Cennetin kapısını tıklatmak

Geçtiğimiz Eylül ayı farklı bir koşuşturmayla geçtiğinden oturup da bir şey yazamamıştım. Yaşadıklarımı, duygularımı, hissettilerimi paylaşmak adına bu günce benim için gerçekten bir kaçış noktası. Zamanla hiç tanımadığım ama çok sevdiğim insanlar birikti hatta bir kısmı artık benim için görmediğim dostlarım oldu. Her ne kadar kendim için buraya bir şeyler yazsam da sanki o dostlara mektup yazıyormuşum gibi de düşünüyorum. Bir yerde güncemi ihmal etmek başta kendimi sonra onları ihmal etmekmiş gibi geliyor. Sağ olsunlar, var olsunlar...

Kimse duymadı ama bir akşam herkese teşekkür ettim

Bu vesileyle gelen mesaj, yorum ve aramalar için de çok teşekkür ederim ailem adına. O kadar yoğun bir taziye trafiği oldu ki pek çok dost, akraba ve tanıdığa geri dönemedik. Sanılmasın ki onları unuttuk veya yanıtlamak istemedik. Lütfen acımıza, yasımıza ve şaşkınlığımıza verin.

Babamın kaybından bugüne dek geçen sürenin de büyük kısmı şaşkınlığımızdan kurtulmakla, vefatının ardından atılması gereken resmi adımları atmakla geçti. Annem için vasi tayin edilmesi gerektiğini öğrendik ve bunun için girişimlerimizi yaptık. Bundan sonrası için anneme dair neyin daha iyi olacağına karar verme aşamasındayız. Bu kardeşimle benim için öyle hassas bir karar ki, hep arkamızda duran babamıza dönüp soramayacağımızı bilmek canımızı yakıyor. Bir hatta iki bakıcıyla mı devam etmeliyiz yoksa aynı koşulları Bodrum'da mı sağlamalıyız diye tartışa duralım, iyi bir bakım evi annemin ihtiyacı olan profesyonel desteği daha doğru mu verir diye sormadan edemiyoruz. Bütün bu gel-gitler, koşuşturma, üzüntü vs arasında iki günlük bir Makedonya seyahati de yapıverdik. Uzun lafın kısası Eylül'de hepimizin hayatını değiştiren bir yoğunluk yaşadık. İşte ben bu süreyi günceme not düşmek istiyorum.

CENAZE
Cenaze için taa Bodrum’dan kalkıp gelen Seçkin, bana 2 yıl önce çektiği bir fotoğrafı gösterdi. Bu fotoğraf, birlikte yaptığımız Üsküp Atina Bisiklet Turu’nun pedal basmadığımız tek günü 26 Ağustos 2017 tarihliydi ve dedemin büyüdüğü Rasadiste köyünün girişinde duran tabelaydı.

26 Ağustos 2017 tarihli Seçkin'in çektiği fotoğraf

O günü çok iyi hatırlıyorum. Sabahı Tetovo’da -ki babamın doğduğu yerdir- çoğunu ilk kez gördüğüm akrabalarımızla bir araya gelmiş, tanışmıştık. Konuştukça, sohbet ettikçe daha önce hiç görmediğim o akrabalarımızı uzun yıllar içinde ne kadar da özlemişim diye düşündüm. Babamla teyze çocukları Rauf, Sabahattin ve Şeref kardeşlerden Sabahattin dayı bize etrafı gezdirmiş, Popova Sapka’nın zirvesine kahve ve Sharri’de de yemek ısmarlamıştı. O kadar çok şey anlattı, o kadar çok bilgi verdi ki, sayesinde köklerimle bağımı kurabildim. Bana bugüne dek anlatılmış yarım hikayeler tamamlanmıştı. Sonrasında tüm gün burnumun direği sızlamıştı. Dokunsan ağlayacaktım. Peşinde olduğum hikayemize dair bilmediğim her şey buradaydı. Coka soyadı nereden geliyor, dedemden dolayı aslında Arnavut, bir yanımızın da Bektaşi olduğunu, göçün hikayesi ve dönemin savaş sonrası siyasi iklimini vs Sabahattin dayı anlattı. Köklerimle 40 yaşından sonra bir bağ kuruyordum. Öncesinde niye merak etmediğimi, sormadığımı bilmiyorum. Belki de bunun için babamın hastalanmasını beklemem gerekmişti. Tıpkı hayatımı değiştirmek için hastalanmayı beklemiş olmak gibi...

Tüm akrabalar bir aradayken İstanbul’dan babam aramış, anlattıklarımızı dinlerken “Ne güzel ailemiz var değil mi?” diyerek hıçkırıklara boğulmuştu. Babamı ağlarken hiç görmemiş, duymamıştım. Memleketini ve geride bıraktıklarını çok özlüyordu. 26 Ağustos 2017 günüydü ve Seçkin bir sürü fotoğraf çekmişti.

O günün üzerinden tam iki yıl sonra, 26 Ağustos 2019 Pazartesi sabahı babam hayata gözlerini yumdu. İki yılı aşkın süren savaşının son döneminde yorgun ve epey moralsizdi. Bir yerde de bedeni daha fazlasını kaldıramadı. Tedavisinin kesildiği Kasım ayından itibaren yanından hiç ayrılmayıp, elimizden geldiğince rahatını sağlamaya çalıştık. Sadece babam değil, annemin de hızla ilerleyen alzheimer hastası olduğu düşünülürse yanlarında olmak iki kere şarttı. Aynı dönemde işsiz kalışımı bu yüzden hayırdan sayıyorum. Arada isyan da ettik zira ne ben Hülya’yı, ne de kardeşim eşini ve çocuğunu göremedi belli süreler. Ama -hem tek tek hem de ailecek- olan-olabilecek her durumu, evleri, mecburiyetleri vs her şeyi çok rayında idare ettik kanımca. Böylece annem, babam ve kardeşimle birlikte geçirdiğimiz son 10 ayın ailecek ıskaladığımız zamanı yerine koyduğuna inanıyorum.

Baba oğul son fotografımız

Kalabalığa bakınca güzel bir cenaze merasimi oldu. Eşlerimiz yanımızda iki kardeş karşıladık gelenleri. Ne kadar çok seveni olduğunu gördük. Orada ağlamamaya direnerek taziyeleri kabul ederken babamı, müşterilerinin yüzünde yeniden gördüm. Bir müşterisinin 40 yıldır saçıma başkasının eli değmedi cümlesi bile tek başına çok şey anlatıyordu benim için. Bu anlarda bıraktım kendimi. Gözyaşları içinde babamla ilgili bir anı, anektot veya hiç bilmediğimiz başka bir yönünü dinledim. Ağlıyordum belki ama tüm gün üstümden atamadığım gerginlik o anlarda kayboldu. Kimini hatırlamadığımız, kimini hiç tanımadığımız ama çocukluğumuzu bilen veya ellerinde büyüdüğümüz o güzel insanların sözleri babamın son mesaj ve nasihatleriydi. Oya hanım!.. Berna hanım... Erdem Kıramer... Hepsi ne güzel insanlar!.

Kimisi de çok sordu cevap veremedim. Yedisinde ne yapacaksınız? Duası camide mi yoksa evde mi olacak? Lokma döktürmeyecek misiniz? 40'ı?.. 52'si?.. Şu bu derken hiç bilmediğim bir takvimin içinde, bir takım gelenekleri yerine getirmemizin beklendiğini farkettim. Meraklı amcalar, ağzı laf dolu teyzeler, yönlendirenler, kendini her şeyin odağında gören birbirinden bağımsız kişiler sürekli ne yapmamız gerektiğini empoze edip durdular. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Zira o gelenekleri hiç bilmem doğrusu.

Yorgunluğunu bile gizliyor insan.


Hayatım boyunca ama bilerek ama bilmeyerek dini adet ve vecibelerin hep uzağında oldum. Namazında niyazında ve disiplinli bir kadın olarak bilinen babaannemin "iyi insan ol, sana o yeter" düsturuyla büyüdük. Bu konuda babaannemi de babamı da gururlandırdığımıza inanıyorum. Zira iyi insan olmaya çalışmak bana en evrensel öğreti gibi geliyor. İster Türk ister Japon olsun, dünyanın diğer ucundaki Haitili olsun yetiştirdiği evlatlarının iyi insan olmalarını ister. Neye inandığının, neyi temsil ettiğinin bir önemi yoktur bana göre. Belki de incinmemek için pek lafını etmem ama hiç oruç tutmadım mesela... Bu beni kötü bir insan yapmıyor. Namaz kılmayı bilmem. Haliyle Cuma'ya da gitmişliğim yoktur... Babamla bayram namazına gitmeyi de dini değil bir aile adeti sayardım. Arapça telaffuzunu yapamadığım için, eğitim hayatım boyunca karneme hep kırık getirmiş, anlamını bilmediğim (açıkçası merak da etmediğim) iki dua ezberimdedir o kadar. O da başarısız onca tekrarın mirasıdır. Uzun lafın kısası, adet olduğu üzere yapılması gereken dini görevlerimizi ne zaman ve nasıl yapacağımıza dair bir cevabımız ne bende ne de kardeşimde yoktu ki aklımıza güzel bir fikir geldi.

Üç çam ağacının altında, Zincirlikuyu Mezarlığı'nın belki de en güzel yerlerinden birinde yatıyor artık babam. Ölmeden önce yapmak istediği kendiyle ilgili, sonra bizimle beraber pek çok şey vardı. Son ana dek iyileşeceğine o kadar çok inanıyordu ki bedeni ruhuna yanıt vermediğinde keyfi çok kaçıyordu. Doğduğu topraklara, memleketine gitme isteği ön plana çıktı bu anlarda. Belki de bir pişmanlığı yaşıyordu kim bilir! 6 yaşında ayrıldığı memleketine yaşamı boyunca sadece bir kere gitmişti. Geride bıraktığımız sene de babamın bu isteğini iki kere yerine getirmeye çalışsak da seyahat esnasında müdahale edemeyeceğimiz bir durumla karşılaşma riskini alamadık. Cenazenin ertesi günü Mehmet ile birlikte babamın kabri başında konuşurken Makedonya'ya gitmeye karar verdik.

CENNETİN KAPISINI TIKLATMAK
5 Eylül Perşembe, öğlen gibi Üsküp'te idik. Mehmet bilet, araba ve kalacak yeri organize etmiş, kalacağımız 2 günü kabaca planlamıştı. Ben de bu planı güzergah ve yeme içme alternatifleri ile süsledim. Bisikletle geldiğimizle Seçkin ile kullandığımız alternatif rotadan Üsküp'e doğru yola çıktık. Öbür türlü otoban, duygusunu bize geçirecek en ufak detayı saklayacaktı. Yolun bu ilk kısmında bize babamın hem evde hem de hastanedeyken sabahları dinlediği müzikler eşlik etti. Sağlı sollu yerleşimler, evlerin yapıları, bu koca ovaya adını veren Vardar nehri bahsettiğim duyguları bir bir içimize işlemeye başladı.

Üsküp'e vardığımızda hem döviz bürosu bulmak hem de yemek yemek üzere nehrin kuzey kıyısında kalan eski çarşıya yürüdük. Üsküp'ü coğrafi olarak ikiye bölen nehir, şehri etnik olarak da ayırıyor. İki yıl önce yemek için yer arıyorken, yoldan çevirip sorduğumuz biri Türk olduğumuzu öğrenince nehrin karşısını işaret etmiş, Müslüman, Türk ve Arnavutlar çarşıyı tercih eder demişti. Cici bir avrupa şehri resmi veren Üsküp, köprüyü geçtikten sonra Balkan kimliğine bürünmüştü. Karşı kıyının aksine bu taraf daha çok bizim Eminönü tarafına benziyordu. Hediyelik eşya dükkanları, turistik kafeler, esnaf lokantaları vs nehrin güney kıyısına göre daha iç içe, üst üsteydi. Aklıma böyle kazınmış. Hem hatırladığım döviz bürosunu hem de köfte yiyeceğimiz restoranı elimizle koymuş gibi bulduk. Kendimizi çok iyi hissettik. Ben ayrıca Mehmet'in yüzünü gülerken görmekten mutluydum. Sağa sola bakışını, sessizken yüzünde oturmuş gülümsemeyi babama benzettim. Ah muri Yaşar!

Hoşbulduk Üsküp
Makedonya Meydanı / Üsküp
Mehmet buraya 15 yıl önce babamla gelmiş. Değişimi daha net görüyor.

Tetovo'ya saat 14:00 gibi varacağımızı haber vermiştik ama Üsküp'ten çıkışımız o saati buldu. Kardeşimle beraber vakit geçirmek, oyalanmak, şakalaşmak güzel geldi, zamanın nasıl geçtiğini unutmuşuz. Ertesi akşam Üsküp'te kalmaya karar vererek düştük yeniden yola. Tabi otobanı yine kullanmadık. Üsküp'ten Tetova'ya uzanan eski yol biraz daha babamın kafamızda çizdiği resme benziyordu. Tren yolu, tarlalar, orman, çeşmelerden gürül gürül akan sular iki sene evvel anılarıma oturttuğum şeylerdi. Bu yolu Mehmet de görmeli dedim. Gün batarken, babamı anarak, kimi hikayesini tekrar anlatarak, sevdiği müzikler eşliğinde Tetovo'ya vardık.



Tetovo dediğin tek meydanı, tek oteli olan küçücük bir şehir. İki sene sonra etrafı daha bir derlenip toplanmış buldum doğrusu. Zira ilk ziyaretimizde Seçkin'in de benim de ilk dikkatimizi çeken etrafa yayılmış çöplerdi. Üçüncü büyük şehri olmasına rağmen Tetovo sorunlu, ekonomik olarak zayıf ve özellikle Arnavutluk yanlılığıyla dışlanmış gibiydi. Siyasi bir çekişme yaşandığı her şekilde hissediliyordu. Haliyle buraya Makedonya toprağı demek bana zor gelmişti. Avrupa Birliği üyeliği söz konusu olduğundan ülkenin destek aldığını okumuştum. İki yıldaki hızlı değişim hemen fark ediliyor. Gerçi gelen kredilerin nasıl harcandığını bilemem ama ilk seferinde görmediğim lüks araçlar meydanı dönüp duruyorlardı. Değişmeyen tek şey hala dalgalanan Arnavutluk bayraklarıydı...

Üsküp Tetovo arasını eski yolu kullanarak geçtik. Video çekmekten fotoğraf çekmeyi atladım yine.
Tetovo

Rauf dayının evini yine şıp diye bulduk. Yine iki yıl önce sırtında açılan bir yaradan dolayı yatakta karşılamıştı bizi ama bu sefer daha iyiydi. Sırayla herkes geldi. Şeref dayı, eşi, oğlu, torunu... Öyle güzel sohbet oldu ki babamın sesinin titreyip ağladığı gün geldi aklıma, "ne güzel ailemiz var değil mi?" diyerek.

Buraya asıl geliş nedenimiz, uygun olursa bir camide babam için dua okutmak, kabrine sermek adına memleketinden biraz da toprak almaktı. Tabi Makedonya'da kurallar ne bilmiyoruz. Bizdeki gibi kişiye özel dua okutulmazmış burada. Bu konuda Bujar yardım edebileceğini söyledi. Ertesi günün programını yaptıktan sonra, havaalanından aldığımız lokumları dağıtıp otelimize geçtik. Her ne kadar gerek yok desek de Bujar akşam yemeği için bizi alacağını söyledi. Yukarıda Sharri'de güzel bir akşam yemeği yedik. Mehmet ve Bujar biraz da iş konuştular. Mehmet, ihtiyacı olan bir sürü şeyin burada karşılanabileceğini öğrendi. Bujar da bizi ertesi gün çalıştığı üniversiteye davet etti.

Sabah erkenden önce Rasadiste'ye çıktık. Topu topu 10-15 evin birbirinden uzak konumlandığı, elma ve kiraz bahçeleriyle bezeli bir yamaç köyü burası. Dedem öksüz kalınca burada dayılarının yanında büyümüş. Aşağıda Tetova ki Tet ovası adıyla telaffuz edebilirmişiz alabildiğine uzanan geniş bir bölge. Zamanın da bu beton yığının altında dağ sularıyla beslenen alabildiğince uzanan verimli bir ovaymış. İnsan eli değmeye görsün, her şeyi mahvediyoruz. Değil sadece babamın, dedemin de küçükken benim durduğum bu noktadan aşağıyı izlediğini hayal ettim. Yarın öbür gün Deniz de buradan aşağı bakıp bizim varlığımızı hissedecek diye düşündüm.

2 yıl sonra aynı kareyi çektim.
Tetovo

Öğle namazına kadar zamanımız olduğundan çabuk hareket edip babamın doğduğu eve de uğradık. 10-15 yıl önce Mehmet ve babam buraya geldiğinde bıraktıkları gibi duran evi izlemişler. Göçten sonra bu babamın ilk ve son gelişiydi. Satılıp yeniden yapıldığı halini göremedi. Belki de iyi oldu nitekim 2 yıl evvel ben geldiğimde ne yazık ki babamın hatırasında kazınmış yuvasının yerinde yeller esiyordu. Yine de islah edilmiş derenin çevresinde, un fabrikasının bahçesinde koşuşturan 6 yaşındaki babamı hayal edebildim. Bu sokaklar hala onun hatıralarını saklıyordu.

Babamın doğduğu ev soldan ikinci. Tabi o zamanki gibi kalmamış.
Mehmet ve Bujar

Bir sonraki durak Bujar'ın öğretim üyesi olduğu üniversiteydi. Burada dünyanın birçok yerinde start up projelerine çalışan halen öğrencilik yapan veya mezun olmuş gençlerle konuştuk. Dünyanın değiştiğini bu küçücük kampüste bile izleyebiliyorsun. Artık bir yerde 9-18 mesai yapıp ay sonu gelecek maaşı bekleyerek ya da bir yer açıp kendi işini yaparak para kazanılmıyor. Dünya hayatı kolaylaştıracak, iz bırakacak yaratıcı fikirlerin peşinde bu gençlerle dönüyor. Yata, kata para harcamaktan sıkılmış büyük sermayedarlar bu projelere yatırım yapıyorlar. Melek yatırımcı tabirini bir süredir duyuyordum zaten. Mesleğim üzerinden bakınca üniversite eğitimi görmüş biri olarak yeni düzende epey cahil kalıyorum. Fikir neredeyse kaynak oraya akıyor. Bu fikri destekleyecek yeni tasarım anlayışı ve dijital mantık epey uzağımda duruyor. Adapte olmam, çalışma biçimimi değiştirmem gereken yeni bir düzen bu. Belki Mehmet'in projesi benim için de yeni bir kapı açacak. Hem de olursa, köklerimizin olduğu topraklardan çıkarak... Yoksa bir ofise tıkılıp, sabah niye geç kaldığımızın, uzayan mola saatlerimizin hesabını vererek ay sonunu getirmeye çalışmaya devam edeceğiz. Suistimal edildiğine inanan patron anlayışı her zaman yeni fikirlerin, arayışların önünü kesmiştir. O kısa üniversite turu bana bunları düşündürdü.

Paşa Camii

Öğle namazı, 1438 yılı yapımı tarihi bir Osmanlı Camii olan Paşa (Alaca) Camii'nde kılınıyordu. Biz beklerken Bujar namaza girip camii imamına babamın adını vermiş. Vaaz, konuşmalar vs arnavutça olunca pek bir şey anlamadık ama niyetimiz yeter dedik. Bizce babamın son arzusunu yerine getirmiştik. Bujar'ı beklerken de Mehmet ile sohbet ettik. İki gündür babamla konuşup konuşmadığımı sordu. Mehmet bizi gördüğüne inandığından, konuşuyormuş. Zira vefat ettiği sabah yanındaydı ve omuzuna dokunarak onu uyandırdığını anlatmıştı. Önce hemşirenin omuzunu sarsarak uyandırmaya çalıştığını düşünmüş, gözünü açtığında kimseyi görmemişti. Gün aydınlanıyordu. Kalkıp yanına gittiğinde babam ölmüştü. Bana "Abi gel" mesajını zor attığından bahsetti.

Cuma namazında babamın duası okundu.
Camii'ye de bakmaya doyamıyor insan

Üsküp'e dönmeden gezmek üzere Bujar bizi Tetova'daki Arabati Baba Tekkesi'ne götürdü. 1538 yılında yapılan Osmanlı’dan kalma bu yapı cemevi iken sofu grupların silahlı baskınıyla camiye çevrilmiş. İyi insan olmanın dinle alakalı bir şey olmadığını bir kez daha görmüş oldum. 2 yıl evvel Seçkin ile yine burayı gezmeye geldiğimizde minarelerde Arnavutluk ve şeriat bayrakları dalgalandığını da izlemiştik. O günden bu güne değişen bir şey yoktu. Aynı gerginlik, aynı her an bir şey olacak tedirginliği hissediliyordu. Neredeyse kesif kokusunu duyuyordun. Ruhum bu gerginliği kabul etmiyordu. Geziyi uzatmadık zaten.

Dönüşte, Tetovo-Üsküp arasında uzanan otobanın güneyinden, farklı köylerin içinden geçtik. Bu yol bizi ziyaret etmek istediğimiz başka bir yere, Matka Kanyonu'na götürdü. Belki de cennetin kapısını tıklattığımız yer de burası oldu. İnsanın ruhuna seslenen dünyanın zarif köşelerinden bir yerdi diyebilirim. Baraj sayesinde kanyonda yükselen su güzel şeyler fısıldıyor gibiydi. Bilmiyorum ama dilini anlamaya gerek olmayan ama iyi insanlarla konuştuğundan emin olduğum bir yerdi. Ben de babamla burada konuştum galiba...

Matka Kanyon'u
Görüşürüz baba!
Buraya yeniden gelmeyi kararlaştırdık. Hatta tüm ülkeyi gezmeyi

ANNEM
Büyük merak konusu, zira herkesin sıklıkla sorduğu yegane konu annemin ne olacağı. Alzheimer söz konusu olunca dikkatler artıyor. Dışarıdan büyük bir göz bizi izliyormuş gibi hissettiriyor bu. İnsanların bu tavır ve davranışları konusunda babamdan da tecrübeliyiz. Mesela ilk zamanlar benim Bodrum'dan dönüp dönmediğim birilerince epey dert edinilmişti. Neredeyse hiçbir kemoterapi seansını kaçırmadığım halde hakkımızda "bakamaz bunlar" gibi söylentiler çıkmıştı. İşi bırakıp tam zamanlı yanına geçtiğimde bile fiskosçuları ister istemez hep duydum. Düşüncelerini direkt yüzümüze söyleyenler de oldu tabi. İyi niyetlisi, patavatsızı... Kendilerinden de örnekler vererek annemi yanımıza almamızın hayırlı olacağı yönünde telkinlerde bulundular. Bizden önceki kuşağın kayınvalideler, kayınpederlerle yaşadığını hatırlıyorum. Kendi ailemi referans alarak gelinler, kızlar, damatlar, oğullar hepsinin birlikte yaşadığını, büyüklerine baktıklarını söyleyebilirim. Lakin devir aynı devir değil. Ne benim ne de kardeşimin ne bu ortamı sağlayacak imkanı ne de enerjisi var. Uzun lafın kısası annem ile ilgili ne yaparsak yapalım, hangi adımı atarsak atalım illaki eleştireleceğimiz kesin. Annem için neyin daha iyi olacağı, kimlerin mutlu veya mutsuz olacağından daha önemli doğrusu. Haliyle kimsenin ne dediğine bakmayacağımıza dair kardeşimle bir birimize söz verdik. Sanırım aldığımız ilk önemli karar bu.

Bayramdan önce Mehmet annemi hastanede babamı ziyarete getirmişti.
Benim elimde ailecek çektiğim son fotoğraf da bu oldu.

Yine onca söylenti ve soruyu görmeksizin annemin başında tam zamanlı refakati bıraktık. İki günde bir hem durumu takip etmek hem evin alışverişini yapmak üzere uğruyoruz. Böylece annemin bir yardımcıyla hayatını sürdürüp sürdüremediğini de test ediyoruz diyebilirim. Günün sonunda sorun yok gibi gözüküyor. Bu sayede eşimiz, çocuklarımız ve evlerimizle ilgilenmek için ihtiyacımız olan zamanı bulmuş oluyoruz. Hatta bu yazıyı iki hafta evvel geldiğimiz Bodrum'dan yazıyorum. Şu an asayiş berkemal gözüküyor.

Evde olmanın mutluluğu

Bodrum demişken benzer bir düzeni burada kurabilir miyiz diye de düşünüyoruz. Bodrum'a taşınmak gibi bir isteği olan birader, anneme en yakın olacağımız sistemi hızla kurmamız gerektiği düşüncesinde. Ben de buradayken araştırıyorum. Elbette söz konusu Bodrum olunca dinamikler epey değişiyor o yüzden aceleye gerek yok dedik. Zira şartlar İstanbul'dan çok farklı. Mesela diyelim içimize sinen ve bizlere yakın bir ev bulduk ve annemi yerleştirdik. Evdeki yardımcının da ikna edildiği ve iki gün sonra işi bırakmayacağını da garantiledik. Zira bu ihtimal İstanbul'da da hep var olacak. İstanbul'daki evde yapılması şart dediğimiz düzenlemelerin Bodrum'da da anneme göre yeniden düzenlemesi illaki gerekiyor. Ne bileyim bahçeye çıkabilsin ama yerleşim alanının dışında kaybolmasın. Mesela mutfakta tüplü ocak yerine elektrikli ocak seçeneği ile belki de hayati bir tedbir almak gibi. Üstelik önümüz kış, Bodrum'da ayazı keskin iki ay bizi bekliyor. Fırtınası, rüzgarı bol buraların. Isınma çözülmesi gereken ciddi bir sorun. İstanbul'daki gibi düğmeye bas ev ısınsın, sıcak su aksın gibi bir lüksümüz olmayacak. Biz taşındığımızın 3. yılında ısınmak için en iyi çözümün soba olduğunu bulmuştuk. Sık elektrik kesintilerinde klima ve elektrikli kaloriferin devre dışı kalması bizi etkilemedi. Bu durum annemi ve tabi yardımcısını nasıl etkiler bilemiyorsun.

Kış hazırlıklarını tamamladıktan sonra bisikletli turlara yeniden başladım
Bisiklet bu sefer ruhumu sakinleştirdi
Turlarda da epey düşündüm. Hayatımı yeni bir yere taşıdım.
Hülya olmasa ne yapardım bilemiyorum. En büyük destekçim benim.

Bunları anlatınca Bordum'da bir bakım evi yok mu diye soranlar oldu. Kafanız rahat eder, zırt pırt ziyaret edersiniz gibi güzel niyetli yaklaşımlar geldi. Ne yazık ki Bodrum'da böyle bakım evi yok. Kaldı ki bakım evi alternatifinin de annem için sıcak bir seçenek olduğunu söyleyebilirim. İstanbul'da önerilmiş 3 bakım evini gezip gördük. Bir fikrimiz olsun maksadıyla. Bir algıdır, yaşlıların kapatıldığı, başlardan atıldığı yerler olarak bilirdik. Hani döneminde Uğur Dündar gibi araştırmacı gazetecilerin hastalara kötü davranılan huzur evleri görüntüleri kazınmıştır akıllara. Bir kere artık hasta değil, konuk deniliyor. Özellikle Alzheimer hastaları için kişiye özel bir yaklaşım oluşturuluyor. Oda kameraları sayesinde aileler yaşlılarını günün her saati nerede olursa olsunlar takip edebiliyorlar. Ya kurum bünyesinde ya da anlaşmalı olarak çalıştıkları doktorlar haftada 2 gün kontrollerini yapıyorlar vs vs...

Neyse daha fazla uzatmayayım. Hayat nihayetinde devam ediyor. Gönül isterdi ki kaldığımız yerden devam edebilelim. Biraderin de dediği gibi bu yeni bir hayat, yeni bir bölüm, yeniden kurgulayacağımız...


Yorumlar

  1. Başınız sağolsun, huzur içinde uyusun babacığınız :(
    Ben de 2 ay önce Balkan turuna katıldım. Yaşadığım duyguları anlatamam ama siz o kadar iyi anlatmışsınız ki, tekrar hatırladım gözlerim doldu. Annemi de önce ordaki savaş, sonra da kanser yüzünden bir türlü götürememiştik Üsküp' e..
    Cennetin kapısını bugün 2 kere tıklatmış oldum. Minnetle...

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel ve duygusal bir yazı ne güzel ifade etmissiniz duygularınızı Ahmet bey boğazım düğümlenerek okudum adeta tekrar sabırlar diliyorum size.

    YanıtlaSil
  3. Başınız sağolsun. Babanızın son arzusunu yerine getirmenin çok güzel olmuş. Yazıyı okurken babamın vefatına gittim. Gözlerim dolarak okudum. Sabırlar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sizin de başınız sağ olsun. hepimize sabırlar diliyorum Turgay Bey...

      Sil
  4. Sevgili Ahmet,
    Huzur içinde uyusun babanız, çok üzüldüm. Annem annenizle aynı rahatsızlığa sahip.. Istanbul'da düzgün bir bakımevi öneriniz varsa ismini paylaşırsanız çok sevinirim.
    Teşekkürlerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. nasıl hareket edeceğimize bir karar vermedik ama bakım evi konusunu da yeni yeni araştırıyoruz. bana bir mail atarsanız konuyla ilgili gelişme olursa paylaşırım elbette.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından