Korkunç medya

"Bu yaz Bodrum'a geldiğimizde verandanızda karşılıklı rakı içelim çok isteriz"

Kim olduklarından ve birbirlerinden bağımsız verandada yer kapmaya çalışan 5-6 ısrarlı takipçinin mesajları peş peşe ve bir süredir elektronik iletişim kutularıma düşüyor. Halbuki ne benim böyle bir davetim ne de talebim var. Nezaketle cevaplıyor ve tanımadığım insanlarla içki içmediğimi söylüyorum.

"Yahu içerken tanışırız işte!"
Tanımadıklarımla rakı içmem

Yazıya ara verip güneşin yüzünü gösterdiği bahçeye dalıp gittim kısa bir süreliğine. Bulutsuz berrak gökyüzü, bahara tomurcuklanan ot, çalı ve ağaçların yeşile boyadığı bahçeye bakarken kurdum kafamda. Verandadaki kış dağınıklığını ve lodosun bir yerlerden süpürüp boca ettiği tozu toprağı temizlemeli diye düşündüm. Birinin gelip gideceğinden değil, kendimiz için sabah ve akşam sofralarımızı açık havada kurarız yakında. Şunun şurasında kışın bitmesine ne kaldı? Bir ay ya var ya yok. Martın ortasından sonra soba da yanmaz zaten.
Önümüzden ne görüntüler gelir geçer.

Dün akşam enişteler (ev sahibimiz) dönmüş İzmir'den. O geldiyse otomatik olarak hareketlenirim. Zira kahvaltısından sonra illa bahçeye iner, bostanı sağı solu temizler, çapalar derken ben de yardım ederim. Doğal olarak bazen de edemem ki bu da kendimi suçlu hissettirir. Sevmediğim bu duygu bir dalga gibi gelir gider ruhumda.

Ev sahibinizin sabah erkenden sizin bahçeye gelip çalışmaya başladığını düşünün. Kahvenizi alıp balkonunuza çıktığınızda biliyorsunuz ki yüzde yüz karşılaşacaksınız. Duvar dibindeki kanepeye oturup hatta şöyle ayaklarınızı uzatarak neler olup bitmiş telefonunuzda göz gezdirmek niyetindesiniz. Belki kahve yanına bir dal sigara da sabah keyfini gökyüzüne taşıyacak; içeriye eşinize "duydun mu ne olmuş?" diye seslenecek, cevaba kulak kesilip bir müddet sessiz kalacaksınız. Güneş sizi usul usul ısıtırken sabahın ilk saatlerinin keyfini yaşayacaksınız. Şimdi "günaydın, kolay gelsin" dememek olmaz. Dendi mi başlayan muhabbetin ucunu bırakmak ayıp. Kahve soğumaya bırakılıyor istemeden. Tellenen tek dal sigara yalnız kalıyor.

"Yahu alt tarafı gelip 2 kadeh rakı içeceğiz. Öyle sofra filan kurmanıza gerek yok. Tanışalım, peynirimizi yiyip rakımızı içelim o kadar! Rakı da bizden ona göre!"

Niyet etmiş, güzel bir şey yaşayalım demiş iyi hoş ama biz huzursuz oluyoruz. Bizi huzursuz edebileceği aklından geçmeyenin güzel niyeti olsa ne yazar.

Hava mis. Hafta arası bisiklete binerim planı yapıyorum. Zira evde çok hamladım ve hareketsiz kaldım. Hafta sonu izni olan arkadaşlarım her ne kadar Bodrum'da bisiklet sürmenin zorlaştığından bahsetseler de kendimi dışarı atasım var. Malum inşaat sezonu ve yollarda ağır tonajlı iş makineleri vızır vızır. Tabii bir de Bodrum'un bu yıl artan kış nüfusunu da eklemek gerek. Düne kadar araçlarıyla bir yerden bir yere 15-20 dakikada gidebilen tanıdıklarım, bu sürenin 40-45 dakikalara tırmandığını söylüyorlar. Emniyet şeridinde bisiklet ve motosikletlere korna çalan 34-06 plakalı araçlar genelde yaz aylarında kendilerini gösterirler. Bu aceleci ve öfkeli tatilci-yazlıkçılar artık kış aylarında da iki teker üzerindeki bizleri taciz ediyorlar.
Bisikletsiz bir hayat düşünemiyorum.
Bisiklete korna çalmayın, şaka yapmayın.

"Ahmet Bey, haftaya orada ev bakmaya geleceğiz, yazı beklemesek mi? Siz rakıyı koyun, biz buz erimeden oradayız!"

İçime düşen sıkıntı ruhumu bir güzel ikiye ayırdı tüm keskinliğiyle. Onca mesajın başında sadece "Tanımadıklarımla içki içmem!" diye yanıt vermişim o kadar. Karşı taraf monolog halinde iletişime devam ediyor. Ben ne bileyim bunu aylarca sürdürebileceğini.

Tutun ki bahar gelmiş. Eninde sonunda gelecek. Bahçe temizlenmiş, çapalanmış, kurumaya bırakılmış yaban otları yakılmış erkenden. Tek yaptığımız arada biten tazelerini toplamak. Sabahları kısa turlarıma devam. Turgut Reis senin, Yalıçiftlik benim bisiklete biniyorum.

Bodrum’un baharı da hiçbir yere benzemez. Mayıs 15’e kadar ayrık otları bile güzeldir. Çiğdemler, papatyalar zeytinliklerin arasında arılara kucak açar. Begonviller evleri süslemeye başlamıştır, yeni sürgünler bu güzel resmi tamamlayan son rötuşlardır. Döndüğümde yapılacak yeni işler yaratmaya çalışan enişteye yardım ediyorum. Sonrası günlük rutin. Elimde iş varsa ki olur illa bilgisayarımın başına oturup mesaime başlıyorum. Hülya içeride yeni resmini tamamlamış fotoğraflarını çekiyor. Kargoya gidecekleri paketleyecek ve akşam için ne yiyelim diye sormaya gelecek.

Derken bir ses! “Kimse yok mu?”

Levent abi olabilir gelen, belki Kaan uğramıştır 10-15 dakikalığına iş çıkışı. Bazen Ali’dir ki bahçesinde topladığı bir şeyleri getirmek için uğrar. Belki de Hülya’nın beklediği bir kuryedir. Öyle ya yukarda adını saydıklarım ve sayamadığım dostlarımın “Kimse yok mu?” diye seslenmişliği yoktur. Aksine önden ararlar, müsait olup olmadığımızı sorarlar. Bir şey lazım mı sorusu peşinden gelir. Hem arka pencerenin önünden geçen siluetler de tanıdık değil. Sandalyemden kalkıp verandaya kıvrıldım “Buyrun kime bakmıştınız?” demeye. Zaman zaman olur, adresi bulamayanlar veya keyfi olarak etrafı görmek isteyenler dalarlar bahçeye.

“Ahmet Bey merhaba! Biz geldik!”

Geldiniz de siz kimsiniz şaşkınlığıyla karşımda duran çifte ve yanlarındaki çocuklara bakakaldım. Şaşkınlığın üzerine basa basa ve hatta belki de abartılı bir oyunculukla “Buyrun?” diyebildim. Meğer Monolog Bey ve ailesiymiş kendileri. Ellerinde torbalar, alınlarında gözlükler.

“Yalnız nefismiş manzaranız Ahmet Bey!” diye vadinin içine baktı yeniden.

“Şu poşetleri alır mısınız? Naçizane elimiz boş gelmeyelim dedik” Kapıdan ne olup bittiğine kafasını uzatan Hülya’ya seslendi sonra.

“Hülyanım merhaba!”

Eşi o sırada mızmızlanan oğullarını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Tamam bir saat oturup kalkacağız. Uslu olun!” dedi demesine ama mızmızlanma kısık sesle devam etti. Metin Bey eşini düzeltti.

“Jalecim 2 duble içip kalkacağız Ahmet Beylerle artık 1 saat mi sürer 2 saat mi lütfen akışına bırak.” Çocukların mızmızlanmaları arttı bunun üstüne. “Çok güzelmiş burası çok!”

Yazışmalardan adını bildiğim Metin Bey eşi Jale hanımı tanıştırdı. Onur ve Can 12 ve 7 yaşındaydılar ve görünüşe göre yürüyen dinamitlerdi. Şaşkınlığımı atamadan daha birbirlerine vurup annelerinin tepkilerini okumaya çalıştılar yüzünden.

“Peyniri Ezine’den aldık Ahmet Bey. Buradan da zeytin, bir de küçük kavun aldık. Eh yeter dedik bize. Zahmet vermeyelim sofra filan kurmaya kalkmayın” diye. Poşetleri eline tutuşturduğu Hülya da şaşkınlıkla içeri girdi. Metin Bey ve Jale hanım masaya oturdular.

Çocukları da sedire yolladılar hadi orada oynayın diye. Kaçış yok rakı içmek istiyor adam. Öyle çok konuşuyor ki paralize olduğumu anlamadı. Ne sorsa donup kalacağım. Birkaç yer bakmışlar Bodrum’da. Yazılımcıymış ve işini uzaktan yapabilirmiş. İstanbul çok kötüymüş, yaşanmazmış orada. Jale hanım da uzun yıllar halkla ilişkiler firmalarında çalışmış. Şimdi yoga ve pilates dersleri veriyormuş. Seramik ve deri ile birlikte tasarımlar yapıyormuş. Hiç üşenmedi instagramından gösterdi Jale hanım da. Hülya’nın hayranıymış. Hatta bir iki resmini seramik tabakta kullanmış çok beğenilmiş.

“Nasıl yani satış mı yapıyorsunuz?” diye sordu Hülya da.

Benim gibi bloke olmuş değil. Bu ani ziyaretten, resimlerinin izinsiz kullanılmasından ve hatta bu patavatsızlıktan duyduğu rahatsızlığı iyice belli etti. Öyle ki sinirinin rüzgarını hissettim. Jale hanım havada gözle görünen elektriklenmeyi dağıtmak için çocuklarına dönüp Hülya’nın çok güzel resimler yaptığını, isterlerse resimlerine bakabileceğini söyledi. Eyvah eyvah!

“Yok Hülyanım eşe dosta yapıyorum. Kendi halimde denemeler” deyip tekrar çocuklarına döndü. “Hadi bakın bakalım içeriye, Hülya teyzeniz size boya da verecek uslu uslu resim yapın. Sonra hanginiz güzel yapmış oylayacağız!” dedi gülümseyerek. Der demez çocuklar içeri daldılar.

Metin Bey havayı yumuşatmak için poşetlerin birinde rakı olduğunun altını çizdi. Soğutmak lazımmış biraz. “Atın buzluğa 10 dakikada soğur” dedi.

-Önceden haber verseydiniz böyle çok garip oldu. Deyiverdim.

-Mesaj attım ya Ahmet Bey… Görmediniz demek ki. Burada da bir yer baktık gelmişken de uğradık. Şimdi iki kadeh içince mis gibi oluruz. Kusur musur kalmaz. Değil mi Jalecim?

Destursuzca içeri dalan çocukların peşinden giden Hülya elindeki poşetleri sertçe masaya koydu. Jale hanım bir üst tonla seslendi, detone oldu.

-Hülya hanım kâğıt kalem verirseniz resim yaparlar hiç rahatsızlık vermezler! Çocuklar Hülya teyzenizi üzmeyin!

Normalde çoktan kovmuştum ama yazı bu ya ne olacağını merak ediyorum. Artık nasıl olduysa ben gidip kadehleri masaya getirmişim. Hülya ile göz göze gelemiyorum zira gözlerinden ateşler çıkıyor.

-Yalnız Ahmetçim bu kadehleri de buzluğa koymalısınız. Ben bunu bildiğini düşünmüştüm.

-Bilmiyorum Metin Bey.

-Metin deyin, lütfen. Hani buza gerek kalmaz bakımından dedim. Yalnız vallahi çok güzelmiş burası. Deniz kıyısıdır veya görünüyor sanmıştım ama olsun böyle de çok iyi.

İçeri girdim. Hülya’yı tamamen kaybettiğimden peynir, kavun kesmeye koyuldum. Gerçi o da çocuklara kâğıt kalem boya çıkarmış gönülsüzce. “Kahverengi niye yok?” diye soran Can’a bakıyor dudaklarını ısırarak. Az sonra sehpa ve etraftaki merak uyandırabilecek, çocukların ilgisini çekebilecek eşyaları toplayacağını tahmin ediyorum. Büyük olan da bana “Bilgisayarda oyun açsana!” deyiverdi. Duymazdan geldim.

Masaya döndüğümde Metin Beyin şömineyi yakmaya çalıştığını gördüm. Almış iki odun altına döşediği kuru yaprakları yakmaya çalışıyor.

-Tabi sen uzmansın Ahmetçiğim. İnstagramda gördüm misafirin gelince yanıyor bu ocak. Şöyle sıcak bir duygu olsun istedim. Böyle yanmıyor galiba.

-Çıra çıkarmak lazım Metin Bey!

-Kömür olsa iki dakkada yakardım ama yok, tamam, o zaman yakmayalım. Zahmet vermek istemedim. Uğraştırmayayım seni. Hani dedim kolaysa ben yakayım ama olmuyormuş. Kalkacağız zaten rakımızı içip. Ateş yakmaya gerek yok şimdi.
Doğru! Ateş buluşmalarımızın kalbidir.
Ateş hep özel anların şarkısı olmuştur. Ama bu gibi bir durumun değil.
Ayrıca odunlarımızı nerede istiflediğimiz bilinir de çayımı şekerli mi şekersiz mi içtiğim bilinmez

Kayık tabakta kavun, küçük iki tabağa 4 iri dilim peynir, biraz zeytin ve servis için 3 tabağı koydum sofraya. 6 rakı bardağı, çatallar ile sofra hazırdı. Artık bir an önce bitsin kalkıp gitsinler derdindeyim. Hülya’nın sofraya bile oturmayacağına adım gibi eminim. Çocuklar olmasa odasına çekilirdi. Dolapta serinlemiş rakı, soğuk su ve buz da gelince Metin Bey’in hayali gerçek oldu. Bardaklara rakı servisini kendi yaptı. Fakat bir kadehi eksik görünce duraksadı.

-Hülyanımın kadehi nerede Ahmetçim.

-Hülya içmez, Metin Bey.

-Olur mu ya gelmişiz o kadar hep beraber iki kadeh içeceğiz. Aşk olsun. Jale hanım içeri seslendi.

-Hülyacım başka bir şey hazırlamayın bunlar yeter, hadi gel katıl bize…

-Dur Jalecim belki çay filan demliyordur, dedi gülerek.

Onur kapıda belirdi annesi içeri seslenince.

-Baba bilgisayar!

-Söyle Ahmet amcana açsın sana.

Daha bir yudum almadan her şey bu kadar çığırından çıkmışsa işimiz daha da zor diye geçirdim aklımdan. Ufak oğlan da kahverengi boya yok diye alt dudağını uzatarak geldi annesinin yanına. Tam o sırada içeriden bir kalem döne döne düştü verandanın ortasına. Kahverengi bir keçeli kalemdi. Kalemi “benim!” diyerek kaptı büyük oğlan. Küçük olan ağlamaya başladı. Her dakika desibeli ve şımarıklığı doz doz arttı. Metin Bey şimdi kızacağım ama diyerek ufaklığın daha da bağırmasına sebep oldu. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi kadehini kaldırıp bana uzattı.

-Şükür kavuşturana!

Jale hanım Hülya’yı sordu, bir şey mi hazırlıyor acaba diye. Yeniden seslendi…

-Hülyacım bırak gel bak oturduk kadehimizi kaldırdık zahmet etme bir şeye…

-Yokum diye seslenerek karşılık verdi Hülya.

-Onun işleri vardı onları yetiştirmesi gerek o yüzden, dedim, Jale hanım fırladı.

-A aa resim mi yapıyor? Görmeyi çok isterim nasıl yaptığını!

-Oturun Jale hanım. Hülya beni bile sokmaz yanına.

-Ne olacak canım 2 dakika yanında duracağım.

-Otur hanım otur, gösterir o sana sonra. İnstagramdan bakarsın değil mi Ahmetçim. Bu arada yavaş içiyorsunuz gözümden kaçmadı.

-Anne benim çişim geldi!

-Yap oğlum orada çalılıkların içine dedi gülerek Metin Bey.

Ben espri yapıyor sandım ama Jale hanım kalktı ve Can’ı elinden tuttuğu gibi çalıların dibine götürdü. Bir saati aşkın süre boyunca o iki kadehi içtik. Bana yavaşsın dediği için rakımı Metin Bey’den önce bitirdim. Bir an evvel kalksınlar istiyordum.

Başlarda bizi çok iyi tanıdıklarından eminlerdi. Odunu nerede istiflediğimizi, bahçenin neresinde hangi ağaç ekili olduğunu, bostanda ne yetiştirdiğimizi, arkadaşlarımızı, komşumuz Orçun’u biliyorlardı. Fakat gelir gelmez aslında bizi hiç tanımadıklarını fark edip, uğradıkları hayal kırıklığını belli etmeye başladılar. Aynı takımı tuttuğumuzu sosyal medya hesaplarımdan öğrenmiş Metin Bey neredeyse futbolla hiç alakam olmadığını gördü. Bisiklet de onun ilgi alanı değildi zaten.

Siyasi bir konudan beni yakalamaya çalıştı ama onun hiç sevmediği bir partiye oy vermiştim. Hatta biraz ötekileştiren, ayrımcı bir dille beni ikna etmeye kalktı, olmadı. Orta noktamız rakı diye gelmişti ama benim sosyal medyada göründüğü üzere sürekli içmediğimi anladı. O bir ramazanda içmezmiş benim öyle gelenek görenekle, inançla işim olmadığını fark etti. Sonuçta aptal değil bu adam. Koskoca yazılımcı. Neyin ne olduğunun farkında… Zaten çocuklar durmadılar, sürekli bir kavga gürültü hali istesek de o rakı sofrasını zehirleyecekti. “Kalkalım artık biz” dedi.

Yazı bu ya arkalarından uğurladım. Hülya sesini bile çıkarmadı girdiği odasından. Sonra birbirimize de bir şey demedik. Bu yaşandı mı yoksa rüya mı gördük diye. Sofrayı topladım, bulaşıkları makineye dizdim. Sonra bölündüğüm yazımın başına tekrar geçip tamamladım. Şimdi siz de bunu okudunuz…

Yorumlar

  1. Okuduğuma inanamıyorum... İnanamıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnanmayın zaten... Bir kurgu yapayım istedim :)

      Sil
    2. Hahaha hiç olmayacak bir şey gibi gelmedi doğrusu. Herhalde yüzsüzlük haberlerini göre okuya böyle oldum. Ama siz de çok gerçekçi yazmışsınız. Youtube'da da bahsedince...
      Kahverengi kalem detayı ve Hülya Hanım'ın 'yokum!' tepkisi mükemmeldi. Tebrik ederim, çok güzel bir yazı olmuş.

      Sil
    3. olmayacak şey değil. :) teşekkür ederim vakit ayırıp okuduğunuz ve yorum yazdığınız için...

      Sil
  2. Bu gerçek mi kurgudur değil mi yoksa eğitimli insanlar bunu nasıl yapabilir

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kurgu kurgu... Can sıkıntısından bir de böyle bir şey olsa ne olurdu halimiz diye oturup yazdım :)

      Sil
  3. Erik ucuzlamış mı oralarda:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hiç bir fikrim yok :) biz ağaçtan topluyoruz. fakat burada daha zamanı var...

      Sil
  4. Okurken hikayenin sonunu çok merak ettim. Anlattığınız kişiler, verilen tepkiler o kadar tanıdık ki; bir an bile kurdu olduğunu düşünmedim açıkçası. Dedim ya merak ederek okudum fakat tam 3 kere gerginlikten ara vermek zorunda kaldım. Olmayacak şey değil maalesef, kendinize dikkat edin oralarda.

    YanıtlaSil
  5. Kurgu olduğunu anladım ama böyle insanlar yok değil. Kendilerini çok önemli zannedip sana geleceğiz diyenler. Dilerim olmaz ama olursa baştan kabul etmeyin derim. Ben artık öyle yapıyorum. Darılan darılsın. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. benimki abartılı bir kurgu fakat dediğiniz gibi neyin ne olacağı belli olmaz. bu tip gelelim, tanışalım isteklerini nazikçe geri çeviriyoruz.

      Sil
  6. Hahaha ortada anladım kurgu olduğunu ama vallahi 3-4 yazda bir böyle birileri gelir bizim Ege’ye bakan mavi gözlü beyaz eve! Yıllardır görülmemiş arkadaşlarıdır ya da taşınılan 3 ev önceki komşularıdır birilerinin ama böyle bir aile her Ege’de evi olan kişinin başına gelir vallahi....
    Günübirlik içlerinde mayoyla gelen ve havlu isteyenden, gece kalanına dek yaşadık biz bu tayfayı.
    Ailem ne hissetti bilmiyorum ama ben misafirden kaçıp ortadan yokolma uzmanı oldum zamanla, hani çocuklu misafir gelince sedir altına kaçan kedi köpek misali.... :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yaşanmışı var demek. gardımızı alalım :)

      Sil
  7. yok artık dedim ama olabilir de böyle Aziz Nesin olayları gibi. Benim içinde yürümek sizin için bisiklet sürmek gibidir. gören herkes takılmak ister peşime. ama ben yalnız yürümeyi
    severim. açık açık söylesem de anlamıyor bu millet!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şu bazı şeyleri yalnız yapma isteğini anlatamıyor oluşumuzu ya da karşı tarafın anlayamaması üzerine de bir yazı güzel olur sanki... ama galiba önce bizim de hayır demeyi becerebilmemiz gerekiyor :)

      Sil
  8. Bu yaz biz de rakımızı, peynirimizi alıp size uğrayalım...Şanslısınız bizde çocuk yok...:))

    YanıtlaSil
  9. Okurken sinir katsayım tavan yaptı. Yokmu böyle patavatsızı? var elbet'te. Takip ettiğim, videolarını izlediğim, yazılarını okuduğum Coka gilller bunlar değil dedim. Hani verandadaki duvarda bir balta var ya...)) Aklıma ilk o geldi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle bir şey olsa, hani elinde malzemesini alıp çoluk çocuk, torun tombalak gelseler yine nezaketle hayır der geri göndeririz. Yani öyle bloke olmayız yazıdaki gibi... Şiddet bizden uzak dursun :) Yani ne olursa olsun balta duvardan inmez ;)

      Sil
  10. Maalesef bu senaryo hayatımda bir kaç kez oldu. Şaşkınlıkla okumamın sebebi başka başka hayatlarda da aynı patavatsızlıklar oluyor muymuş diye. Neyse ki olmuyormuş."yokum" brifingini de cebime attım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Henüz yaşamadık ama yaşama ihtimalini olgunlaştıran mesaj ve e postalar alıyoruz. Sizin başınıza bir değil bir kaç kez gelmesi bizim de o acı meyveyi yiyeceğimiz anlamına geliyor galiba. hikayelerinizi okumayı veya dinlemeyi çok isterdim doğrusu....

      Sil
  11. Okudugumda etkili bir anlatım karşısında hayranlik duydum.Ahmet brovo kutluyorum.Hulyaya sana sevgiler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından