en temizi bu bana kalırsa.

İster eve kapanan ister Bodrum dışına kaçan veya denize açılan olalım günün sonunda sakinleşmiş Bodrum’a dönmeyi özlüyoruz. Bu özlem, Bodrum’da geçirdiğimiz ilk kıştan sonra içimize yerleşmişti. Sarı yaz, kıştan hemen evvel yerleşiklerin tatili gibidir. Bize özel bu tatille beraber arkadaşlarımızla buluşur rakı içer, bisiklete biner veya birbirimizi ziyaret ederiz. Koca yaz yaşanan misafir yoğunluğundan sonra hala mı insan trafiği arıyorsun diye sorulabilir. Fakat ikisi farklıdır. Bodrum dışından gelenler çoğunlukla tatil meyillidirler. Ki bu yıl çoğu, yıllık izinlerinden ayrı olarak tüm yazı Bodrum’da geçirmeye karar verdiler. Yazlıkçılar da kalıyor. 175.000 nüfuslu Bodrum kışa 400.000 olarak girecek gibi gözüküyor. Tatilcisi de yazlıkçısı da büyükşehirde yapamadıkları uzun sahil yürüyüşlerini, gün batımına dek denizin ve kıyısında vakit geçirmenin tadını çıkarıyor. Bodrum sahilleri hala en basit tespitle mis gibi Ambre Solaire kokuyor.

Sonbahar ile birlikte Haziran ortasına kadar, akşamları ister işten çıkmış isterse aklına esmiş olsun dost veya dostlarımız illaki yolunu düşürür bize. Fakat malum koşullarla Mart’la birlikte bunun sayısı o kadar azaldı ki insan ister istemez özlüyor. Kimi kendine aldığı meyveden getirir, kimi de bahçesinden topladığı sebzeleri hediye eder. Şarabını, rakısını yanına alıp gelen de olur, hadi birer bardak çay içelim diyerek çaylığını kapan da… Veranda neşeli seslerle, sepetimiz bir sürü renkli anıyla dolar, hayatımızda yer eder. An itibariyle nadir ve kısa ziyaretler başlasa da buluşmaların kalbi saydığım ocağı henüz yakmadık. Eylül odun ateşinin ocaklardan yükseldiği mevsimdir. Yaz aylarını paketleyip mühürlediği gibi sonbahar ve kışı tütsüler. Ateşin içinde sebzeler közlenir, balıklar pişirilir. Veranda anason kokmaya başlar. Açıkçası her seferinde bunu tekrar yerine koymayı isterim.

Birader bu yaz aşağı yukarı 1 ay Bodrum'daydı. Beraber çalıştık çoğunlukla.

Kerim'i her akşamüstü bekleriz açıkçası. Bir şeftali ile büyük sürprizler yaratabilir.


Sema Bodrum'da bize konuk oldu.

Hülya ve Sema

Orçun ile aynı evi paylaşıyoruz, haliyle o ne bir misafir ne bir komşu...

Evren yakında Bodrum'a taşınır gibi geliyor bana :)

Sema

Bir akşam da Orçun'un arkadaşları Atahan ve Berk misafirimiz oldu.

Şimdi yazacaklarım kötücül sayılır mı bilmem ama yazlıkçı komşularımızın da evlerine dönmeleri yegâne arzum. Takdir ederiz ki insan komşusunu arkadaşı gibi seçemiyor. Önceki yazılarda bahsetmiştim. Salgın burada en çok site içindeki komşuluklara yaradı diye. Hele ki biz bahçe, bostan, taş toprak ile uğraşıp, birlikte epey zaman geçirdik. Belki de muhtemelen hastalığa dair duyacağımız tedirginliği, belirsizliğin getireceği sıkıntıyı bu sayede hiç yaşamadık. Hani şu “Yengemin, halasının, dayı oğlu duymuş/görmüş…” diye başlayan sosyal medya paylaşımları ayyuka çıkmıştı. Aynı sürecin bizi bu kirli bilgiden de koruduğuna inanıyorum. Bu sayede kendi adıma komşularımla pek güzel anılar biriktirdim.

Lakin zamanın akışı içinde hayata aynı yerden bakmayan bu grup insan arasında mesafeler ortadan kalktı. Birbirimizi tanıdıkça hayallerimizin, isteklerimizin, inançlarımızın ve tutkularımızın tamamen farklı olduğunu gördük. Benzer yapılarda olsaydık dahi mesafesizliği tehlikeli bulurum. Zira mesafe her türlü ilişkinin sağlıklı yürümesinin kilididir.

Babamın son yıllarında, özellikle biz Bodrum’a taşındıktan sonra Ege’de bir arsa alıp içine üç ev yaptırmak gibi bir hayali vardı. Oğulları, gelinleri ve torunuyla hayatın geri kalanını birlikte geçirmeyi çok istiyordu. Bir keresinde bunu neden istemeyeceğimi basitçe anlatmış ama alınmasına engel olamamıştım. Niyetim aynı kökten gelsek de farklı yaşamlar kurduğumuza ve yaşadığımıza ikna etmekti. Aynı ağacın farklı yönlere uzanan dallarıydık. Yepyeni yaşam kültürlerini temsil ediyorduk. Lafın içinde kültür geçince babam konuyu hiç düşünmediğim bir yerden okumuş ve kardeşime kendisini cahil bulduğuma dair dertlenmişti. Oysa ben ne okullar bitirmiş ama bir şey olamamış adamlar gördüm. İlkokuldan sonra hayata atılmak durumunda kalmış ve tüm zorluk ve yoksunluklara rağmen harika bir aile, yaşam kurmuş babamın eline su dökemezlerdi. En kralı gelse geride bıraktığı parlak ize ve yarattığı saygınlığa erişemezdi. Gel gör ki babam ilkokul mezunu bir adamla yan yana yaşamak istemeyeceğimi düşünmüştü… Ah be baba…

İstemediğim tek şey yıllar yılı dantel gibi ördüğümüz sevgi ve saygımızın ortadan kalkması, mesafesizliğe kurban gitmesiydi ki bunun bir ihtimal olmadığını da deneyimledik. Hayata gözlerini yummadan önceki bir yılı hayal ettiği gibi beraber geçirdik. İyi ki de öyle yaptık. Belki bir Ege kasabasında değil ama oğulları yanındaydı. Yaşama tutunmada babama büyük güç verdiğimizi hissettik biz de. Fakat diğer taraftan hastalığı ve yaşına bağladığım inadı ve bencilliği çok boğucuydu. İki kardeş birbirimize karşı en büyük başarımız farklı yaşamlar sürdüğümüzün farkında, saygılı ve adil olmaktı. Yoksa değil sadece babama karşı, alzheimer’ı iyice ilerlemiş anneme dahi görevlerimizi yerine getiremezdik.

Komşularımla yaşadıklarıma geri dönersem; aynı süreç bizi bunca yıl mutlulukla yaşadığımız yerde en huzursuz geceye taşıdı. Bir yazı konusu olarak da paylaşmıştım. Bize bunu reva gören komşumuz Eylül biterken hala -isteyerek veya istemeyerek- düşüncesizliği ve tüm gürültüsüyle özel alanımıza dalabiliyor. Bu nedenle sakin yaşamımıza geri dönmeyi iple çekiyoruz. Umarım pandemi dönemini Bodrum’daki yazlığında geçirmeye karar vermez.

Sakin yaşam demişken, kavuşmayı en çok istediğimiz maddelerden mahremiyetimiz ve yalnızlığımızdır ki bundan da bahsetmem gerek. Zira pandemi ile birlikte -yine yazmıştım- evin hemen yanında ve girişi sadece bizim bahçeden veren terk alanı işleyip, ekince orası bir anda kıymete bindi. Site dışından, alana cephe bina sahipleri de burayı kullanmak istediler. Yaka’da yaşadığım 5 yıl boyunca hiç görmediğim tehditli tartışmalara şahit oldum.

Aynı alan ister istemez bir trafik de yarattı doğrusu. Öyle ya sulaması var, çapası var, bakımı var. Akşamüstleri güneş yatarken Enişte ile görev paylaşıyorduk. Birimiz sularken diğerimiz tırmıklıyor veya çapa yapıyordu. Bu saatler, bostana cephe tüm komşularla akşamüstü buluşması gibi bir şeye benzeyince bahçeden ayağımı biraz kestim. En azından buna ihtiyaç duydum. Çünkü her kafamı çıkardığımda seslenilmesinden yoruldum.

Bağımsızlığımızı ilan etmemiz gerek :)


Şimdi değil bahçeye, verandaya çıkarken bile önce etrafta kimse var mı diye bakıyoruz. Ev hali denen bir durum var. Hülya ile öpüşüyoruzdur… Mayolarımızı çekmiş güneşleniyoruzdur ya da ne bileyim, don atlet çıkmışımdır verandaya. Sabah, öğlen, akşam, çalışırken, tembellik yaparken veya bir şey izlerken penceremin önünden birilerinin geçmesi veya seslenmesi epey diken üstü bir hal yarattı. Ben de ne yazık ki kimseye gelmeyin ne işiniz var bahçemde diyebilen biri değilim. Anlaşıldığı üzere biraz yol geçen hanı oldu evimizin önü. Hülya ve bana özel bir alan olmaktan çıktı.

Daha da mutsuz edeni saat gözetmeksizin telefon açabileceklerine inanmaları. Kimseyi gece saat 21:00’den sonra aramadığımdan -mesaj dahi atmam- gelen çağrıya dönmem. Aynı şey sabah için de geçerlidir. 9:00’dan evvel ne telefon açar ne mesaj atarım. Basit bir görgü kuralı gibi geliyor bu bana. Her neyse çok şikâyet ettim sanki. Kimseye söyleyemediklerim buraya dökülüvermiş. Varsın iç döküntüm burada dizilsin cümle cümle. Uzun lafın kısası sonbaharla birlikte altında yaşadığımız çatı yeniden sakin ve bize özel yuvamıza dönüşsün istiyoruz.

“Geçen hafta itibariyle son misafirleri uğurladıktan sonra artık kendi normalimize dönme zamanıdır” diye başlamıştım yazıya. Son olarak cümlenin devamındaki bisiklet turlarına özlemime de değinip normale dönüş bahsini kapatayım.


Bisiklet üzerinde mutlu olduğumu kendime sık sık hatırlatmam gerekti.

Ali beni hiç yalnız bırakmaz.

Yaz sıcağında çıkıp turlamak zaten zor iken ben de bu sene daha üşengeçtim sanırım. Günün uygun ve havanın müsaade ettiği saatlerde önceki yıllarda asla ıskalamayacağım bisiklet turu fırsatlarını pek de güzel teptim. Fakat Eylül yolların çağrısının zirvelerde çınladığı bir aydır. Aralık ortasına dek yarımada ve hatta Gökova turlanabilir. İki yıldır ertelemek durumunda kaldığım uzun turlar da burnumda tütüyor şimdilerde. Bir 5-10 gün aralayabilsem de düşsem yollara.

Sadece ısının değil, ışığın da değiştiği taze günler kısalmaya başladı. İşte o ışıkta yıkanmak kendi normalimizin rutinlerindendir. Ne zaman ki güneşin bir başka doğduğu sabaha uyanıp bisikletimi sürmeye başlarım, bilirim ki her şey normale dönmüştür. Yeni mevsimde aldığım ilk nefesten sayarım.

Yorumlar

  1. Bisiklet seven, az seven, hatta sevmiyen de vardır. Ünlülerin bisiklet vecizelerinden paylaşayım dedim;

    "Heyecanların azaldığı, günün karanlık gibi göründüğü, çalışmanın monoton hale geldiği, umut etmenin çaresiz kaldığı anlarda, hiçbir şey düşünmeksizin bisikletine bin ve ödünç aldığın yollarda gezintiye çık " - Sherlock Holmes'un yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle

    "Sanıyorum dünyadaki en saçma manzara, bisiklet üzerinde bacaklarını var gücüyle çalıştıran ve atın kendisini taşıdığına inanan, halbuki, herkesin görebileceği gibi, atı kendisi taşıyan kişidir." - G.Bernard Shaw

    Benim için de ifadeleri var bisikletin, özgürlük, gayret gibi...

    Pedallarınız kolayınıza olsun, iyi turlar.

    Sizi hep zevkle okuyorum bazen aylar boş geçsede ! Okudukça babanıza daha çok benzediğinizi düşünüyorum. :) - Bol bol selam

    YanıtlaSil
  2. Bisiklet tutkusu nasıl bir şey diye hep eşimle birbirimize sorarız yoldayken. Biz daha güvenli arabalarımızla seyahat ederken onlar bu ülkenin karmaşa trafiğinde yol kenarında kan ter halinde bir yerlere gitmeye çabalarlar. Herkes sizin gibi şanslı değil tabi ki, güzel yollardan geçerek denizle buluşamıyor ama yine de tutkunu çok insan var.
    farklı tutkularımız olsa da şu blog dünyasında benzer yönlerimiz var. Sevdiğimiz şeyleri ne olursa olsun yapmaya çalışıyoruz.
    iyi ki yazıyor, çiziyor, fotoğraflıyor ve paylaşıyorsunuz. Bir çok insan gibi keyifle takipteyiz. sevgili eşinize selamlar, keşke o da yazsa. Bir sanatçının kalemini okumak çok isterdik.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından