15. Gökova Bisiklet Turu

Gökova’nın kendisi öyle bir hikâye ki içine her giren kendi ceplerine, ellerine, ağzına, burnuna, kalbine, beynine, gözüne bir şeyler doldurup çıkar. Koyları, o koyları dolduran turkuaz suları, hemen kıyısından yükselen yemyeşil ormanları bilge birer anlatıcı gibidir. Duyana çok şey söyler, görene daha çok şey gösterir. Bu yüzden Gökova’yı hep cömert bulmuşumdur.

Ekim sonunda biz 200 kişi de havsalamızı doldurmak üzere Gökova’daydık. 200 kişi bisikletlerimizle 5 günde tüm körfezi döndük. Her zaman yapıldığı Mayıs ayından farklı bir mevsimde ve fakat bu bölgede sarı yaz diye anılan dönemin içinden geçerek tamamladık turu. Daha başlangıç tarihi konulduğu andan itibaren bir yağmur tedirginliği duysak da 5 gün boyunca güneş bizden hiç ayrılmadı. Üstelik Mayıs’ı boyadığından çok daha farklı bir ışıkla eşlik etti bize.
Gökova Turu bu yıl bir başka güzel ışıldıyordu.

Tur öncesi duyduğumuz yağmur tedirginliğinden bahsedeyim önce. Hani tek başımıza veya daha küçük bir grupla dönüyor olsak yağmuru kucaklayarak karşılardık. Çünkü bölge, yaz boyunca hem aşırı sıcaklarla kavrulmuş hem de üstüne çıkan yangınlarla çok büyük parçalarını yutmuştu. Doğrusunu isterseniz, geçtiğimiz Marttan beri hasrettik yağışlara. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgesinde ne zaman ve ne kadar süre yağarsa yağsın yağmura dudak bükülmez. Fakat organizasyon 200 kişilik olunca yağmur hiç istemediğimiz sevimsiz sürprizler yaratabilirdi. En basitinden 5 gün boyunca kuruyamamak, ıslak eşyalarla bisiklet sürmekten bahsediyorum. Bu durum turun keyfine limon sıkardı doğrusu. Yağışlı havalarda düşmek, yaralanmak, sakatlanmak çok daha kolay bir hal aldığından bu en kötü senaryoyu yaşamayı ayrıca hiç istemedik.


Tırmanıp indiğimiz rampalar aynı olsa da rotalar Ekim ayına göre yeniden tasarlandı. Kıştan yaza geçtiğimiz Mayıs ayında körfezi telaşa kapılmadan dönmek daha kolaydır fakat şimdi yazdan kışa geçilen bir dönemdi. Günlerin boyu kısalıyor, haliyle tur, ister istemez biraz da mecburen zamanla yarışılan bir karaktere bürünüyordu. Etapların boyunu kısaltmak da organizasyona düştü.

Tabi bir de kamp için düşünülen yerler Mayıs’taki denli alternatifli olmuyordu. Bir kere sezon sonu. Kamp alanları açık mı değil mi bilinmez. Bakım, onarım yeni sezon için hazırlık planları hayata geçmiştir. Nitekim Akyaka Orman Kampı’nın alt yapı çalışmaları nedeniyle kapalıydı ve ilk günün rotası değiştirilmek zorunda kaldı. Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Bodrum-Ören etabı (ki turun en uzun günü olacaktı) Bodrum-Çökertme olarak değiştirildi. Rota 20 km geri çekildi. Ören-Akyaka rotası Çökertme-Akbük, Akyaka-Çubucak rotası da Akbük-Çubucak oldu. Bu değişiklikler konaklama şartlarını etkiliyor elbette. Sadece Ören’de parkta kamp yapacakken -ki burası turun kamp tesisi olmayan tek varış noktasıydı- değişikliklerle birlikte arka arkaya 2 restoran konaklaması programa girmiş oldu. Bazı katılımcılar için sıcak duş ve tuvalet önem teşkil eder. Şikayetlerin çoğu bu en temel isteğin yerine getirilememesinden yükselir. Bir de yemek konusu her zaman tartışılır ki son 2-3 yıldır Gökova Bisiklet Turu yemek meselesini şikâyet olmaktan çıkarmayı başardı diyebilirim.

Turun en sevdiğim günü başlangıç günüdür. Nereden çıkarsak çıkalım yüzlerce bisikletli toplu olarak iş yerlerinin, hanelerin önünden geçer. İnsanlar meraklanıp yol kenarına, balkon köşelerine veya bahçe sınırlarına dizilir ve yüzlere hep izlediğim o harika gülümseme konar. Bu gülümsemenin içinden geçeriz bisikletlerimizle. Fotoğraflarımız çekilir, kendini tutamayıp laf atan olur, soru sorarlar… Sahici bir festival duygusunu daha pedala ilk bastığınız anda duyarsınız.

Bahçe çitlerinden bize gülümseyenler, seslenenler sadece insanlar değildi.

Bodrum çıkışı da öyle oldu. Gümbet’teki kamp alanımızdan, Antik Tiyatro’daki fotoğraf çekimine dek Bodrum sokak ve caddelerini bu meraklı bakışların ve dahi gülümsemelerin arasında geçtik. Yer yer trafiğin bizim için tutulması kimi otomobil sahibini sinirlendirmiş olabilir ama buna aldırmıyorum. Korna çalanların %90’ı 34 ve 06 plakalı araçlardı. İstedikleri kadar doğa ile baş başa yaşamaya, bir Ege kasabası hayalini gerçekleştirmiş olsunlar beraberlerinde getirdikleri veya kurtulamadıkları şehirli kimlikleri nedeniyle asla bir efe olamayacaklar. Belki de böyle bir dertleri yoktur. Sırf korna çalmak için bile buralara yerleşmiş olabilirler. Neyse.

Normalde tur, Antik Tiyatro’daki geleneksel fotoğraf çekiminden sonra Yokuşbaşı’nın tırmanılmasıyla başlar. Rota, Kızılağaç’a döndüğünde de Bodrum’un yoğun trafiğinden kurtulur kendinizi özgür hissetmeye, turun tadını daha en başından çıkarmaya başlarsınız. Fakat Gerenkuyu’ya kadar devam eden isale boru hattı çalışmaları nedeniyle bu his Yalıçiftlik’e dek ertelendi.

Geleneksel çıkış fotoğrafı

Bu yıl fotoğraflar Vecihi Fatih'e ait. Blog'ta kullanmak için izin verdiği için teşekkür ederim.

Bu sene için tasarladığım formaların çok beğenildiğini baştan söyleyeyim. Zira ben de tur başlarken görüyorum son halini. Kasım 2020’de bilgisayarımın başına oturduğumda aklımda nostaljik bir şey olsun fikri vardı. Fakat üretim, üreticinin insafına kalıyor. Gidip kontrol edemiyor, düzeltilmesini istediğim bir yer varsa göremiyordum. Yalnız bu sene minik bir şey dışında üretici de işini çok iyi yapmıştı. Herkes gibi ben de beğendim formayı.

Çocuk Mezarlığı’na tırmanmaya başladığımızda formalar güneşin o parlak ışığı altında o kadar güzel görünüyordu ki neden birkaç fotoğraf çekmediğime hayıflandım. Bu sene bisikleti özlediğimden midir nedir, pek fotoğraf ve video çekmedim. Seleden inesim hiç yoktu. Her şeyi göz hafızama aldım.

Bodrum'dan çıkıyoruz

Kızılağaç'a doğru

Çocuk Mezarlığı'ndan önce son mola

Arada kadraja ben de girmişim.

Formalar bu yıl çok sevildi.

Çocuk Mezarlığı tırmanışı normalde kötü bir şose geçilerek yapılırdı. Bisikletler sürekli patinaj yapar, tozun kumun biriktiği yerde durmak zorunda kalmışsa yukarı bisiklet elde yürümek kaçınılmazdı. Hele ki kesim dönemi yol sağlı sollu tomruklarla doldurulur, pedal bastığımız yer iyice daralır adeta bir patikaya dönüşürdü. Bu sene yol asfaltlı olunca gözümüzde büyüttüğümüz gibi zorlu bir tırmanış olmadı doğrusu. Gerçi önümüzdeki Mazı tırmanışının yanında Çocuk Mezarlığı’nın esamisi okunmaz ya…

Pekâlâ abartıyorum. Az sonra Mazı bu muymuş? diye sorulacağından emindim. Bu tarafından çıkışı yumuşak yumuşak yükseltir ve fakat tersi daha serttir. Lakin Yukarı Mazı’da yemek alanına geldiğimizde konu başkaydı: İçinden geçtiğimiz yangın alanları.

Yemekte hem konuştuğum hem de kulak misafiri olduğum katılımcılar yangınların bu kadar büyük olduğunu bilmediklerini, kömüre dönmüş devasa orman alanlarını gördüklerinde işin aslının anlatılardan çok daha farklı olduğundan bahsettiler. İlk gün için üzüntünün yükü, tırmandığımız rampadan daha ağırdı. Mazı’da yemeğimizi hazırlayan teyzeler de haberlerde anlatılanın aksine hiç yardım almadıklarını, helikopter ve uçakların neredeyse hiç gelmediklerini son kertede şöyle bir gözüküp gittiklerini anlattılar. Siyasiler onlara göre şov yapıp dönmüşlerdi.

Yangının yuttuğu Mazı orman alanından şaşkın ve üzüntüyle geçtik.

Çökertme inişi her zamanki gibi hızlıydı. İlk geçtiğim zamanı hatırlıyorum. Elim frende düşmekten korka korka inmiştim. Bir kere de tam Mazı’da sağanak yağmura yakalanmış, Çökertme’ye dek bisikleti bir çizgide tutmak için adeta savaş vermiştim. Frene dokunduğumda bisiklet birkaç kere kontrolsüzce kaymış neyse ki düşmemiştim. Yolu bilmek, her koşulda geçmiş olmak büyük avantaj. Bazı yollar vardır, kaçıncı kilometresinde mıcır, asfalt dalgası hatta bir türlü onarılmamış çukur olduğunu bilirim. Sanırım bu yıl inişimi rahat ve hızlı tamamlamamı buna borçluyum.

Turun yurtdışından katılımcıları da oldu.

Bir başına kaldığında kendinle konuşur, mutluluktan gözyaşı döker veya istemsiz gülersin

Gökova Bisiklet Turu sosyal bir sürüş turudur. Anca kendinle yarışırsın.

Türkiye'nin her yerinden 200 kişiydik bu sene

İbrahim Kaptan’ın otoparkında kuruldu çadırlar. Hemen sonra ilk yapılan denizin tadını çıkarmak oldu. Gökova Bisiklet Turu’nun en büyük hediyesi de budur zaten. İster kısa ister uzun olsun etabın sonunda terinizi, kirinizi ve hatta bacakları şişiren yorgunluğu denize bırakıyor olmayı hiçbir şeye değişmem. Ekim ayı biterken denizde yüzebiliyor olmak hepimiz için bir nimetti. Ben de 50 km’lik ilk etabın yorgunluğunu çadırımı kurar kurmaz denizde attım.

Çadırlı turlarda sabah uyanmak için alarm kurmanıza gerek yoktur. Yol yorgunusunuzdur, geç yatmışsınızdır veya fazladan 2 bira daha içmişsinizdir. Çadır fermuarları uyan komutunun ilk işaretidir. Önce bir derken 5, derken bir sürü çadırın fermuar sesi kamp alanında koğuş kalk alarmıdır. İtiraf etmeliyim en erken kalkmayı tercih edenlerdenim. Zira geciktikçe tuvalet önünde kuyruk oluşmaya başlar. Kuyrukları sevmediğimden değil. Erken kalkınca gerçekten çok yol alıyor insan. Yoksa kahvaltı saati belli. Biliyorum ki orada da kuyruğa girilecek. Fakat o zamana kadar eşyalarımı toparlamak, çadırı kaldırmak ve eşyamı kamyonete atmak yola çıkış heyecanımın önünde hiçbir engel bırakmaz. Üstelik soru soran, yardıma ihtiyacı olan birileri olursa iki ayağım bir pabuca girmez böylece. Öyle ya bir şekilde organizasyonun parçasıyım. Ev sahipleri her şeye hazır olmalı.

Turun ikinci günü insanların biraz daha bir başlarına veya kendi gruplarıyla hareket ettiği günlerdendir. Rota kısa da olsa bu değişmez. 35 km’lik Çökertme-Akbük arası tek tırmanış Alatepe olunca etap nispeten kolaylaştırılmış diye düşünülebilir. Fakat Ören istikametine pedallarken karşımızda yükselen Alatepe her zamanki gibi hepimizin gözüne dik dik baktı. Tepe ile göz göze eteklerine dek dümdüz seyirttik. Çökertme-Ören arası iyi ısındırılmış bacaklar için Alatepe ağır ağır çiğnenecek bir rampadır.

İlla bir köpek sizi takip eder

Alatepe çiğnene çiğnene çıkılan bir rampadır

Alatepe hatırası :)

8 km’lik Alatepe tırmanışının ilk 4 km’si %2-3 eğim ortalamasıyla bizi hazırlaya dursun, 4. km’den itibaren 400 m boyunca %14 peşinden %8 ortalamalı eğimle yolu ikiye ayıran çınara dek yükselir. Çınar’ın gölgesinden itibaren eğim tekrar %14’e bükülür ve son 2-2,5 km’yi %8 ortalamayla bitirir. Ben de kendimi yola uydurdum. Muğla katılımcısı bir arkadaşın tekerine girip son 1 km’ye dek tutunabildim. Kendimi fazla zorladığımı düşündüğüm anda da tempomu düşürdüm. Ağır ağır tamamladım Alatepe’yi. Son 2 yıldır tempomu kalbimin ritmine göre ayarlıyorum. Zira yol düz ve sakin olsa dahi nabzım yüksek. Yanımda 90-95 nabızla pedal basan birine göre ben kafadan 120-130 bandında sürüş yapıyorum. Son dönemde fark ettim ki sürüşlerimi 140 ortalama ile bitiriyorum. Alatepe’ye kendi tempomla tırmanmak o yüzden önemliydi. Buna rağmen 52 dakika ile en iyi ikinci derecemi yaptım. En iyi derecem 2016 yılında 41 dakikaydı.

Saat 11:30 gibi Kultak’taki öğle yemeği noktasına vardım. Bana kalırsa bu yıl tur katılımcılarının performansı da alkışlanacak türdendi. Önceki yıllarda 4-5 km uzayan grup farkı 1 km’ye düşürdü. Elbette bu yıl turdaki elektrikli bisiklet sayısının artmasının etkisi diye düşünülebilir.

Mayo ve havlum bisiklette hazır olduğundan yemek biter bitmez Kultak’tan çıktım. Yol, manzara, inişler, çıkışlar o kadar güzel ki insan nasıl tarif edeceğini bilemiyor. Mesela Alatepe-Kultak arasında sürerken 400m’lerden aşağıdaki vadiyi izlettiği için bacaklarıma teşekkür ettim. Birazdan Akbük seyir noktasına indiğimde de bisikletime şükranlarımı iletecektim.

Kilit noktalarda MBD'nin ikramları harika oldu

Yemekleri bizi her gün takip eden bir ekip hazırladı.

Bol kepçe!

Gökova Bisiklet Turlarının değişmez teknik desteği Tarkan Bisiklet

Bazen yalnız bazen birileriyle yaptım seyir noktasından sonraki inişi. Genelde bu tip virajlı, özünde bildiğim ama sık kullanmadığım yollarda çekinirim. Neler değişmiştir muamma. Fakat bu sene ne oldu ise frenlerime ihtiyaç dışında hiç dokunmadım. Gayet hızlı iniverdim sahile…


Kultak inişi çok eğlenceli

Bütün yaz hınca hınç alt alta üst üste olan Akbük koyu Mayıs aylarından hatırladığımız bir sakinlikle karşıladı bizi. Deniz de dupduru kıyıya usulca sokulup geri çekiliyordu. Hiç duymadığım ama seveceğim bir şarkının yumuşak temposu gibi. O yüzden burada denizin şifalı olduğuna inanırım. Hep terapiye gelmişim gibi hissederim. Hiç beklemeden kendimi serin sulara bırakıverdim. Üstüne iki bira oh… Bir de yeni güzel insanlarla tanışıp muhabbet ettik. Sonrası klasik işler; çadırı kur, uykuya hazırlan…

Koy sakinlerinden biri de Bill Gates veya Jeff Bezos idi

Çuvalını alan çadırını kurmaya gidiyor.

Kamp yeri imkanları kısıtlı olduğundan 2. gün de restoran alanında konakladık.

Artık deniz zamanı

Akşam yemek sonrası çalgılı, sözlü bir eğlence düşünülmüş gece saat 12’ye dek eğlenildi. İnsanların yatması 1:30’u buldu. Kimi kendilerine otoparkta kimi de deniz kıyısında gösterilen yerde kurdukları çadırlarına çekildiler.

Bisikletli kamplara başladığımda -ki öncesinde kamp atan biri değildim- çadırda uyumanın zor bir şey olacağını düşünürdüm. Bir kere ne kadar düz olursa olsun yerde yatıyordunuz. Çadırlarına şişme yatak atanları biliyorum ama bisiklet üzerinde minimum ağırlık taşıyan birinin şişme yatak gibi bir seçeceği olamaz. Benim başından beri üzerine yattığım, üfleyerek maksimum 1 cm yükselebilen ve yerdeki taş, dal parçası gibi şeylerden koruyan bir mattı. Uyku tulumum da iyidi. Üşürüm, pişerim derdim olmayacağını biliyordum. Yanılmıyorsam kendi ekipmanımla yaptığım ilk tur da bir Gökova Bisiklet Turu idi. O turda kafamı koyup nasıl uyudu isem bir daha hiç rahatsızlık duymadım. Her defasında mışıl mışıl uyudum. Ne horlayanları duydum ne de gece çadır aralarında sesini düşürmeden muhabbet edenleri. Çadırda uyumayı ve dahi uyanmayı seviyorum.

Akbük her anıyla büyüleyici

Yavaş yavaş kahvaltıya iniliyor.

Başkan

Sabah sohbetleri Akbük

Denize sıfır kahvaltı

Turun en uzun etabının sabahına uyandığımda saat 6:30’u gösteriyordu. 72km’lik Akbük-Çubucak etabını kabaca ikiye bölmek yanlış olmaz. İlk 26 km’si Akyaka’ya dek dünyanın en güzel rotalarından sayılabilir. Zaten katılımcıların, özellikle bu turu ilk kez yapanların çok seveceklerini iyi biliyordum. Yol boyunca sağınızda turkuaz deniz ve o denizin doldurduğu gizli koyları keşfederek, solunuzda ise yol boyunca eşlik eden ağaçları tezahürat eden kalabalık bir insan grubu denli düşleyerek sürebilirsiniz. Koy, deniz ve ağaçlar size o kadar sokulmuştur ki hayatta hiç böyle sevilmediğinizi düşünebilirsiniz. Hatta kendi adıma bir adım daha ileri gidebilirim. Dudakları birbirine değdi değecek ama hiç öpüşmeyen iki sevgilinin duyduğu heyecana benzer. Nefesini, kalp atışını, kokusunu, heyecandan titreyişini derinden hissedersin.

Bence Akbük-Akyaka arası dünyanın en güzel bisiklet rotası

Her geçtiğimde daha fazla seviyorum

Güne harika başladık kısaca

Fantastik rotalar

Etabın ikinci bölümü başka bir profil çizer ki yukarıdaki gibi bir betimleme yapamam açıkçası. Bahsettiğim bölüm meşhur Akçakoca aşıklar yolunu geçtikten sonra Gökova’yı karşıdan gören Gökçe yokuşuyla başlar. Karacasöğüt sapağına dek trafikte pedal basıldı. Eğer bitiş noktası Marmaris olarak tasarlansaydı günün çoğu otoyolda geçerdi. Karacasöğüt’ten sağa girdiğinizde ise -ki bizim rotamız burasıydı- yol yine araç trafiğine sahiptir fakat nispeten seyrek akar. Yeşil Belde ayrımından sonra da orman içinde devam eder. Marmaris rampalarını pas geçerek yine ana yola bağlanır. Ki bu yol da bizi Çubucak Orman Kampı’na götürür.

Kampta da çoğunlukla konuşulan Akbük-Akyaka arasının büyüleyici bir atmosfere sahip olduğuydu. Birkaç katılımcıyla ikinci bölümün neden orman veya köy yollarının kullanılmadığına dair muhabbet ettik. Ne yazık ki düşünüldüğü gibi alternatif yollar bu kısımda yok. Turu çok sevmiş yeni katılımcılardan da daha fazla sponsorla bu turun uluslararası bir hale getirilebileceği veya kimi imkanların daha da iyileştirilebileceği konusunda heyecanlı yorumlar geldi. İnsanların bir biçimde Gökova Bisiklet Turu’na sahip çıkmaları açıkçası çok hoşuma gidiyor. Sanırım kafalarında daha çok Çeşme’de düzenlenen Grand Fondo yarışları gibi bir resim beliriyor. Firmaların stand kurduğu -ki en ilginç öneri neden Toyota gibi firmalara gidilmediği idi- davetiyelerin dağıtıldığı, akredite sisteminin çalıştığı büyük organizasyonların turu başka bir mertebeye taşıyacağı fikirleri paylaşıldı.

Etabın 2. bölümü anayoldan geçiyor.

Benim asıl şaşırdığım bu yıl kimse eski Marmaris yoluna girmemiş. Hiç foto görmedim.

Anayoldan Karacasöğüt'e sapınca trafik nispeten azalıyor.

Karacasöğüt Yeşil Belde ayrımı! Burada muz ikramı vardı ben ıskaladım :)

Yeşil Belde yolu da kendinizi bir resmin içinde hissettiriyor.

Yıllardır katılan bir kesim de turun ruhunun korunması gerektiği konusunda ısrarcıdır. Zira Gökova Bisiklet Turu naif bir organizasyondur, basitçe kurgulanır, her yıl yapılan bir buluşma gibidir ve öyle de kalmalıdır. Açıkçası ben de elde telsizli, boynunda isim ve görev yazan kolyeler taşıyan kişilerin etrafımızda olmasını hayal edemiyorum. Bütün rotaların marka flamalarıyla dolduğu bir fotoğrafın içinde olmaktansa ağaçların, koyların arasında bisiklet sürmek isterim. Yine de değişimin önünde durmaktan da imtina ederim.

8. Gökova Bisiklet Turu’ndan öncesini bilmiyorum ama 2007’den beri yapılan bu organizasyonun ruhu hiç değişmemiş. Rota, coğrafya, rampalar hatta bir kısım katılımcılar da aynı kalmış. 15’ine de katılan yok tabi ama dünden bugüne turun tarihini bilenler ara ara dahil olurlar.

Elbette organizasyonun başındakiler değiştikçe tur her defasında renklenmiş, gelen bir öncekinin üzerine koymuş. Yoksa ilk haliyle yapılsa Gökova Turu bu kadar rağbet görmezdi diye düşünüyorum. Her yıl gelen yapıcı eleştiriler bir sene sonra düzeltilmek üzere not alınır. Mesela yemek önerileri geldiğinde ertesi yıl su sızdırmayacağı düşünülen düzenlemeler yapılır ve fakat tura vegan katılımcılar dahil olur yemek bir kez daha toplantı konusu edilir. Belki yemek örneğini verdim ama tur bu ve benzer şeylerin etkisiyle zaten değişir durur.

Kendi adıma bana çok şey katmış Gökova Bisiklet Turu’na ne verebilirim diye düşündüğümde gönüllü olarak tasarım işlerini yapmak istedim. 9. Gökova Bisiklet Turu ile birlikte formalardan, rozetlerine, araç giydirmelerden, yönlendirmelerine bir sürü şeyi tasarladım. Bu nedenle bir şeyleri ben de değiştirdim sanırım. Zira başka bisiklet festivalleri için hazırlanan tasarımlardan ayrıştırmalıydı.

Turun bana hissettirdiği neyse formada da bunu yansıtmalıyım diye düşündüm en başta. Hani o bilmem ne bisiklet festivalinin ikonu, teması veya bölge sembolü keçi, forma üzerinde dağa çıkarken ağaçtan bir şeyler yiyordur ama aynı zamanda ısrarla istenmiş gibi duran gökkuşağı da iki tepe arasını bir köprü gibi döner ve fakat bu da olsun denmiş bisiklet üstündeki kaplumbağa da başka bir anlam taşır ya… Hah işte o masal kitabı gibi formalardan yapmak hiç istemedim. Kendi giymek istediğim formaları Gökova Bisiklet Turu için tasarladım kısaca. Bu bile o değişime bir katkı sağlamıştır diye düşünüyorum.

Zira siz bunları okurken ben de denize girip yüzdüğümü, yüzmekle kalmayıp denizde de insanlarla sohbet ettiğimi not düşerek devam edeyim. Herkesin bu günkü 70 km’ye rağmen mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Yorgunluğumuzu Akdeniz’in serin sularına bıraktık bir gün daha… Yemek sonrası konu ise yarın tırmanılacak Balıkaşıran rampasıydı. Ki turun son zirve geçişiydi… 350 metrelik bir tepeye neden zirve geçişi gibi iddialı bir tanım yaptığımı sabah uyanınca anlatacağım.

Çubucak Orman Kampı

Fermuar seslerinin bir bir artmasıyla sabah trafiğimiz başladı. Gün daha aydınlanmamıştı ama denize giren birini dahi gördüm. İskeleye oturup gün doğumunu izlemeyi tercih edenlerin yanına gittim ben de. Bordo kızıl gökyüzünü izledim hafiften üşüyerek. Sabah serinliğiyle kendine gelmek bir fincan kahveden çok daha çabuk ve sağlıklıdır. Hele bir kahvaltı faslı kapansın, iskelede turun son fotoğrafını çekmek adına 200 kişi toplanacaktı. Eşyaların nakliye aracına taşınmasının ardından insanlar bir bir iskeledeki yerlerini aldılar. Çok güzel fotoğraflar çekildi, drone görüntüleri kayıt edildi. Şimdi istikamet Datça…

Sabah kahvesi / Çubucak

Bir nevi final fotoğrafı

Çubucak Orman Kampı’ndan çıktıktan 12 km sonra Balıkaşıran zirvesine varılıyor. Bu 12 km’lik bölümü kabaca 3 tırmanışa ayırabiliriz. İlki çıkar çıkmaz başladığımız 1 km’lik kısa, ikincisi yine 1 km’lik kısa ama biraz daha eğimli ve son 3 km’de zirveyi alacağımız ortalama %8 eğimli final bölümü.

Ekim ayında burayı tırmanmanın en büyük avantajı bir kere sıcaktan azade olmamız. Hemen hemen herkes beklenenden iyi tırmandı. Ben de bu tırmanışı en iyi derecemle tamamladım. Yukarı çıktığımız da “Bu muymuş Balıkaşıran?” diye soran ve fakat mutlu bir sürü katılımcı vardı.

İlk tırmandığımda önümde Levent Sevil (Başkan) vardı ve beraber pedal bastığımız birkaç kişi nefes nefese ne kadar kaldığını sormuştuk. Sevil “son 500” diye cevapladığında zirveyi önümüzdeki virajdan sonra göreceğimize öyle inanmıştık ki biraz daha kuvvetle bastık pedallara. Tabi virajdan sonra yokuş devam ediyordu. Şaşırdığımızı gören Sevil “Son 600” diye yeni bir anons geçti tok sesiyle. Bir sonraki köşede de “Son 800” diye sesleniverdi. Bu hesaba göre zirveden gittikçe uzaklaşıyorduk. Çok yorgundum, bitmiştim ama güldük diğerleriyle birlikte. Zirveye vardığımızda elma ikramı vardı tıpkı bu yıl gibi.

Bu turda çok güzel insanlar tanıdım

Hadi bakalım tırmanıyoruz.

Hava mükemmel

Alman katılımcılarımız da büyük keyif aldılar.

Gökova Bisiklet Turu hiç kuşkusuz Türkiye'nin en güzel turlarından biri

Balıkaşıran zirvesi.

Balıkaşıran eşeği. Sen adını Zirve koydum.


Balıkaşıran’ı veya bir başka tırmanışı özel kılan işte bu anekdotlar oluyor. Yoksa teknik bilgi verip ne zaman nerede viraj var, zirveye ne kadar kaldı anlatmak çok kolay. Türkiye’nin farklı bölgelerinde ne tırmanışlar ne eğimler var. Gökova Bisiklet Turu’nun tepeleri 450 metreyi geçmez. Belki de turu herkes için yapılabilir kılan merhameti de bundandır. Sonuçta biz de Balıkaşıran’ın ne boyunu yükseltebiliyoruz ne de eğimiyle oynayabiliyoruz. Değiştiremeyeceğimizden bu tip hikayelerle süslemek hem turu hem de katılımcının hikayesini çok renklendiriyor. O zirveye bir taç giydirildiğinde tırmanan da otomatikman Muğla deyişiyle efe oluyor. Efe bir sene sonra yeniden katıldığında kendi hikayesiyle süslüyor tırmanışı. Yeni gelene “Son 500” diyerek moral veriyor…

İnişten büyük keyif aldık.

Artık son 30 km.

Bu da belgesi

Balıkaşıran’dan inip Datça 20 Km tabelasını görene kadar rüzgâr ile pek bir sorunum olmadı ama son bölüm kuvvetli bir kafa rüzgârıyla tamamlandı. Önceki turların aksine katılabileceğim tren yapmış bir grup da görmedim. Bilmeyenler için yazayım; trenler bir grup bisikletçinin birbirlerinin tekerlerinde veya çizgilerinde yakın tempoda pedal çevirerek rüzgâra karşı avantaj sağlamak için oluşturdukları bir diziliştir. Makara dediğimiz bir sistemle -bir süre sonra öndekinin arkaya ikincinin başa geçtiği bir disiplindir ve kuşlardan öğrenilmiştir- devam edilir. Eğer böyle bir tren görseydim kuşkusuz katılırdım zira rüzgâr çok yordu son bölümde. Yer yer birilerinin tekerine takıldım ama kiminin temposuna uyamadım kimi arada durmayı tercih etti, Datça’ya tek girdim.

Datça merkezde olup daha önce hiç kalmadığımız Ilıca Kamp alanını çok beğendiğimi söyleyeyim. Deniz kıyısıydı ve çadır alanı harikaydı. Güneş olduğu sürece sıcak duş imkânı, tuvaletleri vs. her şey finale yakıştı diyebilirim kendi adıma. Atladığım bir şeyi buraya sıkıştırayım. Sabah 29 Ekim’e uyanmıştık. Marşlar, şarkılarla çadır alanı toplandı, kahvaltı edildi ve dahi yola çıkıldı. Dolayısıyla Datça’ya vardığımızda da meydanda konserler ve etkinlikler karşıladı bizi. Hava karardığında Kurtalan Ekspres sahne alacakmış haberi de geldi. Galiba her şey turun finaline çok yakışıyordu.

O akşam aynı zamanda birbirimizle vedalaştığımız da bir geceydi. Bir sürü yeni insan, yeni hikâye tanımış olmanın verdiği mutlulukla girdim çadırıma. Azcıkta geçe kaldım doğrusu. Zira ertesi gün 11-12 km sürüp feribota binecektik. Yani rahat rahat hareket edebilirim diye düşündüm. Kafamı koyar koymaz dalıp gitmişim. Rüyamda Akyaka yolunu yeniden geçtiğimi gördüm. Rüyanın bir başka bölümünde Gökova Körfezi’ni 3 kere daha geçeceğimize dair yeni bir karar alınıyordu. Bir “tur bitmesin” anlaşması gibiydi…

Sabah 6 gibi yağacak denen yağmur kendini önce 9’a ardından saat 13:00’e erteledi. Feribot’a bindiğimizde inceden ıslanacağız diye gibi düşünsek de “tüm tur boyunca Ekim ayının en güneşli günlerinde bisiklet sürdük nasılsa. Son gün biraz yağmur bizi bozmaz” düşüncesi hakimdi. Derken yağmur 15’e kaydı. Böylece eski Datça gezimizi de rahat rahat yapabildik. Hatta bir grup Hızırşah Köyü’nü de programa dahil ederek Körmen limanına sürdüler. Feribot saat 14:00 gibi hepimizi alıp ayrıldı limandan. Önümüzde Bodrum, peşimizde kara bulutlar ama herkes neşeli, bir yandan tur bittiği için üzülerek vedalaştık seyir boyunca. Bize hep yol veren yağmur, turun başladığı Gümbet Zetaş Kamping’de yakaladı bizi. Çoğu eşyasını arabasına atmış tek damla ıslanmadan ayrıldı aramızdan. Bitez’e dek yağmur altında yüklediğim bisikletimi sürdüm sonra hava birden açtı ve eve kuru, yorgun ama çok eğlenmiş olarak vardım.

Sabah kamp alanı ve teşekkür konuşması!

Sembolik hediye çekilişiyle son son güne giriş yaptık.

Hepimizin neşesi yerinde.

Çok güzel insanlarla beraber pedal bastık.

Alkış kıyamet bir sabah oldu.

Ben de katılanları alkışlıyorum.

Son ziyaret eski Datça'ya

Esnaf 200 kişiyi görünce biraz şaşırmadı değil.

Hızırşah'a da uğrayan grup

Bir turu daha önce kendi sonra herkes adına kazasız belasız tamamladığımız için mutluyum. Organizasyon da beklediğimizden iyi hatta şahaneydi. Bugüne dek katıldıklarım içinde açık ara en iyi Gökova Bisiklet Turu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu nedenle başta Levent Sevil olmak üzere Muğla Bisiklet Derneği’ne, emeği geçen nakliyecisinden, gönüllüsüne, teknik servisinden, sponsoruna herkese teşekkür ederim. Bir sonraki Gökova Bisiklet Turu’nu oturup bekleyemeyeceğim, zira yeni turun görsel iletişim malzemelerini tasarlamaya başlayacağım. 16. Gökova Bisiklet Turu’nda görüşmek üzere…

Merhaba Bodrum!

Kendine iyi bak Gökova Bisiklet Turu

Yorumlar

  1. Tebrikler belli ki çok güzel geçmiş. Nicelerine inşaallah. Belki bir gün ben de katılırım. Hülya

    YanıtlaSil
  2. Türü bana o güzel anlatiminla yaşattın. Teşekkür ederim Katılımcıları ,seni kutluyorum Sevgilerimle 💕

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim! :) Benden de sevgiler...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından