Hasar Tespiti

Bodrum’a döndük dönmesine ama döndüğümüzü pek anlayamadık. İki ay boyunca İstanbul’un metrolarında, metrobüslerinde, Mecidiyeköy karmaşasında, hastane koridorlarında, yoğun bakım önlerinde o kadar insan içinde hiçbir şey olmadı, fakat yurdumuza ayak bastığımızın ikinci günü yatak döşek hastaydık. Önce boğaz ağrısı ardından eklem sızısı derken kıpırdayamaz hale geldik. Sağdan sola dönemiyorduk. En kötüsü de aynı anda hastalanmaktı. Ne benim Hülya’ya ne de Hülya’nın bana tatlı tatlı şımarması mümkün oldu.

Hazır ilacımı almış oturuyorken yapılacak en güzel şey, dönüşümüzü ve hastalanmadan önceki o günü kaleme almaktı galiba.

Yakaköy. Artık evdeyiz.

55 Gün Sonra

Yaklaşık iki ay sonra eve dönerken ister istemez neyle karşılaşacağımı kafamda kurdum. Son yağmurda, giriş su aldı mı acaba? Aldıysa yerdeki kilim küflenmiş midir? Evi toz basmış mıdır? Ölü-canlı böceklerle karşılaşır mıyız? Çiçekler kurumuş mudur? Buzdolabı kim bilir ne haldedir? İster istemez bir hasar tespiti yapılması gerekiyordu.

Ayrıca tüm yaz bir kenarda ölecek diye beklediğimiz, köyün ironik karakterlerinden Şef yaşıyor mu diye düşünmeden edemedim. Bizim kediler Kara ve Pakize ne durumdalar? Zeytinler toplanmış mıdır? gibi sorular da havaalanında beklerken aklıma gelenlerdi.

Şef artık yaşlı bir köpek

Kara

Pakize

Normal şartlarda Bodrum’dan İstanbul’a gideceksek son hafta alışveriş yapmayız. Buzdolabını boşaltmak üzere bir yol izleriz ki çürüyecek, akacak-kokacak bir şey kalmasın. Yola çıkmadan hemen önce de çöp atılır, prizlerde fiş bırakılmaz; adeta evi kapatıyormuşçasına son kontrollerimizi yaparız.

Anlaşılacağı üzere söz konusu İstanbul olunca planlanandan uzun kalacağımızı ön görürüz. On bir yıllık Bodrum hayatımızda bu hiç değişmemiştir. Fakat son sefer, pek apar topar çıkmıştık evden. Eylül’ün biri ben, beşi Hülya aldık soluğu İstanbul’da.

İstanbul’a Hep Tek Yön

Bodrum’daki ilk zamanlarımızda, halen bir ofiste çalıştığımdan ayda bir, o da bir hafta kadar İstanbul’a gitmek zorundaydım. Ama günü geldiğinde, masamı toplayıp havaalanına yetişeceğim telaşında iken “Bir hafta daha kal!” dendiği çok olmuştur. Bir hafta diye gidip üçüncü hafta döndüğüm de.

Dört yıl sonra ofis ile yollarımızı ayırdığımızda rahatlayacağımı düşünürken bu sefer hem babamın hem annemin hastalıkları nedeniyle İstanbul’a gelir gider oldum. Gelir gider derken; her uçak biletim tek yönlüydü. Çünkü ne zaman döneceğimi kestiremezdim. Belirsizlik canımı her zaman çok sıkmıştır. Bu nedenle her seferinde evi kapatırcasına çıkmak akıllıca bir tercih oldu.

İstanbul yolcusu kalmasın!


Rötar!

İstanbul’daki elli beşinci günün akşamüstü, havaalanında uçak saatimizi beklerken şehir bizi fazladan bir kırk beş dakika daha alıkoydu. Gökyüzü pırıl pırıl gözükse de hava muhalefetinden bahisle uçağımız rötar yapmıştı.

Bodrum’da doğum gününü kutlamaya hazırlanan ve bize bugün için davetiye göndermiş olan Burcu da aynı nedenle davetini bir gün sonraya kaydırmıştı. "Yetişemeyecektik, yetişebilir olduk bu sayede," diye düşündüm. Gel gör ki şu hava muhalefetine takılmadan edemedim. Demek ki bir noktada uçuşumuz pek konforlu olmayacak, dedim içimden. Rötarlı da gidiyoruz. Eve iyice karanlıkta ulaşacaktık. En çok özlediğin şeye kavuşmadan önce İstanbul sanki son bir bedeli ödetiyordu.

İstanbul’a zırt pırt gittiğim o yıllarda uçmak pek keyif aldığım bir şeydi. 2014-2018 arası en ucuzu 38 en pahalısı 90 liraya kombine biletler alırdım. Ne zaman ki kış tarifelerim sıklaşmaya başladı hava durumunu takip eder oldum. Zaman içinde uçmak keyfi yerini endişeye bıraktı.

Otobüs terminallerini severim.

Hatta öyle ki bir keresinde o koşullarda uçmamak için 10-12 saatlik otobüs yolculuğu ile İstanbul’a gitmişliğim bile vardır. Otobüs yolculuklarından da eskiden keyif alırdım. Özellikle sabah uğranılan dinlenme tesislerinde, otobüsün kapısı açılır açılmaz içeri hücum eden sabah ayazına bayılırdım. İçerinin havasız, kokuşmuş ortamını canlandırırdı. Aşağı inip üşümek ayrı güzeldi. Bu dinlenme tesislerinde, demlemeyi bir türlü beceremediklerini bilsem de bir umutla çay içmek de ayrı bir fotoğraftır zihnimde. Lakin bir yerden sonra önce kişisel araçlar otobüslerin, uçaklar da kişisel araçların yerini aldı. Hız demek zaman kazanmak demek. Buna rağmen uçmaktan da keyif almıyorum eskisi gibi.

Bodrum Yolcusu Kalmasın!

Ekimin 25’i itibarıyla bu büyük uçağı dolup taşıran kitleyi de inceledim bu arada. Kim bu tipler? Neden Bodrum’a gidiyorlar? Bir kısmı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle birkaç gün ekstra tatil yapmak isteyenlerdir. Şaşmaz. Yazlık evini kapatmaya gidenler de var mutlaka. Bizim gibi evine dönenler de. Bizim gibi dediğime bakmayın. Orada da birkaç alt kategoriye bölebilirim bu başlığı. Zira Bodrum’da yaşayan kitle de yıllar içinde çok değişti. Mesela “Bodrum bana iyi kötü ne vaat ediyorsa kabulüm" diyen kitle ki, bizi bu sınıfa sokabilirim.

Şehirden uzak olmak isteyen ama tüm şehir konforunu ve sevdiklerini beraberinde getiren, Bodrum’u çok seven ama şikâyet etmeden duramayan bir başka profili de listeye ekleyeyim. Bir diğeri de, Bodrum’u İstanbul’un bir semti gibi düşünen tayfa… Ne yazık ki bu sınıfın sayısı gün geçtikçe kalabalıklaşıyor.

En azından Bodrum’da yaşamaya benim gibi bakanlar, hızla azınlığa dönüştük. Dediğim gibi yarımadanın iyi-kötü her vaadi veya vaat etmedikleri kabülüm. Madem Bodrum’da yaşıyoruz, şunu da beklerim demek hiç aklıma gelmemiştir. Fakat her şey son gelen cüretkâr ve talepkâr kitleye göre değişiyor Bodrum’da. Zamanında İstanbul'dan kaçarken, bir gün şehri de beraberlerinde getiren bu insanlarla aynı uçağa bineceğimi hiç hayal etmemiştim.

Bodrumumuza Kavuştuk

Birkaç sarsıntı eşliğinde, etrafımı izleyip “Kim bu uçağı dolduranlar?” diye sorup cevaplamaya, teker piste değene dek devam ettim. Bir saatlik bir uçuşun sonunda nihayet kekik kokusuna kavuştuk. Çok az kişi uçak kapısı açıldığında içeri dolmaya başlayan kekik kokusunu duyabilir.

Havaalanından otogara, belediyenin otobüsüyle, garajdan da arabayı bıraktığım sanayideki rastgele sokağa yürüyerek ve daha ilk marşta çalışmaya başlayan arabamızla da eve geçtik. O kadar sevinçliydim ki yolda ufak ufak Hülya’ya şımardım da.

Öğleden sonra 15:00’te Mecidiyeköy’den çıkmamızla başlayan yolculuğumuz, 22:00 gibi Yakaköy’de son buldu. Yani İstanbul-Bodrum arası teknik olarak 1 saat değildir. Hep öyle denir ya: “Bir şey olsa hop bir saate buradasın!” Kapıdan kapıya yedi saattir. Bu süre, arabayla yapacağınız süreyle hemen hemen aynıdır. Ben hiç yedi saatte İstanbul’a gidemedim ama başaranları bilirim.

Eve inmeden kapıdan Eliflere uğradık. Poyraz’ı sevdik. Boy atmış, emeklemeye başlamış. Çayımızı içtik. Bu arada bahçeye Kara geliverdi. Semirmiş, belli ki kışa hazırlanıyor. Pakize birkaç gündür yokmuş. Başına bir sürü felaket gelen bir kedi olduğundan endişelendim biraz ama “Nasılsa çıkar bir yerden hanımefendi,” diye düşündüm. Şef’i de gördüm Eliflerin bahçe kapısı önünde. Ölmemiş olmasına sevindim. Hatta yaza göre biraz daha toparlamış gördüm. Eliflerle vedalaşıp ayrıldıktan sonra biz önde, Kara arkamızda eve yürüdük.

Hasar Tespiti

Bahçe girişi oldukça ot bürümüştü. Begonvil coşmuş, kontrolsüz büyümüş. Her şey biraz susuz kalmış gibi gördüm karanlıkta. Eve Kara önden, biz arkasından girdik. Bir avuç mama bıraktım tabağına. O yiye dursun, ev beklediğimizden iyi durumdaydı. Tozlanmış hatta bazı tozlar bir araya gelip evin içinde hareket eden bağımsız gruplara bölünmüştü ama akan kokan bir şeyler yoktu. İki üç kadar ölü kakalak attık. Tek tek odaları dolaştık. Birkaç da epey genişlemiş örümcek ağı tespit ettik.

Buzdolabı galiba en çok hasar aldığımız yerdi. Neredeyse tüm sebzeler çürümüş, yiyecekler bozulmuş, Hülya’nın hazırladığı tencere yemeği küflenmiş, hatta Kos’tan aldığımız kimi peynir ve şarküteri ürünü çöpe atılmalık hale gelmişti. Hemen temizledik. Ev, zihnimin inanmak istediği gibi, kendini bir düğmeye basılmışçasına korumuştu. Heba olmuş yiyecekler ise İstanbul'da geçen zamanın somut kanıtlarıydı; çürüme, bekleyişin ta kendisiydi.

“Yarın kahvaltıyı Gümüşlük’te yapalım. Dönerken markete uğrar dolabı doldururuz,” diyerek uzandık yorgun bedenlerimizle yatağımıza.

Bodrum’da İlk Gün

Sabah uyandığımda elektrikler kesikti. Klasik Bodrum karşılaması dedim. Kontrol edince bakım çalışması nedeniyle öğlene dek elektrik alamayacağımızı öğrendim. Kesinti şuna yaradı; Hülya uyanır uyanmaz elektrik süpürgesiyle evin tozunu şöyle bir almak isteyecekti mutlaka. “Pazartesi yaparız! Gel gidip kahvaltımızı yapalım güzel güzel!”

Güneş yazın değil, kışın turuncuya boyar her yanı

Böyle güzel havalarda Gümüşlük’e gitmeyi seviyorum. Üstelik yaz sonu kalabalığı da dağıldığından yarımada bize kaldı duygusu beni çok iyi hissettiriyor. Yol boş, park problemi yok. Sezon kapandığından büyük otoparka giriş ücretsiz… Belediye kahvesinde omlet, söğüş ve çay üçlemesiyle kahvaltı yapmak niyetiyle indik sahile. Derin bir nefes çektim içime, deniz kokusuyla doldurdum ciğerlerimi. Burada durumu en doğru tanımlayacak kelime şükretmek galiba. Döndüğümüz için o kadar mutluydum ki şükrettim…

Belediye kahvesi her zamanki gibi kalabalık, insanlar denize yakın masaları doldurmuş, kahvaltı yapıyor, kahve içiyor, sohbet ediyorlardı. Uzun kasa kuyruğunun sonuna eklendik. Kuyruğun beklediğimden hızlı ilerlemesinin bir nedeni varmış; kesinti nedeniyle, kahve gibi elektrikli mutfak aletleriyle hazırlayabildikleri şeyleri servis edemiyorlarmış. Ayrıca sadece nakit geçerliymiş bu durumda. Kuyruktan elendik otomatikman. Gidip nakit çekelim dedik fakat ATM makineleri de çalışmıyordu. Gümüşlük’te açlıktan öleceğiz diye düşünüp güldük Hülya ile…

Kıyıdaki restoranlardan birine oturduk. Serpme kahvaltı veriyorlarmış ama biz sadece omlet, söğüş, çay sipariş ettik. Tabi yine de serpme kahvaltı fiyatı ödeyeceğimizi o an bilmiyorduk… Belediye kahvelerini bu nedenle tercih ederiz. Sürpriz yoktur. Sürpriz elektriklerin kesik olmasıydı. Neyse… Mikro kahvaltımıza makro ücret ödeyip alışveriş yapmak üzere markete geçtik.

Markette de kesintinin bedelini, çöken sistemin çalışır hale getirilmesini bekleyerek ödedik. Yaklaşık yarım saat kasada geçti. Arada dışarı çıkıp sigara içtik. Kasiyer bazı aldıklarımızı dolaba yeniden koydu ki erimesinler… Uzun lafın kısası Bodrum kendince bir hoş geldin dedi bize.

Eve dönüp, dolabı yerleştirir yerleştirmez hazırlanıp sahile indik. Burcu’nun ertelenmiş doğum günü kutlaması için Ortakent Yula’da buluşuldu. Mis gibi hava, güzel mekan, güzel müzikler, deniz kokusu ve neşeli insan sesleri hayatın devam ettiğini anlatan bir şiir gibiydi. Sımsıkı sarıldı Burcu, başsağlığı diledi. Ben de ona iyi ki doğdun dedim. İyi geldi yanlarında olmak. Çok uzun kalmadık, hava kararmadan döndük evimize…

Mutlu yıllar Burcu Başkan. Ortakent Yula

Bülent ile

Ertesi sabah olacaklardan habersiz son foto

Salgın Var!

Ertesi sabah, elimde uzun bir liste ile kış hazırlıklarına başlamak niyetiyle kalktım yataktan. Soba borularını saydım, yenilerini almak üzere. Girişte ayakkabılarımızı muhafaza eden dolabın raflarını taşıyan pimler kırılmış, örnek bir tanesini çıkarıp cebime attım. Odunlarımızı dizdiğimiz alan ot ve dallarla iyice kapanmış, sipariş vermeden evvel düzenlenmesi yapılmalı…

Kahvaltıdan sonra Hülya spora gidecekti, ben bırakmak istedim. Onu bırakmışken, Ali ile kahve içerim diye düşündüm. Çıkmışken raf pimlerini de alırım dedim. Levent Abi'ye de uğrarım hem. Dönerken de odundu, soba borusuydu vesaire işlerini hallederim.

İşte plan yapıyorsun ama hiçbir şey planlandığı gibi gitmiyor işte. Ali ile kahve içerken hissettim boğazımın sızısını. Levent Abi'deyken sızı ağrıya dönüştü. Raf pimlerini aldım ama gözüm diğer işleri yapmayı kesmedi. Saati Hülya’nın çıkışına denk getirip eve dönmek en doğrusuydu. Duraktan aldığımda Hülya da boğaz ağrısından bahsetti. Eve geçip bir çorba içelim, dinlenelim dedik. İnanın o küçük raf pimlerini takmaya mecalim kalmamıştı eve vardığımızda. Soğuk algınlığı ilacı, sıcak bir çorba içip uzandık. Bir daha da kalkamadık. Etimiz, kemiğimiz her yanımız ağrıyordu.

Altıncı gün itibariyle ayaklandık. Bir hafta ertelenmiş, hastalık nedeniyle ara verilmiş (hiç başlanmamış) işlere kısmetse yarın el atacağız. Elektrik de var! İlk iş iyice büyüyen toz kümelerine müdahale de bulunmak. Önce şu ev temizliğini halledelim. Hülya kışlıkları çıkarmaktan bahsetti az evvel. Listeye yazmamışım, ekledim… Normal hayatımıza dönelim artık...

Yorumlar

  1. Geçmiş olsun ikinize, kolay değil tabi ki onca şey yaşandı ve vücut
    sağlığı zarar gördü. İnsanın savunma düzeninde moral de çok önemli. Yavaş yavaş
    gücünüzü bulacaksınızdır. Ama Bodruma da gider gitmez de baya bir aksiyon içine girmişsiniz.
    Hiç dinlenememişsiniz. Fotondan belli Coka baya bir yüzün süzülmüş.
    Uçak seyahatlerini hiç sevmem, mecburen bindiğim zamanda tüm psikolojim bozulur. Zaten
    fobim yıllardır var ama ah şu gezme tutkusu iyi ki var. Yoksa hiç binmezdim. Otobüsler de
    yıllarca gittik geldik, Kocaelinden Bodrum, Antalya saatlerce git git bitmez. Bacaklar şişer de şişer ama yapacak bir şey yok mecburen biniyoruz. hele Kocaelinden Sabiha Gökçene gitmek uçak için Bodruma otobüsle gitme ayarında.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemin Yolculuğu

Bu da geçer Ya Hu

Kirazcı Baba