Tatil notları 1

Bu bir tatil yazısıdır. Bodrum'a yerleşmekle ilgili hiç bir adım atılmamıştır. Geçtiğimiz bir hafta %60 Duru, %30 Hülya, %30 benim ve %20 annemin yönlendirmesiyle şekillenmiştir. Kısaca, akışına bırakılmıştır. Tatil boyunca gözlemlediklerim ve aldığım notları alt alta koyunca bir kaç yazı çıkacak denli uzattığımı farkettim. Bölmeye kıyamıyorum. Güzel okumalar...

Kuşları bile kıskandıracak temiz bir uçuştan sonra 12 Temmuz cuma günü öğleden sonra Bodrum'a indik. Önceden kiraladığımız arabaya atladığımız gibi anneme, Yalıkavak'a doğru yola çıktık. Bu sırada saat beşi gösteriyordu. Yani güneşi batırmak için daha vakit vardı.

Annemin evinin önünden gün batımı ve manzara

Normalde İstanbul'dan araba kullanarak buraya gelmeyi daha çok seviyorum. Çünkü uzun yol yapmak tam da istediğim uzaklaşma hissini veriyor. Nelerden uzaklaştığım farklılıklar gösterse de, önümde uzanan yola bakmak bana hep iyi gelmiştir. Hatta kafamda çözülmeyi bekleyen pek çok bilmece yollarda çözülmüştür. Bu sefer iki nedenden araba kiraladım. İlki zaman kazanmak, ikincisi ise sadece Bodrum'a sıkışıp kalmamak. Bütün haftayı, aynı ve birbirine benzer plajlarda geçirmek istemiyordum. Şezlonga uzanıp, güneş altında yatmak bana göre değil. Kimse alınmasın ama ayak fotograflarını çekip paylaşmayı da sempatik bulmuyorum.

Günlük araba kiraları firmaya göre değişiyor.
Ercan Rent a Car hem ucuz hem yeni bir araba hazırlamıştı.

Tatillerimde sabit bir konaklama noktası seçip, hergün başka yerlere gitmek tatil anlayışımın iskeletini oluşturuyor. Örnekse Akyaka'da kalarak yakın yerlere en fazla 2 saat yol yapıp, hergün bambaşka tecrübeler yaşamak mümkündür (İstanbul karşılığı, akşam iş çıkış saatinde Maslak-Karaköy arası geçen zamana denk gelir!. Üstelik yol daha yakışıklıdır.) Artık benim için bahsi geçen merkez Bodrum oldu sayılır. Henüz burayı iyi tanıdığımı söyleyemem. Dolayısı ile 2 saat yol yapmak yerine bilmediğim koylara gitmek şimdilik yetebilir. Fakat Duru'ya başka başka yerler göstermek istediğimi itiraf etmeliyim.

Ceviz bir süredir anneme yarenlik ediyor. Azıcık kafadan kontak bir köpek.

İki gün Yalıkavak'ta oryantasyonumuzu tamamladıktan sonra Pazartesi yola çıkmaya karar verdik. Bodrum'dan Datça'ya geçerek yarımadada sırasıyla Datça, Selimiye ve Akyaka güzergahını takip edip Bodrum'a dönecektik lakin yolculuk tam tersi istikamette başladı.

Etap 1: Bodrum, Muğla, Akyaka, Selimiye
Etap 2: Selimiye, Datça ve Bodrum

Akyaka
Sabah erken yola çıkarak vardığımız Akyaka'da kahvaltı yapıp biraz yüzmek iyi bir fikirdi. Zira çok acıkmıştık. Eğer dayanabilecek olsak Akyaka'yı es geçerek, Marmaris yoluna döner ve Sedir Adası tabelasını takip ederek Çınar Restaurant'a gidebilirdik. Ağaçlar arasında, şırıl şırıl su sesi dinleyerek kahvaltı etmek nefis olurdu. Kaz ve ördekleri de bu resme eklemeliyim. Aynı zamanda kendime bal aldığım yer de burasıdır.

Akyaka'da dikkatimi çeken, yabancı dışında yerli turist neredeyse hiç yoktu. Mayıs sonunda bitmesi gereken tadilatlar Temmuz ortasına gelmiş olmamıza rağmen halen devam ediyordu. Park'a giden yol üzerindeki çay bahçeleri kapalıydı. Öyle ki bir kaç büfe yerinden kaldırılmıştı. Kahvaltı etmeyi planladığım, sahiplerini tanıdığım büfenin de yerinde yeller esiyordu. Körfez Restaurant'ta vasat bir otel kahvaltısına razı olduk. Bize servis yapan arkadaşa sorduğumda bu durumu Ramazan'a bağladı. Sezon denen zaman diliminde iş yapmayacaklarını baştan kabullenmiş gibiydiler. Sanırım asıl hareketlilik ramazan sonrası ve bayramda olacak. Bir gece evvel her geldiğimde ziyaret ettiğim Serdar Benli ile yediğimiz yemekte, aynı şeyi söylemişti. Daha evvel yaşadığı yazların aksine bu sezon neredeyse Bodrum da bomboştu.

Fakat Akyaka'ya gidecekler için Azmak üstündeki restoranlarda kahvaltı edebileceklerini not düşeyim. Benim aklıma önceden gelseydi Halil'in yeri kahvaltı yapmak için oldukça güzel olurdu. Azmak'a ayaklarımızı sokmakla yetinmek zorunda kaldık. Olsun...

Bu arada Akyaka'nın adı son zamanlarda TOKİ ile beraber çok anılmaya başladı. Umarım devlet herşeyi mahvettiği gibi burayı da düzenleme yapıyoruz bahanesiyle katletmez. Habere göre çok katlı binalara izin çıkmış. Bölge halkının bu kararı tanımayacağını düşünüyorum.

İlgili haberi de buraya koyalım. Tık tık

Selimiye
Selimiye'ye vardığımızda saat öğleni biraz geçiyordu. Bu küçük köye geldiğimde gittiğim ve kaldığım tek yer vardır: Beyaz Güvercin Motel. Bir etabın sonundaki gerçek ödüldür. Zaten ilk gelişimde Selimiye'ye aşık olmuş sonra da küçük bir arsa almıştım. (Daha evvel bununla ilgili bir yazı yazdım.) Datça yolu üzerinden Hisarönü'ne döndükten sonra hep "oh memleketime geldim" derim. Tatilcilere not olsun; gide gele bildiğim ve söyleyebileceğim ilk şey deniz burada bir başkadır. 

Selimiye benim için çok özel bir yerdir

Küçük bir bilgi, Orhaniye'yi geçtikten sonra, Selimiye'ye gelmeden Mehmet'in yeri Deniz Restoran'a mutlaka uğrayın. Salaş malaş ama o masalsı koyun denizinde biraz yüzün. Soğuk biranızı içerken ve köftenizi yerken bana dua edin. Aşağıdaki filmi çektim ama burada nasıl bir efekt verdiğini  test edemiyorum.



Hazır Beyaz Güvercin'e gelmişken burada bir gece kalalım, hem akşama kadar yüzer, yemekten sonra köye ineriz dedik. Motel benim ilk geldiğimden bu yana kaç kez el değiştirdi bilemiyorum ama daha güzel buldum. Oda sayısı artmış. Doğru dokunuşlarla zaten çok güzel olan tesisi daha da cennet bir yere dönüştürmüşler. Personel sayısı da artmış. Eskiden herşeye 3-5 kişi koşuştururdu. Müşteriyle ahbaplık yaparlardı. Yeni personel yine sıcakkanlı ve güler yüzlü ama daha profesyoneller. Daha evvel Zeytinli Restoran'ın işlettiği mutfağı pek tercih etmezdim. Beyaz Güvercin'e yakışmıyordu. Zaten köyün merkezindeki mekanı da kapanmış. Yeni mutfak hakkında ahkam kesmekse hem erken hem yanlış olur. Biz de gitsek mi diye soranlar için bir bilgi: Oda kahvaltı kişi başı (sanırım sezon için geçerli) 150 TL. Tesisten yararlanmak isteyen günübirlik müşterilere ise giriş 30 TL. Elbette daha makul otel ve pansiyonlar da bulmak mümkün. Selimiye küçük bir köy sonuçta.

Beyaz Güvercin Motel iskeleden görünüş
Beyaz Güvercin Motel
Duru, "insan yüzerken suyu bozmak istemiyor."
Günün sonunda yemekten evvel biraz oturup dinlendik

Köyün merkezi ise hızlı bir değişimin içine girdiğinin sinyallerini veriyor. Ayrık otu gibi mekanlar pırtlamış. Mesela Piano Jazz Bar. Beyaz tasarlanmış, minimal(!) kurgulanmış mekanı renkli led ışıklarla gayet şıkmış gibi yapmışlar. Ortada beyaz bir piyano ve başında bir piyanist. Ne yalan söyleyeyim Selimiye'de yadırgadım. Bunun yanısıra butikler açılmış. Marmaris ve Bodrum'da görmeye alıştığımız Nişantaşı menşeili tasarım ürünler satıyorlar. Tek itirazım aynı snob havayı taşımaları. Bunu yanısıra market, mağaza olmuş, boş depo kafeye evrilmiş, bir başka lokanta hediyelik eşya dükkanına dönüşmüş. Güzel olmuşlar, renk katmışlar. Sıcak ve samimi yerler gibi gözüküyorlar.

Benim için bu tatildeki en güzel kare belki de buydu.

Sardunya, Aurora, Hidayet'in yeri gibi köyün güzel mekanlarının yanında merkeze yeni bir restoran açılmış. İsmi Parageda. Yola çıkmadan evvel hikayesini Hürriyet'te okumuştum. 

Melis Alphan'ın Hürriyet'teki söyleşisi için bir tık yeterli

Eskiden mekan Zeytinli Restoran'dı. Yukarıda da yazdım yemeklerini beğenmediğim bir lokantaydı. Parageda ile ilgili şimdiden pek çok güzel şey duydum. Hatta sosyal medyadan takip edenler illa ki ahtapot ızgara yememi bile söylediler. Başka sefere artık. Çok fazla vaktimiz yoktu açıkçası. Günün ve yol yorgunluğu üzerimize çöktüğünde ise artık odamıza çekilip günü tamamladık.
Melis Alphan'ın Selimiye ile ilgili bir diğer güncel yazısını da buradan okuyabilirsiniz.

Datça
Güzel bir uyku insanın yanaklarına pembe pembe oturuyor. Otelden ayrılmak için 11'e kadar vaktimiz vardı. Kahvaltıdan sonra kızlar son bir kez Selimiye'nin ipek gibi denizinde yüzdüler. 10'u geçe yola çıktık. Köyden ayrılmadan üzerine henüz bir şey konduramadığım arsaya da bir baktık. Arazinin konumu itibarıyla manzarası çok güzeldir ama keçi ve buzağılardan başka bir resim ne yazık ki elimde yok. Resim çekmeyi unuttuğumu yola çıktan sonra farkettim. Artık son durağımız Datça idi.

Selimiye'deki arsam. Soldaki küçük keçi üzerinde duruyor...
Selimiye'den çıkar çıkmaz Turgut Şelalesi'nde serinledik. Henüz burada yüzmüşlüğüm yok.

Datça bir süredir kafamda dönüp duruyor. Acaba Bodrum'a bir alternatif olabilir mi diye. Bunu yerinde görmek için pek zamanımız olmasa da havayı koklamak istedim. Zaten Hülya da bir süredir merak ediyordu. Bir kaç saat yetmeyecekti ama neyse.

Datça'ya iner inmez ilk yaptığımız akşam bizi Bodrum'a götürecek feribottan bilet almak oldu. Öyle ya kaçırırsak ya gece kalacak bir yer bulacaktık ya da gerisin geri saatlerce araba sürecektik. Neyseki 25 arabadan biri de biz olduk. Şöför ve araba 90 TL. Eğer yolcunuz varsa 10-15 lira ekstra para alınıyor.

Kıyı boyunca uzanan dizi dizi binaların bir tarafı ana cadde, diğer tarafı ise plaj. En son 10'lu yaşlarda Datça'ya geldiğimden eski halini pek hatırlamıyorum. Bu kadar dolu değildi elbet. Eski Datça'nın mimari bütünlüğü ne yazık ki kasabada yok. En azından Akyaka denli bir çizgisi vardır diye düşünmüştüm. Datça'da çok kalmadık. Fakat o kısacık sürede kasabanın bizim için alternatif olmaktan da, görceli merkez Marmaris ise mesafe olarak da uzak olduğu kanısına vardık.

Datça
Eski Datça, merkezin aksine rengarenk karşıladı bizi.
Eski Datça sokaklarında limonatalarımızı içerken
Can Yücel'i de ziyaret ettik
Pek çok satılık ev ile karşılaşınca insan yepyeni hayaller kuruyor.

Feribota binmeden evvel önümüzdeki 2 saati de Palamutbükü'nde değerlendirelim istedim. Dalgalar çekilirken, çakıl taşlarının arasında çıkardığı ses kulaklarımdan hiç gitmemiştir. Hatta o ses ki çakıl taşına adını vermiş bile olabilir. Bu sesi Hülya ve Duru da duysun istedim. Koya vardığımızda gördüm ki Palamutbükü neredeyse hiç değişmemiş. Fakat mesafe umduğumdan uzunmuş. Git git bitmedi. Denizden sonra neredeyse kurumak için bile vaktimiz olmayacaktı bu durumda. İstanbullu refleksiyle bir yere yetişme stresini burada yaşamadım dersem yalan olur. Yine de denizin tadını çıkara çıkara yüzdük. Her koyun kendine özgü bir özelliği olduğu kanısına vardık. Selimiye'de su, Duru'nun tabiriyle "yüzerken bozmaya kıyılmıyor" ise Palamutbükü'nde de ipek gibiydi denilebilir. Kendimizi kurumaya bıraktığımızda Hülya ve Duru'nun yüzündeki mutluluğu okumak çok güzeldi. Acıkan karnımızı nasıl hızla doyurduğumuzu anlatmayacağım lakin daha siparişi verirken hesabı da ödediğimizi söyleyebilirim.

Palamutbükü'ne inerken
Datça-Bodrum iskelesi büyük bir tadilatın içindeydi. Mendirek güçlendiriliyordu.

Palamutbükü'nden feribota biraz koştur koştur yetiştik. 2 günlük serüvenimiz 2 saat sonra Bodrum'a vardığımızda sona erdi. Üzerimizde çokça rüzgar, bolca güneş ve savrulan deniz suyu ile arabaya atladığımız gibi anneme, Yalıkavak'a doğru yola çıktık...

Yorumlar

  1. Tatilinizi güzel geçsin, dünyanın en güzel yerlerinden birindesiniz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim. tatilimizi tamamlayıp döndük. bundan sonra umarım temelli oralı oluruz :)

      Sil
  2. Ben de tam iyi tatiller diyecektim ki, dönmüşsünüz. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından