Ateşle başlayan hayat

Öğleden sonraya kadar heyecanımı nasıl bastırdığımı hatırlamıyorum. Evden annem ve babamla vedalaşarak çıkmış, Hülya ile Bodrum'da buluşmak üzere randevulaşmıştık. O uzun öpücük birbirimize verdiğimiz özel bir sözdü. Dükkânın önündeydik ve arkamdan dökülmek üzere bir maşrapa su hazırlanmıştı. Bisikletin önüne doğru uzanıp sağ bacağımı yüklü bagajımın üzerinden güçlükle attım. Pedalın üzerinde yükseldiğimde kadro, birkaç metre sonra kırılacak denli titredi, içimde tedirginlik oldu. Zira ofis arkadaşlarımla da vedalaşmak üzere Levent'e tırmanacaktım. Eyvah eyvah...

Limonata molası / 17 Ekim 2014

Ofisten erken ayrılmam gereken durumlarda veya mesaiden tatile çıkacağım günlerde her şey son ana kalır ve telaş kalbimi avuçlardı. Her zaman tez canlı olmuşumdur. Özellikle yolculuklarda gereğinden erken hareket etmek, mesela havaalanına 1 saat önce girmek yeterliyken 3 saat önce bulunmak şanımdan sayılır. Çevremdekileri sık boğaz ederim hatta. Sık boğaz edemeyecek kadar samimi değilsem sıkıntım büyür, ta ki bekleme salonunda uçağa geçmemize yarım saat kalaya dek içimde taşırım. Her ne hikmetse, ofiste her şey normal olsa da telaş yakamı bırakmazdı. Hep son ana bir şey çıkacak, belki de bana paslanacak diye mi düşünürdüm bilmiyorum. Uçak, otobüs her neyse kaçacak ve kurduğum hayal daha baştan dağılacaktı. Bu sefer yüklü bir bisikletle Yenikapı'daki feribota yetişme hali de içimi kemiriyor telaşımı köpürtüyordu. Acemiyim, fazla mı yüklemişim bilmiyorum ama ofise gelirken bisiklet öyle eğilip bükülüyordu ki herşeye yanlış başladığımı bile düşünmüştüm. Bu durumda zamanla yarışmak zorunda kalmamalıydım. Biraz erken davrandım bu sefer. Madem "hadi ben kaçtım" diyordum buna uygun bir adım attım. Arkadaşlarımla vedalaştım. Peşimden bir sürahi su boca edildi.

Karaköy'de uzun bir limonata molası vermeme rağmen, Yenikapı'ya da yol arkadaşlarımdan erken geldim. Heyecanımı bastırsın diye iskelede aynı Püskül'e benzeyen bir kedi sevdim. Güneş batmaya yatıyordu. Kedinin uzayan gölgesini sevdim. Etrafta herşey turuncuya boyandığında, bu sefer portakal renkli kediyi sevdim. O değil heyecanım mırıldanıyordu. Bodrum'a gidiyorduk ve harika bir hikayem olacaktı.

Hiç unutamayacağım büyük bir maceraydı.
Sonra ne turlar yaptık ama ilkler unutulmaz

Bodrum'a yerleşmek üzere bisikletle yollara düşmemizin üzerinden tam 5 yıl geçti. Gerçekten de harika bir hikayem var. O gün bugündür Bodrum'da yaşıyoruz. Her ne kadar son yılın (2019) çoğunu İstanbul'da geçirmiş olsak da bunu Bodrumlu hayatımızdan düşmüyorum. Çünkü evde olmadığımızı bile bile, gözleri her gün veranda da bisiklet arayan komşularımız var. Bisiklet olmuş sana bir suret. Adı zaten Kaçak, bir kafa kâğıdı eksik. Bodrum'da ne kadar biliniyorsam, o da o kadar bilinir. Belki benden daha fazla bile tanınır. Zira onun da başka bir hikayesi, geçmişi var. Bodrum'a döner dönmez de yaptığım ilk şey bisikleti verandaya çıkarmak oldu. Döndüğümüzü ilan etme işini ona bıraktım.

Biz geldik hu huuu!

İstanbul'da geçen 10 ay içinde sadece 18 gün Bodrum'a ayak basmışız. Ocak ayındaki ilk 6 günü saymazsak gerisi daha çok nefes almak için kaçış oldu diyebilirim. Günceye yazdığım son yazılarda ne kadar çok yorulduğumu yeniden okudum. Arada kısa da olsa eve dönmek nefes almakla eşdeğerdi. Peşinden, babamın vefatıyla başlayan resmi işler için yapılan koşuşturmanın bitmesi, annemle ilgilenen Aycemal'in geçen sürede bize verdiği güven, biraderin hali hazırda İstanbul'da oluşu evimize dönmemiz için bize bir kapı açtı. Biz de bu kapıdan geçiverdik. 17 Eylül'de yeniden Bodrum'daydık.

Eve geçmeden adetimizdir, uçaktan iner inmez Berk'te boğazımızdan bir kadeh rakı boca ettik. Dostlarımız katıldılar bir bir. Onlardan Ece biz gelmeden evi açmış, havalandırmış, ekmekti, domatesti, kahvaltılıktı buzdolabına yerleştirmiş. İstanbul'da kim yapar böyle bir şeyi? Eve geç geçtik. Alt komşumuz Orçun, Envercan'la beklemiş, kucaklaştık. Gece karanlığında da olsa fark ediliyor, bahçe elden geçmiş tertemiz. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Enişte etrafı nakış işler gibi işlemiş. İşte böyle bir varışın ertesinde çıkardım bisikleti dışarıya... Bayrak diktim biz geldik diye. Bir önceki yazıda ucundan değinmiştim, özellikle resim altı notlarında. Öyle ya bir önceki yazı Bodrum'dandı...

Evin süpürülmesi, verandanın yıkanması, soba borularının temizlenmesi derken bir hafta çabuk geçti. Evden akrep, çıyan ve kakalaklar attık. Odunlarımızı takviye ederek kışa hazırlığımızı tamamladık. Bodrum'da her şekilde bedenim çalışıyor. Bahçeyi muma çevirmiş enişteye tam destek veremesem de kalan küçük bölgede arada kazma sallayıp toprak attığım oldu. Bu arada sağ olsun tüm yaz domatesini filan yediği küçük bir bostan da hazırlamış. Kışlık tohumlarınızı ekersiniz diyordu en son. Şubatta diktiği meyve ağaçları da yan tarafı iyice şenlendirmiş. Bu ağaçların altından dönüp bostana uzanan bir damla sulama sistemi de kurmuş. Boyumca otlarla karşılaşacağımdan eminken eniştenin bahçede yaptıkları büyük bir yükü kaldırdı doğrusu. Bir haftada gündemim, dertlerim ve havam değişiverdi.

Bodrum'da nelerin olup bittiğini ve değiştiğini görmek için en sevdiğim şey yarımadayı dolaşmak. Pazar alışverişiyle başlayan teftiş turları hemen bir şey gösterdi ki Bodrum bıraktığımdan daha kalabalık. Eylül ortasında böyle bir trafik beklemiyordum. Gerçi yaşayamadığımız kış ayları içerisinde de trafiğin yoğun olduğunu duymuştum. Ama içinde olmak farklı. Bir sürü yeni yapı tamamlanmış, güzergahım boyunca gözüme çarptı. İlk kez kiralık tabelaları gördüm. Mülklerin sürekli el değiştirmesiyle döndürülen ekonomi demek ki eskisi gibi çalışmıyor. Zaten çalışması da bu şartlarda mümkün değil. Uzun zamandır ev fiyatlarının yanına zaten yaklaşılmıyor. Kiralık tabelalar satışın olmadığını anlatıyor. Fakat kiralar da İstanbul'la (İstanbul kiralarını da bilmiyorum ya) yarışır bence. İyi dediğin evler 2500'den başlıyor demişti Kaan. Bilemem... Yalnız kiralama yöntemiyle buraların yakında daha da kalabalık olacağını ön görmek zor değil. Zaten Bodrum girişindeki 161 bin nüfus tabelası 172 bin olarak düzeltilmiş. Resmi olmayan rakamlarla bu 200 bini aşmıştır kanımca. Arkadaş arasında hep bu nüfusu kaldıracak alt yapı yok diye konuştuğumuzu hatırlarım. Belediye alt yapı çalışmalarına da başlamış. Bizim köyün yolu kazılmış, yeni nesil su boruları döşeniyordu en basitinden.

Kaçak

Bodrum

Herşeyin merkezinde bisiklet var

Gümüşlük

Herkes bir işle meşgul olduğu için bu sefer çoğunlukla solo turlar yaptım.

Buna karşın bir sürü irili ufaklı mekân hatta Molly Malone's gibi iyi iş yapan bir yer kepenk indirmiş. Söz konusu işyeri olduğunda kiralar da el yakıyor. Ortakent'te balık aldığımız dükkân tantunici olmuş mesela. Tantunici olarak ne kadar devam eder merak ediyorum doğrusu. Kapanmasa bile mekanların işletmecileri değişmiş, selamlaştığın insanlar gitmişler. Uzun lafın kısası yarımadaya yerleşim için gerekli tüm yatırımlar yapılıyor ama geçinmek için iş kaynağı yaratılamıyor. Dışarıdan büyük bir hevesle yaşam ve nefes koçluğu, yoga hocalığı, kimlik mühendisliği gibi uydurulmuş mesleklere sarılarak gelenlerin kısa süre sonra emlakçı olduğunu izlemiştim. Eşe, dosta... Hadi Bodrum'un sezonuna da güvenip açılan kafe, restoran, patisserie gibi yerlerin ay doldurmadan el değiştirdiğini de gördük. Uzmanı değilim ama bana Bodrum'da ne iş yapılır dendiğinde nelerin yapılamayacağını artık çok daha net söyleyebiliyorum. Geçtiğimiz yaz (belki biraz bizden de özenip) gelen, üstelik işini uzaktan yapabilme lüksüne sahip Bodrum'a taşınan birkaç arkadaşım yaz sonu gerisin geriye döndü. Zira o kanatta da iş yok artık. İstanbul'da geçirdiğimiz 10 ay boyunca bileğine güvendiğim meslektaşlarımın iş bulamamaktan yakındıklarını, freelance iş bulmuş şanslı saydıklarımın da paralarını alamadıklarına yakından şahit oldum. İstanbul'da iş yoksa Bodrum'da nereden olsun. Şimdi ben de aynı durumdayım. Sonuçta Bodrum'a işsiz döndüm. Haliyle burada kaldığım yerden devam etmek gibi bir durumum yok. Bir önceki yazının sonunu "Biraderin de dediği gibi bu yeni bir hayat, yeni bir bölüm, yeniden kurgulayacağımız..." diye bağlamıştım. Bağladığım yerden yürüyeceğim.

İşte bu yüzden tam da bir kırılma döneminden geçtiğime inanıyorum. Sadece ben de değil, Bodrum'daki işlerini bırakıp son 7 ayını Güney Amerika'da geçiren, büyük bir deneyim, anılar ve rengarenk hikayelerle dönen dostlarım Eda ve Umut da sıfırdan başlamanın en iyisi olacağını düşünenlerden. Konfor alanının dışına çıkmaktan çekinmeyip işini bırakan Kerim’in de (Mayk) kendisine yeni bir çıkış noktası bulacağından emin. Onun kendine güveni bana ilham veriyor. Henüz buluşup konuşmadık ama sınıf arkadaşım ve meslektaşım Burak'ın tarıma yöneldiğini, sebze bahçesi kurduğunu sosyal medyadan izledim. Değişen şartlara göre bir şeyleri dönüştürme kabiliyeti olan, bir kenarda ne yapacağız, iş yok, bundan başka bir şey bilmem, yapamam diye yakınmayan, şikâyet etmeyen arkadaşlarım var. Bu yüzden şanslıyım. Bildiklerim artık işe yaramıyorsa öğreneceklerimle var olmayı sürdürürüm diye düşünüyorum.

Kimse olmayınca Umut'la çevirdik.

Yalnız, tam bir tembellik ve bir şey yapmama isteğiyle dolu bir dönemde olduğumu itiraf edebilirim. Bocalama da olabilir. Buna rağmen ağır ağır da olsa bir süredir biraderin işlerine yardım ettiğimden -ki tasarım desteği veriyorum- tarım ve dijital tarıma dair pek çok şey öğrendim. Bizim mesleğin güzel yanı da budur. Hangi sektöre hizmet veriyorsan onunla ilgili illa ki bir şeyler öğrenirsin. Zaten müşterini iyi tanımadan doğru hizmet vermen imkansızdır. Kardeşim de bir eşiği geçme arifesinde. Yani tıpkı ben ve arkadaşlarım gibi onun için de kırılma dönemi. Son 10 ayı yan yana geçirdiğimizden çok yorgun ve nefes almaya ihtiyacı olduğunu biliyorum. Biz Bodrum'daki ikinci haftamıza girerken o da 2 günlüğüne yanımıza geldi. Biraz nefes almak için... Biraderin gelmesiyle de evin kalbi atmaya başladı zira yeni hayatın ilk ateşini yaktık. Kırdığım odunun kokusu tutuştuğunda önce verandayı sonra evi ve sonra köyü tütsüledi. Bizim Bodrumlu hayatımızın ruhu o ocaktan geçer, içindeki alevden, alevin ışığından, ısısından hele konuşmaya başladı mı gürül gürül sesinden gelir. Işığı gören, kokuyu ve sesi duyan soframıza oturur. Benim için gerçek şölen de budur. Bisikletimi verandaya koymak nasıl bir duyuru ise ateş davettir. Ateşle hayat başlar...


Sezonu açtık.



Birader, biraderin Amerika'dan misafiri Basir, Ebru, Seçkin, Kerim (Mayk), Orçun, Hülya ve ben sadece karnımızı değil ruhumuzu da doyurduk o akşam. Odun ateşinde pişen patlıcan, biber, iki baş sarımsak ve bol köfte rakıyla ıslandı. Ne mutlu oldum anlatamam. Babama da kadeh kaldırdık. İyileşince gelip senin bahçe işini halledelim dediğini anımsadım ama ağlamadım...

İstanbul'dan Mali ve Selin tatil için gelmişler bu arada. Ne severim ikisini de. Mali ile zaten uzun yıllar Republica'da beraber çalışmıştık. Selin'i de bir o kadar zamandır tanırım. Yine Republica'da kısa sürede olsa çalışmışlığımız var hatta bir ara müşterimiz bile olmuştu. Bodrum'a döndüğümüzü tatillerinin son iki gününde öğrenmişler, aradılar. Onlara da bir ateş yakayım istedim ama programlar maalesef uymadı. Dönmeden önceki akşam Bodrum'a indik beraber. Bize Bülent de katıldı.

Bülent

Bülent bir dönem müşterim olmuş -ki Selin o dönem Bülent ile beraber çalıştı- ama dostluğumuz ailecek Bodrum'a taşınmalarıyla başlamıştı. Bizim hayatımıza bambaşka bir lezzet kattılar. Özellikle sayelerinde tanıştığımız Cevat ile birlikte, şarap muhabbetleri, lezzet testleri, odak bir konu üzerine tartışmaları yaşamdan aldığım tadı katmerlendirdi. İki sene evvel radikal bir kararla Bülent ve Pınar Amsterdam'a Cevat da Ankara'ya taşındılar. Hep özel bir şey kaybetmişim gibi hissettim. Onlarla geçirdiğimiz zaman kıymetliydi benim için. Ne var ki geçen sürenin ardından Bülent ve Pınar kültürel, coğrafi ve belki de özel nedenlerle bile isteye ve kollarını açarak yeniden Bodrum'a döndüler. Galiba bu 2019'da beni mutlu eden en güzel haberdi. Selin ve Mali ile birlikte gittiğimiz Müdavim'de Bülent bize Amsterdam günlerinden bahsetti. Yaşamdan, yaşamaktan konuştuk hep beraber. Güldük gülüştük. Uzun süre sonra en eğlendiğim akşam oldu.

Buluşma trafiği, Bodrum'da bulunmadığımız günlerin acısını çıkarırcasına artmaya devam etti. Ali pazar günü için programımızın olup olmadığını sordu Ekim'in başı. Ali soruyorsa durulur bir kere. Zira muhtemelen balık vurmuşlardır. Çoğullaştırmamın nedeni Ali tek değildir. Balık için dalmayı seven 4 arkadaştırlar. Ali, Nazmi, Tolga ve Levent tuttukları balıkları salı günleri, Nazmi'nin dedesinin bahçesinde tüketmeyi severler. O da bir ritüeldir zaten. Zamanla kurallar oluşmuştur ve bu kurallara harfiyen uyulur. Bana anlatılan bu en azından. Salı gününün ne özelliği var bilmiyorum tabi ama erkek erkeğe olmayı tercih ederler. Eh koca koca balıkları dört arkadaş tek başlarına yemiyorlar, misafirler çağırılıyor. Erkek erkeğe diye adı konulunca gelen misafir de kadın olamıyor. Bunca hazırlığı, pişirmeyi, servisi yapınca misafire bulaşık yıkamak düşüyor. İki kere gittim bir kere bile bulaşık yıkamadım laf aramızda. El sürdürmediler. Mekân büyük bir mandalina bahçesinin içinde yer alan ve iki göz odadan mütevellit önde makul büyüklükte sahanlığıyla tipik bir bahçe evi. Tuvaleti, mutfağı yok. Sahanlıkta küçük bir lavabo ve hacimli bir ocak var o kadar. Bu anlamda tipik bir Bodrum evi de denilebilir. Bahçeye gide gele bahçe olmuş sana Baçça... Bodrum ağzı da var tabi. Yine zamanla kendi içinde kurumsallaşmış böyle böyle. Ben şehir kökenli bir misafir olarak Baçça'yı çok fazla dillendirmemeye gayret ediyorum doğrusu. Zira tüketecek yeni bir şey arayan çok insan var ortalıkta.

Baçça gecesi

Davet pazar olunca kurallar esnemiş oluyor haliyle. Biz İstanbul'dan, Eda ve Umut Güney Amerika'dan dönmüşüz, kutlanacak. Eh hanımları almayın denmez tabi. Bu arada Nazmi epey çalışmış 10 numara bir tuvalet kondurmuş Baçça'ya. Kalabalığız da Hülya, ben, Eda, Umut, Ebru, Seçkin, Ferhat, Kerim, Oktay, İzmirli Ali, ev sahipleri Nazmi, Ali, Tolga (Levent bir seminer nedeniyle aramızda yoktu) ve Nazmi'nin dedesi... Bu kadar insan bahçenin neresine gidecek de hacetini görecek?... Sahanlığın üstünü de kapatmış Nazmi. Biz vardığımızda masanın üzerini aydınlatacak ampulün elektriğini ayarlıyordu. Ali mangalı yelliyor, Tolga da balığı hazırlıyordu. Ben bu adamların güzel dostluklarına hayranım. Yüzlerini hiç asık görmedim. Birbirlerine takılmalarını, şakalarını izlemesi öyle güzel ki balık olup oltalarına takılası geliyor insanın. Bir salı da beni yesinler o kadar sevdim onları. Uzun lafın kısası güzel yedik güzel içtik yüzümüzde büyük bir gülümsemelerle kalktık sofradan. Bence Bodrum'a dönüşümüzün mührü oldu.

Neşemiz yerinde

Ne güzel insanlar

Silip süpürdük galiba


Hoş bu yazıyı İstanbul'dan yazıyorum ya neyse. Ara ara gelip döneceğiz elbette. Veraset davası için anneme heyet raporu almamız gerekiyordu. Atladık geldik. Gelmişken bakım evi gezmeye devam edelim dedik. Bunu yapmak şart zira zamanı geldiğinde kulaktan duyma bilgilerle hareket etmek yerine gözümüzün gördüğü gönlümüzü ferah tutsun diyoruz. Bir önceki yazıda da yazmıştım annem ile ilgili ne adım atacağımız dikkatle izleniyor. Hatta "Aman!", "Sakın!" diye başlayan ve vicdanımızı titretmeye yönelik cümleler dinliyoruz. Bazen ne yalan söyleyeyim tersleyesim geliyor. Mehmet de ben de annem için en iyisini istiyoruz öyle de yapacağız tıpkı babamın istediği gibi.

Gecenin bir saati içerideki sese uyanıp yetişmiştim de babamın elindeki havluyu almıştım. Babam düştü düşecek, dizleri boşala boşala annemin odasında yeri silmeye çalışıyordu. Odayı kesif bir idrar kokusu sarmış ne oldu diye sormama gerek bırakmamıştı. Oda bir yana annemin temizlenmesi ve üstünün başının ve nevresimlerinin değişmesi gerekiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam yardımcı izindeydi o gün. Yoksa babam kendi temizlemeye kalkmaz kadını mutlaka uyandırırdı. Onu düşmesin diye koltuğuna oturttuktan sonra -ki annem evi dolaşmaya çıkmıştı bile- önce odayı sonra annemin dolaştığı her yeri temizledim. Babam da o sırada annemin herhangi bir yere oturmaması için çaba harcıyordu. O gecenin sonunda annemi yıkayamadım çünkü izin vermedi, söylendi, kızdı. Temiz olduğunu, yeni yıkandığını iddia etti. Epey bir süre kandırmaya çalıştım ama sadece temiz çamaşır giymesini sağlayabildim. Verdiğim yeni eşofmanı üstüne geçirdi ben terliklerini yıkarken. Bir gözüm babamda, kalkıp düşmesin diye izlerken burnuma o ağır idrar kokusu yerleşti. O öyle bir koku ki annemin benden, kardeşimden, bir bakıcıdan fazlasına ihtiyacı olduğunu, olacağını beynime kazıdı. Daha önce bakım evi fikrine bile karşı çıkan babam, ilk kez o gece, "Çok iyi bir yer bulmanız lazım" deyivermişti.

Babam annemi son nefesine kadar hep düşündü

Bu yıl ilk kez üç hafta üst üste Bodrum'daydık. Yuvam, kurulu düzenim, çevrem, her şeyim orada. Huzurum, neşem, bisikletim, ciğerlerime aldığım hava aklıma ne gelirse yazabilirim. Orada, beni burada hasta eden her şeyden uzaktayım. Yapabileceğim en temiz şey annem için ayda birkaç günlüğüne İstanbul'a gelip dönmek olacak. Tıpkı beş yıldır önce iş ve sonra babam için yaptığım gibi. Mehmet'in de kendince bir düzeni, gelecek planı, düşünmesi gereken bir ailesi var. Denemiş olduk, biz Bodrum'dayken Mehmet iki üç günde bir annemi ziyaret etti, evin alışverişini, eksiklerini tamamladı bazen de sırf annemin yanında olmak için işlerini Bebek'te takip etti. Lakin yaptığı iş bazen uzun süre şehir veya yurt dışında bulunmasını gerektiriyor. İkimizin de uzakta olduğu durumlarda yanında kalan kişinin güvenirliliği çok önemli. Şu an mevcut durumda her şey yolunda gözüküyor gibi. Kaldı ki Alzheimer kötüye gittiğinde, annem agresifleştiğinde, bakımı zorlaştığında bakıcı sirkülasyonu da artacak. Yaşayanlar anlatıyor. Hasta hele Alzheimer'lı hastaya bakmak kolay değil. Kasım’da 15 gün izne çıkacak Aycemal'in yerini alacak birilerini arıyoruz. Bu tip durumlarda annemin güvenliği, bizlerin de içinin rahat etmesi çok önemli. 15 gün annemin başında duramayacağımız aşikâr.

Bebek'teki evden manzara

Eminim al karını çocuğunu yerleş mis gibi kocaman ev diyenler vardır. Ya Mehmet ya beni kiradan kurtaracak ideal bir çözüm. Hem annem de yalnız kalmayacak fena mı? Başkalarının ne düşündüğünün zerre kadar umurumuzda olmadığını, zira ne yaparsak yapalım memnun olmayacaklarından adımız gibi eminiz. Destekçimiz de çok. Onlar da fikirler veriyorlar. Lakin herkes bir şey söyleyince tuhaf bir kitlenme yaşadığımızı söyleyebilirim. Bulduğumuz ve önümüze konan her formülü elbette düşünüyor tartışıyoruz. Fakat bunlar söylendiği kadar basit şeyler değiller. Mesela ben zaten İstanbul'da yaşamayı düşünmüyorum. Bodrum'da mutluyum. Bunun için anneme Bodrum'da bir çözüm bulmayı araştırdık ama astarı yüzünden pahalıya geliyor. Mehmet'in de yarın öbür gün işi gereği değil başka şehir hatta ülke dışında yaşama ihtimali var. O yüzden hızlı karar vermeden düşünebileceğimiz birkaç hafta var önümüzde. Zira annemin yanında kalmakla bakımını sağlamak ayrı şeyler. Başta, gelmişken bakım evi gezmeye devam edelim derken buraya bağlamak istedim. Yoksa konu daha çok uzatılabilir.

İstanbul'da da bir haftayı geride bıraktık. Dediğim gibi veraset davasıyla ilgili adımlarımızı tamamladık. Yardımcımızın 15 gün iznine çıkacak olmasının doğurduğu yeni durumlar olmasa Bodrum'a dönmüştük bile. Şimdi ne zaman döneceğimizi belirleyemiyoruz. Belirsizlik de çok can sıkıcı bir şey.

Daha uğraş verilecek çok şey var burada. Ama o da zamanı gelince anlatılsın. Geç oldu, yatayım artık...

Yorumlar

  1. Annem vefat ettiğinde babam daha 74 yaşındaydı ve elinden her iş gelen çok becerikli bir adamdı. 2 yıl yanında kalan ve master yapan oğlumla yaşadı ama o kadar mutsuz ve huzursuzdu ki, bizlere de o iki ylı adeta zindan etti. Sonra bir yakınımızın tavsiyesiyle gezip beğendiği İzmir'deki emekli sandığına ait bir huzurevine yerleşmeye karar verdi. İtirazlarımızı hiç dinlemedi ve kendi gönlüyle gidip kaydoldu. Elimizle götürüp yerleştirdik bir tatil köyü güzelliğindeki merkeze. Babam orada o kadar mutlu ki anlatamam, neredeyse 11 yıl olacak. Gel gör ki babamın nerede olduğunu öğrenen herkes önce bakışlarıyla, tavırlarıyla, cesaretini toplarsa sözleriyle "babanıza niye bakmadınız da huzurevine yereştirdiniz" diyorlar. Ne kadar aldırış etmemeye çalışsak da huzursuz etmeyi başarıyorlar. Bence Coka, kulak tıkayın etrafınızdaki insanların olumsuz tavırlarına ve laflarına. Eminim ki anneniz sağlıklı düşünebilse o da bunu isterdi. Sizin ya da bir bakıcının başarabileceği şey değil bu, sağlıklı olan babamın isteklerini bile karşılamakta zorlanıyoruz yerine göre, çünkü bizlerin yaşı da giderek ilerliyor, bedeni gücümüz zayıflıyor. Bir evlat olarak babanıza ne kadar özveriyle baktığınıza şahidiz, eminim ki zorunluluk olsa aynı şey anneniz için de geçerli olurdu. Böyle şeyleri ancak yaşayan bilir, dışardan ahkam kesmek çok kolay. Sonuçta o sizin anneniz ve onun için en iyisini siz düşünürsünüz. Dilerim gözünüzü arkada bırakmayacak bir bakımevi bulursunuz. Size ve Hülya'ya Bodrum'da huzurlu ve sağlıklı günler diliyorum...
    (Uzun yazdım ama çok benzer şeyler yaşadığım için paylaşmadan duramadım, affeyleyin)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uzun yazmanıza sevindim. İnsan yorucu bir süreçten çıktıktan sonra desteğe çok ihtiyaç duyuyor. O yüzden hikayenizi paylaştığınız için çok sevindim. Başka zaman olsa dışarından gelen tepkileri anlayabilirim, zira annemi iyi tanıyanlar, arkadaşları, ailesi en az bizim kadar seviyorlar. Kötü niyetli ve patavatsızları bir kenara ayırıyorum. Yine de şunu yüzlerine söyleyebilmeyi çok isterdim... 2-3 senedir gelip görmeyi bıraktım bir kere bile aramayanların şimdi saklandıkları taşların altından çıkıp suyu bulandırmalarına içten içe kızıyorum. Dün yoktunuz, şimdi de susmaya devam edin... Belki de içimdeki bu koru da yazmalıyım bir ara. Dönüp buna baktırdığınız için teşekkür ederim... Size ve ailenize sağlıklı günler diliyorum. Sevgilerimle...

      Sil
  2. Blogunuzu yeni keşfettim ve takibe aldım.Sizi de beklerim.Sağlıcakla Kalın.

    https://dizifilmkitaptavsiye.blogspot.com/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hoşgeldiniz... ben de bloğunuzu keyifle inceledim ve takip etmeye başladım... sevgiler

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından