Bademle ilişkim, kolayca rakıyla bağdaştırılabilir. Hele buzlusu rakının yanında iyi de gider. Ama benim asıl alakam, kardeşim ve arkadaşlarının badem yetiştirmesiyle başlar ki bahçeleri (
Tura Tarım) artık Gökova'da bilinir olmuştur. Hoş, konuyla alakası olmasa da babamın Badem adını verdiği köpeğini de araya sıkıştırayım. Zira o Badem'le de aram gayet iyi. Bu yazıya mevzu bahis badem ise henüz yemiş olmamış, dalından ayrılmamış olandır. Çağlaya dönmeden hemen önceki çiçek halidir.
Yıl sonunda Bodrum'a taşınacak olmak bir tarafa, güney Ege'ye daha sık gelmek için yaratılabilecek en güzel bahanelerden biri, işte bu çiçeklenmiş badem ağaçları diyebilirim. Datça'da bademler sadece şubat ayında çiçeklendiğinden, çağlaya dönmeden önceki birkaç haftayı yakalıyor olmak gerek. Bu güzelliği daha önce görmek istemiş ama zamanı bir türlü denk düşürememiştim. Nihayetinde doğanın kendine ait bir takvimi var. Bizim rastgele aldığımız uçak biletleri bu zaman dilimine denk düşünce "neden Datça'ya gitmiyorsunuz?" önerileri peşi sıra geldi. Böylece Bodrum üzeri Datça seferimiz başlamış oldu.
|
Bodrum'a hareket |
Bir programın iyi ya da kötü olacağı daha en baştan belli eder kendini. Esnek ve spontansa, programı lezzetlendirir. Normalde uçaktan indiğimiz gibi Yalıvavak'a geçmemiz gerekirken, kendimizi Bodrum'da "az rakı çok balık" temalı sofrada bulmak, bu yüzden güzel bir sürpriz oldu. Yılın ilk ama sezonun son dil balığını tadarken, Cumartesi ve Pazar günü neler yapacağımızı konuştuk. Sağolsun Ayşegül herşeyi ayarlamıştı. Rakımızı bademlere kaldırıp geceyi tamamladıktan sonra Yalıkavak'a geçtik.
|
Yalıkavak'ta gün doğmuş. |
|
Yalıkavak Belediye Kahvesi'nde kahvaltıdan sonra yola çıktık |
|
Yeşil çizgi gidiş, kırmızı ise dönüş rotamız |
Datça'ya gitmek için seçtiğimiz güzergahı ilk kez kullanıyordum. Mumcular'dan sapıp yolları virajlı ve zaman zaman bozuk olduğu için tercih edilmeyen sahil yolunu takip edecektik. Mazı, Çökertme, Ören ve Akbük üzerinden Akyaka'ya inmek bambaşka bir deneyim oldu. Hem doğanın güzelliğine bakıp, hem de büyük bulut kütlelerinin güneye akan gölgelerinin altında araba kullanmanın ne kadar keyifli olduğunu yaşamış oldum. Yol boyunca bize Agnes Obel şarkıları eşlik edince bir kuzey filminin içindeymişiz gibi hissettim. Yolda fotoğraf, Çökertme'de kahve, Ören ve Akbük'te kısa yürüyüş molaları seyahati yorucu olmaktan çıkarırken zamanın nasıl geçtiğini de herkese unutturdu.
Yol boyunca dinlediğimiz albümden favori parçamı paylaşmak isterim the Curse
|
Çökertme'de "turist tarifesi" üzerinden kahvelerimizi içtik. |
|
Kısa bir yürüyüş molası |
|
Akbük'te dinlence |
|
Güzergah boyunca gördüğümüz her yer gibi Akbük'ün de talan edileceği endişesini yaşadım. |
Yaklaşık 200 km'lik yolu 6 saatte aldığımızı, Marmaris'ten Datça'ya saptıktan sonra, öğlen yemeği için Mavi Pide'ye vardığımızda anladık. Öğleden sonra 3'ü biraz geçiyordu. Datça'ya inince de kısa bir yürüyüşün ardından, hemen otel odalarımıza dinlenmeye çekildik. Fevzi'nin Yeri'nde buluşmamıza daha bir buçuk saat vardı.
|
Odadan Datça manzarası |
|
Hava karardığı için yetersiz kalan iPad yüzünden bu iki resmi Fevzi'nin Google+ sayfasından aldım. |
|
Masada resimdekinden daha çeşitli ve birbirinden farklı mezeleri tattık. |
|
Fevzi'nin resim çekemedim ama replikasını çıkardım. |
Fevzi'nin Yeri daha önce gitmediğim ama Serdar Benli'nin yazıları (
bknz son yazısı) ve anlattıklarıyla bildiğim bir yerdi. Farklı otlarla yaptığı mezeleri, balığa kattığı lezzet, yarattığı atmosferi açıkçası merak ediyordum. Gittiğimizde masamız hazırdı. Adını bile bilmediğimiz otlardan hazırladığı mezelerin birkaçını buraya yazmakta fayda var: Arapsaçı, papatya sapı, ısırgan otu, radika, kışıyak, sarı ot, deniz ıspanağı, tikişen, turucu, orman tilkisi, cepleme, kabak ekşileme, safranlı avokado, sarımsaklı tulum, koponosti, enginarlı tarama, eşek helvası vs vs... Ben yazarken yoruldum. Ama yerken durum değişiyor. Bir gece önce az içilen rakı bu akşam tamamlanınca masadan çakır keyif ve çok mutlu kalktık. Sabahına badem ağaçları gezisi ve İstanbul dönüşümüz olduğundan geceyi fazla uzatmadık. Güzel haberse ertesi günkü turda Fevzi'nin bize rehberlik edeceğiydi.
|
Eski Datça'da küçük bir tur attıktan sonra kahvelerimizi içmek üzere köy kahvesine geçtik |
|
Dede Pansiyon |
|
Kaybolmanın güzelliği |
|
Araba kullandığımdan çoğu fotoğrafı Hülya çekti. Bu en sevdiklerimden. |
|
Badem çiçeklerinin güzelliği içinde Hülya |
|
Yol kenarlarında rastladığımız Gel-Geç Meyhanelerinden biri |
|
Sucuk, ekmek ve şarap |
Sabah kahvaltısının ardından erkenden yola çıktık. Zira Hülya ile benim zamanım kısıtlıydı. Köy yollarını kullanarak gittiğimiz yerlere, Fevzi Bey'in verdiği detaylar, kısa molalarda anlattığı hikayeler de eklenince Datça gözümde başka bir yere dönüştü. Hele çiçeklenmiş badem ağaçlarının güzelliğini nasıl anlatsam bilemiyorum. Sadece görüntüsünün masalsılığı değil, baş döndüren kokusu da öyle sihirli ki paylaştığım fotoğrafların bir yanının eksik kaldığını düşünüyorum. Tek başımıza gelsek asla yapamayacağımız bu gezi için Ayşegül'e ne kadar teşekkür etsek az. Geçen yaz günübirlik uğradığımızda Datça bana o kadar çekici gelmemişti. Oysa şimdi durum değişti. Tepedeki bir bademlikte, küçük bir ateşin başında kendi pişirdiğimiz sucuk ekmeklerimizi yiyip şaraplarımızı yudumladıktan sonra herkesle vedalaşıp İstanbul'a doğru yollara düştük.
Kalbim, aklım gittikçe daha çok Ege'de kalıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder