2012'ye mektup

Sabah saatin kaç olduğunu merak edip telefona baktığımda gördüm Temmuz'un birine uyandığımı. Özel günleri hatırlamakta (belki de ret ettiğimden) pek iyi değilimdir ama hayatıma bir sürü şey katan güncemin doğum tarihini atlayamam. 1 Temmuz 2012... Tam 7 yılı geride bırakmışım. O kısacık ilk yazıyı okuyunca, ileride neler olacağını bilmeden, yazılı bir yolculuğa çıktığımı anımsadım. 2012'ye bir mektup yazsam, kendime başardığını müjdelerdim gelecekten. Bazen eski yazılarınızı dönüp okuyorum diyen mesajlar alırım, arada ben de göz atarım. Hele ki İstanbul'da da 7 ayı geri bıraktıktan sonra bu epey anlamlı oluyor. İnsan nelerden kaçtığını yeniden görüyor. Gönül isterdi ki bu yazıyı Yaka'da verandamda oturup kaleme alayım. Arada vadinin üzerinde uçup, yeni hayallere dalıp çıkarak mola verip, yepyeni kelimelerin etrafında dolanmak daha hoş olurdu. İstanbul'da durum biraz değişiyor tabi.

Bu vesileyle Yaka'yı görmüş olayım.

Hayal kurmak için harika bir yer de yaşıyoruz.

Bodrum'a taşınmadan evvelki ben olmadığım bir gerçek. Beni o zaman ağır ağır sıkıştıran meseleler de bugün yerini başka şeylere bıraktı. Ne bileyim, iş yetişti-yetişmedi, mesaiye kaldım, eve yetişeceğim, otobüs kaçtı, park yeri bulamadım, trafik var, taksi yok gibi bünyeyi ağır tahrip eden gerginlikler bugün hayatımda yok. Bu günce sayesinde kendimi dönüştürmeyi, yavaşlatmayı başarmışım. 2012'deki kendime bunu illa ki yazardım...

Yaka'da ilk zamanlarımızdan.

Üzerimdeki tüm gereksiz ağırlık ve kabuklardan sıyrılmakla birlikte son 7 aydır yine büyükşehirde olmanın yarattığı bir yorgunluk var tabi. Bunu hasta bakmaktan ayrı tutuyorum. Evet, 7 aydır anne ve babamın sağlık sorunları nedeniyle buradayız. O başka bir yorgunluk. Zira anne ve babamın rutinlerini değiştirmeden, alışkanlıklarına uymaya çalışarak zaman geçiriyoruz. Kurduğun düzenin dışında bir çizgi tutturmaya çalışmak kolay değil. Asıl beni zorlayan da bu galiba. Mesela bizim hayatımızda herhalde bir on yıldır televizyon ve gazete yoktu. Hep zehirliydi, zaman hırsızıydı. Üstelik ülkenin bugün geldiği yer dikkate alındığında maruz kalınan geçmiştekinden çok daha zehirli. Bundan ne yazık ki kaçamıyorum.

Bu fotoğrafı buraya eklerken yine gözlerim doluverdi.

Sadece bu değil. İstanbul'da kaldığımız ikinci adres Mecidiyeköy'ü de katarak -ki Hülya'nın Bodrum'a taşındıktan sonra kapatmadığı evi- anlatmak gerekirse değişen alışveriş alışkanlıklarımızı da yorucu buluyorum. Bodrum'da sebze meyveni pazardan, yumurta, süt, tereyağı gibi ürünleri köyden alıyorken yeniden ambalajlı ürünler tüketmek bedeni epey yoruyor doğrusu. En azından bağırsakların bile farklı çalışmasından anlayabiliyorsun.

Bodrumlu hayatımdan öğrendiğim beden yorulması bambaşka bir şey. Toprak çapalamak, odun kesmek, istiflemek, verandayı yıkamak, ev temizliği ve bunun gibi şeyler. Bir de İstanbul'dan Bodrum'a gitmek üzere yaşamıma soktuğum ve bir daha çıkarmadığım bisikletle pazar alışverişi yapmak ki 15 - 20 kilo ağırlıkla 3 km'lik bir yokuşu tırmanıyorum, insanı iyi yoruyor. Eh biraz da keyfi olarak yaptığım bisikletli geziler bazen günde 7-8 saati bulan turlara dönüşüyor. Eve turşum dönüyor.


En sevdiğim beden yorgunluğu ve ödülü

Bahçe işlerinden sonra verendada dinlenirken

Hayatımız, yaptıklarımız, yapacaklarımız orada bizi bekliyor.

Aşağıdaki videoları Yaka'daki kimi günlük trafiğimizi anlatmak adına ekledim.






Bazen de zihnin yorulur. Komşun çıkar bir şey der, ne bileyim aniden peyda olan bir durum çıkar, yorar. Elektrik kesilir, susuz kalınır. Sivrisinekler verandaya adım attırmaz, içeride sıcaktan yorulursun. Ama saydığım tüm bu yorgunlukları seviyorum. Zaten sevmesem sadece katlanıyorumdur. Aynı 7 aydır İstanbul'daki gibi...

Bisiklet, Bodrum'da kazandığım kimi alışkanlıklarımı kaybetmemek adına çok işe yarıyor doğrusu. 6 kilometrelik Bebek-Mecidiyeköy arasını 20 ila 70 kilometrelere çıkardığım oluyor. Sanırım bunu da yapmasam kendimi unutacağım. Farklı rotalar kat edip, İstanbul'da hiç bulunmadığım yerleri görmek bana iyi geliyor. Ah bir de bir yol arkadaşım olsa! Bir sabah evden çıktım ve kendimi Şile'de buldum. O yolculuk bana elimdeki bir işin tasarımını çözmeme yardımcı oldu diyebilirim. Böyle boşluklara çokça ihtiyacım var. Bodrum'da en sevdiğim, sabahın köründe 30-40 km pedal çevirip, eve dönünce işimin başına oturmaktı. Ocak ayından beridir resmi olarak çalışmıyor olsam da elimde hala yapacak işler var. Doğru hareket edersem düzenli bir gelire dönüşebilir bile. Kendi geleceğim için de planladığım, atmak istediğim adımları, şu ana dek içinde bulunduğum şartlardan bir disiplin altına alamadım.

Bir baktım Şile'deyim.




İstanbul'daki makam aracım. Hiç bir taşıta gerek duymadan hen işimi bu ufaklıkla görüyorum. 

Köprüyü geçmek zor olmuyor mu diye soruyorlar :) Köprüyü kullanan kim!

Yorgunluğunu güzel manzaralara bakarak atarsın.

Bilgisayarım önde, İstanbul'da kullandığım tüm eşyalarım arkada orası senin burası benim dolaşıyoruz.

Havaalanından bisikletle gelip Beşiktaş'ta rakıya oturmuştum

Pek öyle işaretlere inanan biri değilim. Uzaya enerji göndermek, dua etmek, totem yapmak gibi veya ottan, taştan, karttan, yıldızlardan anlam çıkarmak bana göre bir şey değil. Hayatın akışını kabul eder ve getirdiği iyi kötü her şeyin benim için olduğuna inanırım. Mesela kırılma noktası diyebileceğim kanser, kabullendiğimden ötürü bana Bodrum’da bir yaşam hediye ettiğine inanırım. Ama kabul zaman alır. Bu sefer 7 ay kadar sürdü. İşsiz kalmak kulağa kötü gelse de bugün bana, anne ve babamla ilgilenmem gereken zamanı tanıdı. Zira belli bir yaştan sonra her şey ziyaretlerle sınırlı kalıyor. Demek istediğim kendi yaşam mücadelemize düştüğümüz anda ailemizi nadir görmeye başlıyoruz. Hatta çoğu zaman bir iki telefon konuşması yetiyor sanıyoruz. Hastalık gibi sevimsiz bir nedenle de olsa kısa ziyaret ve telefonlara sıkıştırdığımız zamanı şimdi geri alıyoruz gibime geliyor. Birbirimizi yeniden keşfediyor, bugüne dek birbirimizi anlamayıp kırdığımız şeyler onarıyoruz. Tam bir arınma.

Babamla - 2017

Bu arada haziran ayının yazısını atladım. Yine anne ve babamın sağlıklarıyla ilgiliydi. Değişen durumları kaydettiğim notlara ara ara bakınca aslında birbirinin benzeri şeyler yazdığımı gördüm. Çoğu da negatif şeylerdi. Yani Nisan ayında yazdığım Kapan isimli yazının hala güncel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O günden bugüne değişen ise anne ve babamın hastalıklarının biraz daha ilerlemesi oldu. Önünde duramayacağımız, durduramayacağımız süreci kabul ediyoruz artık.

Annem Yalıkavak'ta otururken onu bisikletimle ziyaret ederdim. 2016
Annem de bize gelirdi. 2016

Hayat zaten seni kabule itiyor. Duruma alıştırıyor. Önceleri sürekli bir burun sızısı ile dolaşıyor ve gözümüzdeki yaşı kendimizden bile gizliyorduk. Zamanla her şeye alıştığımızı görüyorum. Bu belki de bizi başka bir aşamaya hazırlıyor, bilemiyorum ama en azından baban/annen nasıl sorularını daha kısa ve kolay yanıtlamama yardım ediyor. Cevaplar sadeleştikçe de yükün hafifliyormuş gibi hissediyorsun. Başını kaldırıp etrafa bakınmak için verilmiş bir fırsat gibi. Bir süredir iş bulmak, para kazanmak için hiçbir şey yapmadığımı düşünüp, yeni bir şey doğurmaya hazırlanıyorum. İçimdeki ses "hiç bu kadar boşlamamıştın" diyor. Uzun süredir bu sesi de duymuyordum doğrusu.

Yedi ay sonunda, annem ve babamın yanında iki gün arayla nöbetleşe kalmanın en doğru formül olduğuna kanaat getirdik. Birer gün kalmak, bekleyenlerimizle geçirilecek süreyi epey daraltıyordu. Zira insan eşi ve çocuklarıyla vakit geçirmek istiyor. Yeğenim babasına en çok ihtiyaç duyduğu yaşlarda mesela. Arada şahit olduğum telefon konuşmalarında, umutsuz bir sesle akşama gelip gelmeyeceğini soruyor. Ben de ne yalan söyleyeyim eve gitmek ve her anı Hülya ile kırıştırarak geçirmek istiyorum. O yüzden bir akşam evimde olmak yetmiyor bana. Aramızda espridir, evlendik ama hala kavuşamadık diye. İstanbul’da çalışırken ki uzun mesailer, ikimizin arasındaki derin uçurumlar sayılırdı. Öyle ki işten sabaha karşı gelip o uyurken yanına kıvrılıp yattığım, uyanmadan da kalkıp işe gittiğim olmuştur. Bodrum’a taşındıktan sonra da bu durum ne yazık ki başka bir şekilde kendini gösterir oldu. Zira İstanbul’a artan sıklıkta geliyor ve nedensiz uzayan sürelerde kalıyordum. Bir hafta diye gittiğim ama hiç yoktan iki (bazen üç) hafta sonra döndüğüm az olmamıştır. Bu da öyle dengesizlik yaratıyordu ki, Bodrum’a döndüğümde hep Hülya’nın İstanbul serüveni başlıyordu. Bu salınım bazen öyle oluyordu ki birbirimizi 3 hafta ıskalayabiliyorduk.

Onu hep çok özlüyorum. Yanımdayken bile... Yalıkavak 2015

Diğer taraftan, annem ve babamın yanında iki günden fazla kalınca da psikolojilerimiz etkilenmeye başlıyor. Yaşamayan bilmediğinden söylediklerim şımarıklık gibi gelebilir. Sonuçta biz de etten, kemikteniz. Nitekim yaşadığımız stres ve gerginlik kardeşimde kas spazmlarına bende de cilt tepkilerine neden oluyor. Daha iki üç yıl evvel Bodrum’da kapısını çalıp çaya geldim dediğim annemin zihninde siliniyoruz. Kanserinin ve ağrılarının ikiye katlayıp küçülttüğü babamı dimdik ayakta hatırlıyorum. Şimdi böyle gördükçe her şey gerçekten ağır geliyor. Ağrısını dindirmeyi başardığımızda yanılıp durum değişti sanıyoruz ama babamın da bizim gibi düşünmesi bizi hemen kendimize getiriyor. Çünkü her şeyin normale döndüğünü, iyileştiğini düşünüp yeniden işlerinin başına geçmeye çok meyilli. O noktada da bize ihtiyacı kalmadığını sağ olsun ziyadesiyle hissettiriyor. Bu durumda, ona gölge olup gizlice kontrol edip kollamamız şart. Çünkü sandığı gibi normale dönmüş bir durum yok ortada. Hayata tutunmak için iyileşmeyi istemekten daha iyi bir ilaç yok bunu çok iyi biliyorum. Yaşamı boyunca çalışmış, hareket etmiş birini o ağır kimyasal ilaçlar dahi olsa tutamıyor. Dükkâna inmek, birtakım işleri halletmek, eş, dost arkadaşlarını görmek iyi geliyor ona. Eh tabi buna bir de hasta bencilliğini bir kez daha ekliyorum. Kendini iyi hissettiği anda adımıza kararlar alması, bizim kendi hayatımız yokmuş gibi davranmasına eskisi kadar bozulmuyoruz. Mesela dokunulmasa bir şey olmayacak anahtarların sürekli düzenlenmesi gibi bir iş, başta birader olmak üzere konsantre olmamız gereken ve yaşamımızı ilgilendiren durumlardan daha önemli sayılabiliyor. Durup dururken doğan minik krizlerle boğuşurken buluyoruz kendimizi. Anahtar düzenleme örneğinden hareketle artık karışanlar mı dersiniz, kaybolanlar mı bazen tek derdimiz bahçe ve evin kapılarını gece nasıl kilitleyeceğimiz oluyor. Neyse uzatmayayım… Galiba Haziran yazısını da böylece tamamlamış oldum.

Sırada ne var bilemiyorum elbette. Tıpkı o ilk yazımda da olduğu gibi. O gün bugündür tüm yazdıklarım, hayatımda sürekli bir şeylerin değiştiğini, hiç değiştiremeyeceklerim olduğu kadar değiştirmeye gücüm olacaklardan da haber veriyor. Sabah uyanıp da 1 Temmuz olduğunu görünce bunun tıpkı o zamanki gibi yeni bir başlangıç olduğuna inandım. Bugünden itibaren hayat yeniden kırılıyor. Yine iyi ve kötü şeyler beni bekliyor kabul edeceğim. Zira hayat devam ediyor... 2012'deki ben! Bunu hiç unutma olur mu?

Yorumlar

  1. On dakikadır düşünüp duruyorum, size destek olacak cümleleri bir türlü bulamadım. Benzerini yaşadığım zor bir dönemdesiniz,emin olun daha güçlü çıkacaksınız, saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yorumunuz zaten önemli bir destek, o yüzden zaman ayırıp bir şeyler yazdığınız için teşekkür ederim. size de içinden geçtiğiniz süreçte kolaylıklar ve sabır diliyorum... sevgilerimle...

      Sil
  2. Sabir kolaylik ve dayanma gucu diliyorum ikinize ailelerinize...sevgi ile kucaklarim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim belma hanım!.. sevgiyle...

      Sil
  3. Ah Coka, manen kolaylıklar dileklerimle hep yanınızdayım. Damdan düşenin halinden ancak damdan düşen anlar, yazdıklarınız o kadar tanıdık ki ve de üçüncü şahısların yorumları. İnsanı en çok kahreden de zamanında sırtınızı dayadığınız ana babanızın size muhtaç olması. Güç ve sabır diliyorum size, geri kalan her söz anlamsız. Hülya'ya çok sevgi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim! umarım her şey yoluna girer, tek temennimiz bu. sevgiler...

      Sil
  4. Yine bir gün demir atlarımız sarhoş oluncaya kadar süreceğiz. Sancılı geçen bu dönemde güç ve sabırlar diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler Ali... Bodrum'da görüşmek üzere, İstanbul'dan sevgiler...

      Sil
  5. Sevgili Coka
    hersey gonlunuzce olsun ...
    Bizi de mahrum etmez hep yazarsaniz sevinirim ...
    Inanin 4 gozle bekliyoruz, hatta bi kac arkadasla okudun mu Coka yi vs diye whatsapplasammiz bile var ... :)
    Kucak dolusu selam
    Kalin saglicakla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. inanın elimden geldiğince yazmaya, başta kendim için olmak üzere bir iz bırakmaya gayret ediyorum. bir süredir ayda bir yazı periyodunu tutturmaya çalışıyorum. öncelikle güzel sözleriniz için teşekkür ederim. blog için bir mesaj trafiği yaratmanız da ne yalan söyleyeyim sürpriz bir hediye gibi oldu.
      kendinize çok iyi bakın, istanbul'dan sevgilerle...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından