Bodrum notları

İstanbul günleri iyice birbirine benzer oldu. Özellikle Hülya'nın Haziran'ın 20'sinde Bodrum'a dönmesiyle kabuk bağladı, esnekliğini kaybetti. Hani Hülya Bodrum'a dönerse bana da bir köprü kurar, arada ben de nefes almak için yanına, yuvamıza kaçarım diyordum ama evdeki hesap çarşıya uymuyor her zaman. Hayat bir süredir benim kontrol edemediğim bir yerden akıyor ve koşullar sürekli değişiyor. Bir an evvel lehime değiştirmem gereken şeyler var ve karşıma apaçık çıkan iş fırsatlarını göz göre göre kaçırıyorum. İşten, çalışma hayatından bu kadar uzun kalınca kaçınılmaz olarak unutuluyorsun da.

Artık Merkür retrosuna mı bağlanır, yoksa başka dingil bir sebebe mi bilemem Mayıs'ta (bayram öncesi) Bodrum kaçışımızda evdeki ana bilgisayarımın(!) ömrünü doldurduğuna şahit olmuştuk. Açıldığı gibi kendini kapadı ve bir daha çalışmadı. Bazen tüm şanssızlıklar peş peşe gelir. Eğer düzenimi yeniden kurmak istiyorsam ve çalışacaksam bu durumu düzeltmeliyim diye düşündüm ve dönünce yeni bir ana bilgisayar almaya karar verdim. Araştırması, karşılaştırması bile enerjimi yükseltti. Bodrum'a götürecek ve tezgahımı yeniden kurabilecektim. Bebek'te çalışmam zaten mümkün değil. Çalışacak ayrı bir yer bulunmadığı gibi iki hastanın ihtiyaçları daha öncelikli. Zaten 9 aydır test ettim ki 15 dakika tam konsantrasyon işinin başında kalamıyorsun. Evin trafiğine tersten girmek demek bu.

Mecidiyeköy'deki ev ise anca Hülya'nın, o da çok konforsuz olarak çalışmasına olanak tanıyor. İşin aslı şu ki 2014'ten beri Bodrum'daki köşemden tasarım hizmeti veriyorum. Bu süre zarfında bir düzen kurdum ve bu duruma oldukça alıştım. Artık ne zaman olur bilemem ama yine oradan devam edeceğim. Sabah erkenden 30-40 km kısa bir bisiklet turu, duş-kahvaltı ve işin başına geçiş hiçbir şeye değişmeyeceğim bir şey. Gün içinde tıkandığımda, sıkıldığımda kafa dağıtmak üzere uğraşacağım bir bahçe var. Hülya ile verdiğimiz çay kahve molaları, çat kapı ziyaretçiler bir ofis çalışanının anca hayalini kurabileceği kadar güzel. Aynı hayali çok uzun yıllar kurdum ve sonunda yaşamaya başladım. Vazgeçmek istemiyorum. Şu dakikadan sonra hayalimde canlandıramadığım tek şey, büyük konuşmayayım ama yeniden bir şirket içinde 9-18 çalışmak.

Neticede önümüzdeki dönem kendi bacağımdan asılacağım ve müşteri bulmam gereken bir dönem olacağından bilgisayarım olması önemliydi. İyice araştırıp, en uygun seçeneği buldum da. Sadece geciken kıdem tazminatı son taksitini beklemem gerekiyordu o da temmuz ayına sarkmıştı. Yani satın almam gecikti. Yoksa nereden bilirdim hayat arkadaşımın yüzünü bir ay görmeyeceğimi!

Uçakla gitmeyi düşündüm ama yanımdaki hassas bagajı düşününce vazgeçtim. Her ne kadar dikkatli olunmasını istesen de son noktada bütün gün bagaj kaldırıp atmış bir adamın elinden geçecek, güvenemedim. Zaten uçak bilet fiyatları mevsim itibariyle uçmuş. Otobüs daha iyi bir seçenekmiş gibi geldi bana. Biletimi aldım. Pazartesi-Cuma gibi kısacık bir süre için bile gidiyor olsam taşındığım ki kadar heyecanlandım.

Geride kanserle savaşarak bıraktığı koca iki yıl ve tedavisiz geçen son 8 ayın babamı çok yorduğunu ve moralini çok düşürdüğünü iyiden iyiye izliyoruz. Bizim bilmediğimiz ve kafasında kurduğu kim bilir neler var. Büyük değişkenlik gösterse de arada bize fısıldadığı ve iyileşirse gerçekleştirmek istediği hayalleri artık ona çok uzak. Bugüne kadar yaşama tutunmasına yardım eden hayallerinin onu bıraktığını hissediyor diye düşünüyorum. Moralsizliği yorgunluğu kadar yüzünden okunuyor. Babamın o sabah kendisini hastaneye götürmemizi istemesi normalde mümkün olmayan bir durumdu. Götürdük... Doktoru; birkaç gün rahatlatmak adına yatırmayı uygun görünce ben hastanede, Mehmet de Bebek’te annemin yanında refakatçi olduk. Belki de Bodrum yolculuğunu iptal etmek doğru olacaktı.

Doktor yat dedi ama babam oturmayı tercih etti. Uyku bile çoğunlukla koltukta.

Mehmet annemi de ziyarete getirdi bir gün. Negzel oldu.

Takviyeler işe çabuk işe yaradı. Vücut susuz kalmış.

İlk iki günkü halsizliği kalmadı. Böyle olunca telefonlara rahat döndü.

Hastanede yemek, yıkanmak, yaşamak ve öylece oturmak tüm gün.

Ne kadar iyileştirilmiş olursa olsun hastaneleri sevemedim gitti.

Annem ise artık sürekli göz denetiminde tutulması gereken bir safhada. Toplama ve saklama alışkanlığı nedeniyle ortalıktaki ilaçları kilit altına almaya karar verdik. Birkaç kere kedi maması kemirirken yakalayınca ilaçların göz önünden kaldırılması elzemdi. Annesini sorması, şaşkınlıkları vs. gibi masum, içimizi eriten muhabbetleri yavaştan daha agresif ve tehditkâr bir hal aldı. Tuvalet sorununun baş göstermesiyle zaten kolay olmayan banyo safhası artık daha kavgalı gürültülü. Annem artık hem öfkeli hem alıngan... Bu da bizi çok zorluyor açıkçası. Alzheimer hastasına vereceğin tepkinin de bir karşılığı yok. Birkaç dakika sonra söylediklerin, yaptıkların uçup gidiyor annemin dünyasında. Sabırsa kendi sağlığın için en önemli kalkan...


Annemin hastalığıyla birlikte kimi ilginç anları çizmeye başlamıştım.

Ocakta su kaynatabileceğini bir sene evvel hatırlıyordu.

Bir yıl sonra kedi maması kemirirken yakaladık.

Bazen babamın anneme kahvaltı hazırladığına, ekmeğini sürdüğüne şahit oluyorum.
İki yudum şarap içmek istediğinde anneme de dolduruyor. Kadeh tokuşturuyorlar.

Vücudu susuz kalmış babam izotonik su serumlarıyla takviye edildikten üç gün sonra eve çıktı. Rengi yerine gelmişti. Böyle durumlarda dışarıda gezmek, Bebek'te görünmek istiyor. Tanıdıklarına, semt esnafına veya müşterilerine iyiyim mesajı vermek istediğini düşünüyoruz. Onu ayakta tutan inadına saygımız sonsuz. Durum kontrol altına alınmışken ve Mehmet de "merak etme git abi" deyince Bodrum kapısı bana yeniden açıldı. Karmakarışık duygularla çıktım yola...

Garajlarda değişen bir şey yok...

Uzun zamandır otobüs yolculuğu yapmıyordum. Otobüs seyahat şirketlerinin şaşalı dönemi çok geride kalmış. Eskiden filolarını tanıtan reklamlarıyla uçaklarla yarıştıklarını ilan eden firmalar artık araç sahipleriyle anlaşır olmuşlar. Çoğu kapandığı için taksi durağı gibi çalıştıklarını söylemek mümkün. Yani üzerlerinde logolarını taşıyan tüm o otobüsler şahıslara ait. Yolculuk boyunca muhatap olduğun muavin araç sahibinin yakını veya tanıdığı. Servis eğitimi aldıklarını düşünmüyorum. Hakkını yemeyeyim bizim muavin iyi bir çocuktu ama bu işi el yordamıyla yaptığı belli oluyordu. Hani sabrını zorlayan bir yolcu çıksa sakinliğini bir çırpıda kenara bırakabilirdi. Şoförlerin her ikisinin de muavinin tam tersine şehirlerarası otobüs kültürünün nadir örneklerinden olduğunu söyleyebilirim. Hatta biri filmlerden fırlamış gibi kaytan bıyıklı, güleç ve babacan olduğunu izlerken uyumuşum. Fakat mola anonsuyla uyandırılmak diye bir şey var. Otobüsün camı yıkanırken gece serinliğinde esneye esneye izlemek de eski yolculuklardan hatırladığım bir şeydi. İyi oldu. Devamını da bölük pörçük uyku, şişen ayaklar ve horultulu yolcular tamamladı zaten. Baktık ki Bodrum'a gelmişiz.

Garajda Seçkin, kızı Ayşe'ye aldığı 71 model kırmızı bir Volkswagen ile karşıladı. Sağ olsun bu tip durumlarda imdadıma koşar. Elde bilgisayar olmasa tek bir bisiklet heybesiyle gelmişim oysa. O heybe ki beni 9 aydır İstanbul'da kamp yaparcasına idare ediyor. 3 gün için Bodrum'a bavullar dolusu eşya ile gelenlerin yanında ben epey aykırı kalırdım. Gel gör ki elde boyumca bir kutu. Ben seni alırım dediğinde Seçkin'e itiraz edemedim. Oyalanmadan Yaka'ya hareket ettik. Seçkin'in yüzü gülüyor o gülünce ben de gülüyorum. Yorgun olmama rağmen iyi hissettirdi beni. İnsanın böyle dostları olması harika bir şey. Büyük kavuşmanın bir an evvel gerçekleşmesi adına Seçkin site girişinde beni bıraktı. Buluşmak üzere vedalaştık. Hatta sabaha bisiklet üzerine çıkarız diye de konuştuk. Yüzümüzde tükenmez bir gülümseme el salladık. Ne mutlu bana geldiğimden beri yüzüm gülüyor.

Yolda Seçkin ile muhabbet ederken bir taraftan da etrafta nelerin değiştiğini kestim. Böyle durumlarda itiraf etmeliyim tuhaf bir kıskançlık bürüyor içimi. Yaşadığın yeri bıraktığın gibi bulamamak, senden habersiz bir şeylerin değiştirilmesi gibi bir sürü şeyi kaçırma, yaşayamama hissi. Sabahları tavuklarının altından yumurta aldığım büyük halanın vefatını geldi aklıma. İstanbul'a giderken vardı, döndüğümde yoktu işte. Ne bileyim bazen eve döndüğümüzde içeride başkalarıyla karşılaşacağız duygusuna bile kapılıyorum. Komik bir kaygı ama yazdığımız masalın avucumuzdan akıp gideceği endişesi kalp atışımı hızlandırıyor. Ben bütün bu duygularla kıvranayım birazdan tanışacağım yeni taşınmış arkadaş sana tam da 20 dakika evvel otobüsten inmişsin gibi davranacak. 20 dakikadır Bodrum'da yaşıyormuşum gibi konduracak lafı. Fakat uzak kalmanın daha da kötüsü, başından beri tanıdığın kimi arkadaşlarımın zaman zaman beni İstanbul'dan arkadaşım geldi muhabbetinin merkezine koymaları. Teknik olarak İstanbul'dan geldiğim doğru ama durun bir yahu, yemin ederim bozuluyorum...

Yeni komşumuzun tadilatını bitirip büyüttüğü çehresini değiştirdiği evlerinin şaşasının yanından geçip masalımın sınırlarından içeri adım attım. Neyse ki bizim bahçe yerli yerinde, bürümüş otlar boyumca kuru kuru. Pek bir şey değişmemiş. Hülya'ya kavuşacak olmanın heyecanıyla etrafı o kadar da süzmedim zaten. Bir ay olmuş görüşmeyeli ot mu sayacağım. Verandaya döndüğümde sesime çıkan Hülya ile sarmaş dolaş olduk. Sevinçten ağlayabilirdim. Kokusuna gömdüm burnumu, taze bir nefes aldım. Öpmelere doyamadım. Bizim kıkırdamamıza da Duru çıktı. O da burnumda tütmüş. Ayak üstü hoş geldin, ne yaptın muhabbetinden sonrasını hatırlamıyorum. Kanepeye uzandığım gibi uykuya dalmışım. Tatlı bir esintiyle uyanana dek birkaç saatliğine dalıp gitmişim.

Akşam esintisi bana özel bir sürprizdi. Tam bir kucaklamaydı ben de ona sarıldım. Bodrum bana hoş geldin diyordu kendi bildiğince. Verandada oturup etrafı izledim. Bahçede küçük bir tur atıp Selami eniştenin diktiği ağaçlara ve kurduğu bostana göz attım. Ardından da birtakım işler için Bodrum'a inmiş Duru ve Hülya'yı yakalamak üzere yola çıktım. Eh rakı içmeden olmazdı. Hanende'ye oturduk. Daha geç vakit Ebru ve Seçkin de aramıza katıldılar. Kaybettiğim yarım günü geri kazandım böylece. Bodrum'a gelişim iyiden iyiye resmiyet kazandı.

Nereye bakıyorsam artık. Neyse hoşbuldum...

Salı sabahı, yolculuğun ve akşam içilen rakının etkisiyle geç kalktım. Hülya ile Duru'nun tatlı telaşları bu sabah evde, tanıdık bir şarkı gibi çınlıyordu. Duru, bayrama dek kalacağı Foça'ya, halalarının yanına gidiyordu. Haliyle O’na pek doyamadım. Bana da Hülya ile baş başa geçireceğimiz birkaç günü balayına çevirmek düştü. Bisiklet turuna çıkmayıp, Hülya'nın Duru'yu uğurlayıp dönmesini bekledim. O sırada verandayı yıkadım, masayı sildim. Köpeklerin kemirdiği LED ışıkların kablosunu tamir ettiğimi sandım. Antalya'dan döndüğümüzden beri temizlenmemiş bisikletimi temizledim vs. Aşk zamanla çoğalan bir şey bizim için. Ah şu ayrılıklar olmasa... Çalışıyorken sık sık İstanbul'a gidip bir iki hafta kalıyordum. Bazen de Hülya Duru için gidiyordu. Birbirimizi ıskaladığımız, kavuşamadığımız anların çetelesini tutardım. Lakin hiç bu kadar uzun süreli ayrı kalmamıştık. Fakat özlem dediğin aşkın ateşini, hararetini yükseltiyor. Hülya'dan ayrı kalmayı sevmesem de kavuşmalarımızın evde çınlamasını hiçbir şeye değişmem. Bu evin ruhu sevişirken yükselen kokumuzdan besleniyor. Nefesimizle can buluyor. Uzun uzun seviştik… Derin bir iç çektim şimdi... Bu yazıyı yazarken yine İstanbul'dayım zira...

Bakmalara doyamadım.

Çarşamba günüm, adına Bodrum teftişi dediğim bir bisiklet turuyla başladı. Sabah 6'da kalkıp yola çıkmayı seviyorum. Nereye, nereden gideceğime hazırlanırken karar veriyorum. Niyetim sıcağa kalmamak adına kısa bir Gümüşlük, Turgutreis rotası yapmaktı. Köyün köpeklerinden Drogba'nın karşılayıp, kısa süreli refakatiyle tur başladı. Tek çıktım elbette. Hafta arası olunca beraber pedal basmak isteyeceğim arkadaşlarımın çoğu işlerinin başında olmak durumundaydılar. Aylak aylak gezecektim.

Dereköy'ü kekik, Gümüşlük meydanı taze ekmek ve sahili yoğun iyot kokusuyla geçtim. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Yaşadığımı hatırlatıyorlar bana. İstanbul'da ise koku almıyorum. Daha çok arada mecburen arkasında kaldığım çöp kamyonlarından yükselen keskin o pis kokuyu hatırlıyorum. Hele şu aralar zamanımın çoğu İstanbul'da, evde annemlerle geçtiğinden genellikle hasta ve ilaç kokusu alıyorum. Yaşın bile kokusu var. Bir dönem severek izlediğim Leyla ve Mecnun'un repliklerindendir, "burası yaşlı kokuyor" diye geçen. Annemin de babamın da bildiğim o güzel kokuları hem ilaçlardan hem hareketsiz oturup yattıklarından olsa gerek tamamen değişti. Şimdi burada aldığım her bir koku beni İstanbul'daki çatlağımdan sıyırıyor. Gümüşlük sahilde iyot kokusuyla tüm göğsümü doldurdum. Vardığımda saat daha 8 olmamıştı. Bu saatte kahve kapalı olunca kahvaltı bir başka mola noktasına kaldı. Hemen Çetin abinin mekâna süzüldüm ki orası da kapalıydı.

Turgutreis'te tostumu yerken karar verdim Akyarlar üzerinden devam etmeye. Rota uzuyordu belki ama devam etmek istedim. Bazen yola kulak vermek gerekir. Zaman benim zamanım bas pedala Coka dedim içimden. Madem etrafı kolaçan ediyoruz öyle değil mi ya... Hem tatilciler, yazlıkçılar hala uyuyorlar belki kimse uyanmadan arada bir denize de girerim diye düşündüm. Zira plajlar boş. Birkaç erkenci şezlonglara havlu atıp yer kapmış. Bazısı akşam 17'den sonra gelecek ama o saate kadar asıl ihtiyacı olanlar yararlanamayacak. Ne o! havlu attım. Bunun kavgasının çıktığını çok görmüşümdür. Hatta bir keresinde işletme çalışanları atılmış havluları topluyorlardı. İşletme müdürüyle ayaküstü laflamıştık da ondan öğrenmiştim. Sürekli bir kavga gürültü hali gidiyormuş. Hatta insanların tatile değil özellikle kavga etmeye geldiklerine inanıyordu artık. Akşam 17:00'den önce gelmeyen bir grup müşteriyi mecburen böyle eliyorlardı.

Geldiğim günden döndüğüm güne kadar izlediğim kadarıyla belde kalabalık kalabalık olmasına ama mekanlar aksine sakin hatta boş. İnsanların tatillerini arabalarında ve trafikte geçirdiklerini düşündüm. Zira evet yollar tıkalı ama bu kadar kalabalık neden sahilleri, mekanları doldurmamış diye merak etmeden duramıyor insan. Fakat bu yıl tatilci profili de değişmiş. Çadırlı kamp yapanların sayısı artmış Bodrum'da. Birkaç haberde de Bodrum'a gelenlerin bu yıl havalı, paralı lüks mekanlar yerine daha salaş, samimi, sakin ve tabi ucuz eğlence yerlerini tercih ettiğini okudum. Gazete ve TV'lerde ekonomimizin iyiliğinden, turizmin patladığından bahsediliyor ama bahçemdeki otlar kadar kuru bir kalabalık olduğu her şekilde görülüyor.

Akyarlara vardığımda çay molası vermek üzere koya indim. İçinde yedi rüzgârın döndüğünden eskilerin Kefakula adını verdiği Akyarlar uzun bisiklet turlarımın uğrak yerlerinden biridir. Hiç kafamı kaldırıp bakmadım ama Ilgın olsa gerek büyük ağacın gölgesinde o yedi rüzgârdan birine teslim oldum. Üzerimden çıkarıp sandalyeye astığım tshirt gibi uçuşuyordum. Sipariş verdiğim taze çay gelince bir sigara yaktım. Bir an oturduğum yerde kayboldum sanırım. Çayımı içerken durup dururken göz yaşlarına boğuldum. Anne ve babamın durumlarına üzüldüğüm ve çaresiz hissettiğim kadar belki de biraz kendime acıdım. Kendi hayatıma birkaç gün misafir olmaktan öteye yapabilecek hiçbir şeyim yoktu zira.

Sıcağın biraz daha arttığı ve yazlıkçıların uyanmaya başladığı saatlerde Bağla rampasının eteğine geldim. Ilgın plajına inip, bisiklet elde Camel Beach’ı kat ederek Ortakent'e geçtim. İstikamet Bodrum diyerek Dilek yokuşunu sardım. Buraları hızlı geçiyorum zira eve erken döneceğim diye öğlene balık hazırlayan Hülya'nın benim rota değişikliğimden haberi yoktu. Ben de balıktan habersiz, geleli 3 gün olduğu halde göremediğim adaşlar Levent Sevil ve Obalar'ı ziyaret etmek üzere Bodrum’a yanlarına gittim. Hastane kavşağı üzerinde bulunan Meat Burger ve Bodrum Bisiklet iç içe iki dükkan. Meat zaten bir buluşma noktasıydı ama Bisiklet dükkanı bunu pekiştirdi. Birkaç bisiklet müşterisi dışında dükkana giren çıkan pek olmadı. Kapının önünde çay kahve içen esnaf gibi bekledim ben de onlarla bir süre. Ardından Seçkin'in ofise uğramak üzere tekrar bisiklete atladım. Biz otururken Mesut da bisikletimi elden geçirmiş, yıkamış, fren vites ne varsa kontrol etmiş. Hemen fark ediyor. Yoksa Oasis'in arkasına yükselen rampaları biraz zor çıkardım.


Seçkin yine seni ben bırakırım, bu sıcakta gitme deyince orada da oturdum uzatmalı. İşini gücünü yaptı, yazışmalarını bitirdi. Öğleden sonraydı benim bisikleti arabanın üstüne kondurup doğru Yaka'ya sürdük. Sağ olsun hiç üşenmiyor. Hatta yanımda gelip turu uzattığıma bozulmuşsa Hülya'yı yumuşatırım diye destek verip gitti. Hülya'nın öğlen için düşündüğü balıklar akşam yemeğine kısmetmiş meğer. Gerçi bizim akşam yemeklerimiz erkendir. Gençliğimde saat 21:00'de sofraya oturduğumuz günleri hatırlıyorum da şaşırıyorum. Şimdi 17'de en geç 19'da akşam yemeğine oturuyoruz. 19:30 dedin mi sofradan kalkılır. Gece uykusunu derin yaşamamın nedenini buna bağlıyorum. Rakılar da gelince sofra tam oldu. Sonra da Ece katıldı bize...

Kaplumbağa üstü bisiklet

Bu arada Seçkin kadar Ece'nin arkadaşlığından da bahsetmek lazım. Hülya ile birkaç yıl beraber çalıştıktan sonra işten ayrılıp Balat'ta Küçük Ev diye bir kafe işletmişlerdi bir arkadaşıyla. Severek yaptı. Biz Bodrum'a taşındığımızda da bağlantıyı hiç koparmadı. İstanbul ziyaretlerimizde de buluşur sohbet ederdik. İçinde Hülya'nın da olduğu o bir grup arkadaş benim gözümde zaten bir kadın çetesi. Hülya, Ece, Ezgi, Gülşah, Sema... Şartlara göre pozisyon almayı, hayatı idare etmeyi, başa çıkmayı bazen onlardan örnek alıyorum. Geçtiğimiz yıllarda Ece, Hülya, Ezgi atlayıp İtalya'ya gitmişlerdi. Birkaç gün kız kıza tatil yaptılar. Böyle şeyler organize etmelerini, spontane programlar yapmalarını seviyorum. Bodrum'a bizden bir yıl sonra taşındığında Ece de ailemizin bir parçası oldu. Bugün İstanbul'daysam Hülya'nın Bodrum'da yalnız olmadığını biliyorum.

Gelelim Perşembe gününün şahikasına. Amsterdam'dan Bülentler gelmiş! Hem de kesin dönüş yaparak. Akşam için bizi davet ettiklerinde elbette kırmadık. Neredeyse 2 yıldır görüşmüyorduk ve benim de pek zamanım kalmamıştı. İstanbul'a dönecektim. Pınar ve Bülent, oğulları Uzay ve Mercan Bodrum'a yine bizden bir yıl sonra taşınmış fakat başta çocuklarının geleceklerini düşünerek Amsterdam'da yaşamaya karar vermişlerdi. Gidişleri büyük boşluk doğurmuştu bende. Yine Bodrum'dan Ankara'ya taşınmış arkadaşı Cevat ile birlikte şarap ve yemek üzerine konuşmak, film eleştirisi yapmak ne bileyim kitap filan önermek üzere bir araya gelmek benim iple çektiğim bir şeydi. Önce Cevat Ankara'ya sonra Bülentler Amsterdam'a taşındılar. Önceden tanıdığım fakat dostluğumuzun Bodrum'a yeşerdiği Bülentlerin yeniden Bodrum'a dönmüş olmaları benim için müjdeydi.

Mutlaka daha başka nedenleri de var ama Bodrum gibi bir iklimden Amsterdam gibi gri kasvetli bir yere geçmenin onlara iyi gelmediğinden bahsetti kısaca. Çocuklar sürekli hasta olmuşlar. Restorancılıktan gelen ve bunu iyi bilen biri olarak Hollandalıların farklı bir yeme içme alışkanlığı olması, bilinmeyen yerden gelen bir soru gibi olmuş. Adamlar bizim gibi öğle yemeği için çıkıp restoranlara oturmuyorlar bayağı sefer tasları var banka oturup sandviç kemiriyorlar diye anlatmıştı. Ve tabi diğer taraftan insan eşini dostunu rakı muhabbetini vs. özlüyor. Kültür farkı da bir noktada kendini fazlasıyla hissettiriyormuş. Farklı iletişim biçimi, espri anlayışları filan devreye girince iyiden iyiye kopmuş ipler. Yeni evlerinin bahçesine yayılıp, gün batımında mangalda köfte ve rakı ile onlara hoş geldiniz demiş olduk. Bazı şeylerin eskisi gibi olacağını bilmek insanı rahatlatıyor. Gönül ister ki Cevat da Bodrum'da olsun...

Son güne dek İstanbul dönüş biletimi almamıştım. Arada Seçkin başta olmak üzere hafta sonu da kal isteği ve baskısı arttı. Böyle durumlarda benim aklım annemle babamın başında kalan kardeşime gidiyor. Fazladan iki gün daha kalacağım demek biraz da ona gol atmak gibi olacağından vicdanım el vermiyor. Bir de bu refakat meselesini biraz da hassas bir terazide tuttuğunu hissediyorum. Zira hem refakat uzadıkça psikolojik olarak etkileniyorsun hem de sürdürmesi gereken bir işi var bu refakat takvimine göre hareket ediyor. Benim fazladan iki gün kalmam demek onun hareket planlarını bozmak anlamına geliyor. Bir türlü bir araya gelemediğimiz Levent adaşların ısrarıyla dönüş biletimi cumartesi öğlen uçağına aldım. 200TL farkla kimseyi kırmamış oldum.

Cuma sabahı bir son gün turu yapayım diyerek vurdum kendimi Yalıkavak rampasına. Zirvedeki değirmenlerle birlikte koyu izledim biraz. Soluklandıktan sonra saldım kendimi aşağı. Yalıkavak Gümüşlük arasındaki yolu çok severim. Kıyıyı takip eder denizi gözden kaçırmazsın. Yaban kekiği kokusu özellikle Geriş tarafında burnuna çarpar. Battı-çıktı ve virajlı yollar sürüşü tansiyonlu kılar ki yol enerjisini buradan alır sen de hissedersin. Koyunbaba'yı Gümüşlük'e bağlayan son rampanın tepesi ile Gümüşlük Limon arası şiir, şarkı yazılır. Benimkisi “şimdilik hoşça kal” diye başlayan bir iki dize olurdu sanırım. Sahile varıp kafeye oturduğumda kafamda kurcaladım. İyi bir şarkı yazarı değilim ama çay çok iyi geldi.

Gıcıman Sokak Seçkin ile aramızda bir parola gibi oldu.

Bu gelişimde neredeyse hiç fotoğraf çekmemişim.

Geçen gün uğrayıp bulamadığım Çetin abi bu sefer yerindeydi. Soda ayran molamı da orada verdim. Tabi genelde konu annem ve babam oluyor sorulduğu için. Kimle konuşsam özellikle benzer durumu yaşamış olanlar, bunun kaçınılmaz olduğunu ve sabırlı kalmamız gerektiğini söylüyorlar. Beterin beteri var diyebileceğim hikayeler dinledim. İnsanların sabırlarının nasıl kırıldığını, vazgeçebildiklerini okuyorsun zaten. Genelde hayırsızlıkla suçlanıyorlar ama haklılar bir taraftan. Hasta bakmak zor. Hem de çok zor... Bunu çok iyi biliyorum en azından... Kimseyi hastalarıyla ilgili aldıkları kararlar için suçlamamak lazım.



Akşam ise kendimizi kalabalık bir grupla Berk Balık'ta bulduk. Berk Balık'ı severim. Kışın Mahmut Kaptan'da servis veren Bülent yazın burada çalışıyor. Sevdiğim insanlar da masada olunca, hem huzurlu hem de dönüyor olmanın da psikolojisiyle hüzünlü ve bir daha ne zaman dönerim sorusunun cevabını bilmediğim için de çaresiz hissettim. Bunları düşünedurayım durgunlaşmışım, Seçkin iyi olup olmadığımı sordu ara ara. Sofra kalabalık olunca masanın farklı köşelerinde başka başka muhabbetler döndü tabi. Biraz ondan, biraz bundan derken güzel içtim... Birer kadeh Hülya'ya, evimize, bisikletime yuvarladım. Hafta böylece başladığı gibi bitti...


Yorumlar

  1. anneye ve babaya şifalar diliyorum, ben de yaşadım ve çok zor olduğunu biliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim. umarım o zorlukları atlatmışsınızdır...
      sevgilerimle

      Sil
  2. Sevgili Coka,
    Bazen duygusal yaziyorsunuz okurken boncuk boncuk birikiyor yaslar, kiminde de yalin ama dokunakli oluyor soru sorduruyorsunuz kendi kendimize. Hepsi guzel oluyor bunu bilin. Bu yazida da kucuk yasayabilmekten (az tuketerek) tutun da hastaliklara uyum sagliyabilmeye dek hersey cuk oturmus yine, ben size iyi bayram dileklerimi gonderirken Tanri dan herkesin sizinki gibi bir ask yasamasini diliyorum...
    Kalin saglicakla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu güzel yorum ve tarih itibariyle ben de sizlere iyi bayramlar diliyorum. başından beri yanımda olduğunuzu biliyorum. bir gün sizin biricik hikayenizi dinlemek üzere kendinize çok iyi bakın diyorum. sevgilerimle...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından