Bilerek atladım Şubat ayını. Beni hala İstanbul'a tutturan, sınav gibi geçen ve üzerime bir taş denli oturmuş uzun zamanın yükünü, tozunu, pasını ve dahi travmasından kurtulmak için. Bir yıl uzak kaldıktan sonra ilk gün diye başlık attığım Bodrumlu hayatımın devamı illaki gelecekti. Sadece biraz durmak, önüme bakmak, düşünmek ve yarın için hayal kurmak istedim. Öbür türlü kendini tekrar eden yeni notlar düşecektim günceme. Dur dedim... Yak sobanı, fotoğraf ve video çek, bisiklete bin, yaşamın akışına karış. Üstelik buralarda da yeniden alışmam gereken değişiklikler olmuş. Farkettim ki ne ben Bodrum'u, ne de Bodrum beni bıraktığı gibi değildik. Bu yüzden Şubat'ı yazısız es geçtiğim için hiç pişman değilim.
Uçaktan iner inmez ilk rakımızı Seçkin'lerde içtik beraber. Berk'te gün batımını
bir hafta sonraya ertelemiştik.
Bizi ilk karşılayan her zamanki gibi Şef oldu.
Keskin ayazın bize sımsıkı sarıldığı 3 gün dışında Ocak ve Şubat ayı ortalaması 17 derecelerde seyretti. Ayaza kesildiğimiz 2. gün (9 Şubat) köyün minibüs şoförlerinden Mehmet bey Bodrum ayazı ve soğuklarını sevdiğinden bahsetmiş, biz yerimizde kakırdarken nedenini de şöyle açıklamıştı; "Soğuk hava küsleri barıştırır". Yüzü hep gülsün Mehmet bey’in. Bodrum yerlisi insanların tek atımlık espirilerini seviyorum. O akşam Mahmut Kaptan'a gidiyorduk, hocam ile buluşmak üzere. Her zaman yaptığı gibi yüzüme kocaman bir gülümseme oturtmuş oldu Mehmet bey.
Eski Yakaköy minibüsü / Yakaköy
Bodrum'a taşındığımızda toplu taşıma henüz bir standarta oturmamış, kırmızı Yaka minibüsleriyle gidip geliyorduk merkeze... Son araç, yaz kış saatine göre değişse de en geçi akşam saat 10:00'da kalkar, bir kaçırdın mı eve dönmenin alternatif yollarını arardık. Minibüs tekti ve garajın bir kenarında üvey evlat gibi dururdu. Dönüşümlü 4 şoförüyle de saat başı yolcu taşırdı. Mehmet bey, Mesut, Hüseyin, Mehmet(2) köyde ilk tanıdığımız kişilerdi dersem yalan olmaz herhalde. Zaten ilk yaptıkları bize telefon numaralarını vermek olmuştu. Mehmet bey'de de aralarında bizim de olduğumuz çoğu yolcusunun telefon numarası bulunur. Mesaisi dışında herhangi bir sebeple Bodrum'a indiğinde arayıp yoklar, dönerken götürmeyi teklif eder. Zira sizin ne zaman nerede olduğunuzu bilir. Hele kendi bıraktıysa. Mesela bir gün, yaş gününü kutlayan kızını ve arkadaşlarını almak üzere merkeze indiğinde bizi arayıp bekleyebileceğini söylemişti. Saat gece yarısına geliyordu ve biz çoktan eve taksi ile dönmeyi düşünmüştük bile. Teklif tam zamanında gelmişti.
Ne yazık ki Mehmet Bey ile birlikte bir fotoğrafımız yok. En kısa sürede çekelim...
İyi, neşeli, güleç ve nüktedan kaç kişi var ki hayatlarımızda? Yarımada'nın tam ortasında en yakın sahile 7 km mesafedeki Yakaköy'e yolcu almak için Mehmet bey "Yaka beach, Yaka beach" diye bağırır, Yaka'lı veya sonradan yerleşmiş yolcularını güldürürdü. Hala da öyledir. Bir defasında yeni aldığı aynalı gözlüklerine ithafen "Al şuradan iki Mayami!" para uzatan yolcusuna "Yalnız Mayami çarşıya girmeyoru, beyfendi!" diyerek kırıp geçirmişti minibüsü...
Soğuk havanın küsleri barıştırdığını öğrendiğimiz akşam Şubat'ın 9'u, Mahmut Kaptan'a gidiyorduk dedim, değil mi? Kararlaştırdığımız saatten önce varıp dışarıca iyiden iyiye üşüyünce giriverdik mekana. Kaptan yaşlandı. Bir de birkaç yıl evvel yaptığı bir kaza var. Eskisi gibi köşesinde oturmuyor, arada bir ve özel müşterilerine eşlik etmek üzere geliyor mekanına. İşletmenin şu an başında bulunan kızı Tuna karşıladı bizi. Peşinden Serdar hocam da geldi. Hebap ettik, 2 senedir görmüyormuşuz birbirimizi. Ne fena. O benim üniversiteden olduğu kadar akıl hocamdır da. Kadehler kalktı, muhabbet başladı. Alper abi'nin kısa masa konseriden sonra da kalkıp Hanende Meyhane’ye uğradık ayaküstü yolluk almaya. Ne olduysa orada oldu zaten. Kendimi güvende hissettiğimden midir nedir? Alkolün de etkisi var tabi bir sene içime attığım her şey göz yaşlarıyla dışarı çıktı. Babamı ne kadar çok özlediğimi haykırdım ağlayarak... Sonrasını hatırlamıyorum... Sanıyorum benim Bodrum'a dair beklediğim yeni başlangıç böyle bir şeydi. Kalanı hayal kırıklığı... Hadi oradan devam edeyim bari.
2 yıl sonra Mahmut Kaptan'da Serdar Benli ile...
Orçun komşudan öte artık bizim ailemiz. Dönüşümüzü şarapla kutladığımız bir gece...
Kerim zaten hemen bir buluşma organize etmişti döndüğümüzde.
Ateş başı şarap ve Kerim'in specialleri bizi yeniden kavuşturdu.
Bu karşılama için buradan da dostlarımıza teşekkür edeyim.
Bahadır, Kerim, Umut, Eda, ben ve Hülya
Tabi evde de bol bol zaman geçiriyoruz Hülya ile... Başbaşa...
Hava ılık olunca bisiklete binme şansı doğdu. Üstelik bisikletimi çok özlemiştim. Bisiklet de özlenir mi hiç denmesin... O benim yoldaşım, sırdaşım ve hayal kapanımdır. Çoğu şeyi bilen ama hiç bir fikri olmadığı durumlarda bilmiyorum diyebilen samimi biri sayarım. Aynı zamanda birlikte kahkahalara boğulduğum bir çocuğa da. Beraber eğleniyorsak ne rampa zor geliyor ne de karşıdan aldığımız rüzgar. Her neyse… Ilık hava sele tepesine davet çıkarınca ben de üşenmedim bastım pedallara. Hafta arası bisiklete binmek büyük nimet. Tabi mesaisi olan dostlarım sürüşten muaf oluyorlar o başka. Yine de bir yıldır uzak kaldığım yarımadayı yeniden bisikletle keşfetmek, nelerin değiştiğini görmek ve tabi dostlarımla buluşmak artık huy oldu bende... O yüzden hala hafta sonlarını iple çektiğimi söyleyebilirim.
Eda ve Kerim ile Bodrum'da ilk tur. Ben adına Aylak Turu dedim :)
Fakat gördüm ki bir avuç kişi kalmışız. O haftasonları 50-60 kişi tur yapan kimse yok. Hadi birilerini göreyim diyerek katıldığım son Bodrum Bisiklet Kulübü turu sadece 6 kişiydi ve 4'ünü tanımıyordum. Bir karşılama merasimi beklemedim ama insan birilerine hoş bulduk deyip sarılmak istiyor. Döndüğümde arayan soran da olmadı hani. Dedim tamam, mevsim kış ara verilmiştir. Herkesin kendince derdi var. İstanbul, Ankara veya başka bir yere gidenler olduğunu da duymuştum. Fakat tesadüfen karşılaştığım birkaç kişi herkesin birbiriyle küstüğünden dem vurdu. Bilmem Fasülye filmini izlediniz mi? Haluk Bilgener, filmin kahramanına nasihatler veren bir ak sakallı dedeyi oynar. Sanki bana da o an "Bir yerde cam kırıkları ve gürültü varsa orada bil ki kavga vardır. Bir yerde kavga varsa orda bil ki huzur yoktur. Huzur olmayan yerde de işin olmaz. Bu durumda da yapacağın en doğru şey, o mekandan bir an önce ikilemek!" dediğini duydum. Şu an isteyeceğim en son şey birbirine küsmüş sevdiğim insanların arasında kalmaktı. Kabuğuma çekildim... En güzeli yeniden çalışmak üzere hazırlıklar yapmaktı.
Gözleme Turu
Bazen turlara pratik rakı buluşmaları nokta koyuyor. / Bitez sahil
Bisikletimi özlemişim.
Etrafta ne var ne yok beraber keşfediyoruz.
Sanırım bu yıl Bodrum'da yaptığımız en kalabalık tur. 14 kişi. Bir nevi korsan BBK turu :)
Zamanla bisiklet bindiğin çekirdek yeniden kadro oluşuyor.
İyi ki buradayım...
Ben o hazırlıkları yapadurayım -ki 10-15 senedir bir portfolyom yoktu ve eğer kendimi yeniden görünür kılacaksam ihtiyacım olan buydu- bazı minik işaretler parlayıverdi. Uzun zamandır görmediğim ve yıllar önce beraber çalıştığım farklı iki arkadaşım birlikte çalışabilir miyiz diye yokladılar ki biriyle çok düşük bütçesi de olsa başladık. Zaten paradan evvel çalışma disiplinimi tekrar kazanmam gerekiyordu.
Kardeşime tasarım desteği verdiğim projede ise zaten epey yol almıştık. Biraderden de güzel haberler gelmeye başladı. Arkadaş işi diye başlayıp, yıllardır tasarım desteği ve danışmanlığını yaptığım tek müşterim de artık sana bir şeyler ödeyelim deyince iyice şekerlendim. Zor zamanlarımda, ne yapacağım şimdi dediğim pek çok anda durup dururken böyle güzel sabahlar çok doğmuştur hayatıma. Aslında işaretlere inanmam. En azından arka arkaya gelen tesadüflere anlam yüklemek bana göre değildir. Bunu kendine işaret sayan ve ısrarla inanıp hüsrana uğrayan çok kişi tanıdım. Benim inandığım açık, pırıl pırıl gözüken ve anlam yüklemek zorunda kalmadığım üstelik bana fayda sağlayacağı gün gibi görülen işaretlerdir. İşte şimdi onlar parlıyor gökyüzünde…
Araya annemin vesayet davası için İstanbul'a gidip döndüğüm bir haftayı da sıkıştırayım. Ameliyatının izleri yavaş yavaş silinirken, rahat hareket ettiğini, nefes aldığını görmek iyi hissettirdi. Buna karşın kardeşimle bana olan konsantrasyonunun çabuk dağıldığını da gözlemledik. Gözyaşlarıyla karşılayıp, kurumdaki herkese oğullarım geldi diye hevesle haber vermesinin üzerinden 5 dakika geçtikten sonra kendi dünyasına dönmeye başlamış. Alzheimer’ı ilerliyor. Yoksa hadi gezelim, çıkalım diye ısrar ederdi birkaç hafta önceki gibi…
Annem
Zamanla annem için çok doğru bir karar aldığımıza daha da derinden inanıyoruz.
Hep hareket etmekte geciktik dediğimiz ama sonra her şeyin bir sırası ve zamanı var diyerek kendimizi avuttuğumuz ev ve dükkan işleri de meselemiz olmayı sürdürüyor. Evi kiraya vermek üzere bir takım adımlar attık ama bir şekilde toparladığımız eşyalar salonun ortasında öylece duruyor. Gelen gidenin farklı taleplerine zaman zaman şaşırdık doğrusu. Yeni eşyalar almamızı isteyenler mi dersin, kirayı 3 aydan 3 aya vermeyi teklif edenler mi -ki 6 aydan 6 aya teklif edeni de oldu- binbir çeşit profil gördük kısacık zamanda. Yeni bir kiracı tipi var galiba. Evi kiralamak dışında senden servis de bekleyen. Kaldı ki bizim de onca şey yaşadıktan sonra tahammül eşiğimiz epey aşağıda. Evi boşaltıp, kendi eşyasıyla gelecek birini bulmaya karar verdik en son. Dükkan ise ayrı bir durum. Henüz işletme ortağı sıfatından kurtulup mülk sahibi haline gelemedik. Ev ve dükkandan elde etmeyi beklediğimiz gelir, annemin bakımının özellikle maddi yükünü epey rahatlatacak oysa. Bunun yükü ben Bodrum’a dönünce biraz kardeşimin omuzlarında kaldı denebilir. Yine de bana bunun şikayetini hiç yapmadı kardeşim.
Bodrum’a yalnız döndüm. Hülya, Duru ile biraz daha kalmak, vakit geçirmek ve yanında olma ihtiyacı hissediyordu. Duru hepimizin geçtiği, neden sıkıldığımızı bilmediğimiz, hayat hep bu rutinde mi gidecek diye sorduğumuz, sık sık farklı birilerinden hoşlanıp heyecanlandığımız, nedensiz kahrolduğumuz ve sonra yine nedensiz neşelendiğimiz o yaşların tam ortasında yürüyor şimdilerde. Bir yetişkin olarak çok şey söylemek istediğim ama anlamayacağı hatta dinlemeyeceğini bildiğim yaşlar.
Uçak Milas Bodrum Havalimanı’na konduğunda aklımdan bunlar geçiyordu. Kapı açılıp da ilk nefesi alana dek kendi ergenliğimi hatırlamaya çalıştım. O kekik kokan ilk nefesle her şey duman olup uçtu gitti. Yeniden evimdeydim.
İnince de eve mi gitsem yoksa Bodrum’da iki tek mi atsam diye düşünürken Eda ve Kerim aradılar. Bu aramalar bir nevi davetiyedir bizde. Bodrum’da bira ile başlayan buluşma rakıya bağlanırken Cuma sabah Çökertme’ye kamplı bir tur organizasyonu bile kurguladık iki yudum arası. Merkez’de buluşacak, Kerim’in eşyalarını da benim bisiklete yükleyecek, ben yola çıkarken, Kerim de Umut’un bisikletini Konacık’tan alacak ve beni yolda bir yerde yakalayacaktı. Anason böyle çalışıyor bünyede.
Sabah her şey hazırdı.
Oktay seslenmiş, sesini duyuramayınca da basmış deklanşöre.
Kerim beni Yalıçiftlik’te, o gün Bodrum’dan Muğla’ya dönen Levent abi de bizi Çocuk Mezarlığı mevkiinde yakaladı. Eşyalarımızı arabasına alıp, Çökertme’ye gazladı. Bize de yolun ve Mazı tırmanışının tadını çıkarmak kaldı. Tırmanışın ödülü, Çökertme inişiydi zaten.
Yolda olmayı seviyorum.
Kerim (Mayk) yol arkadaşım.
İki akşam Çökertme’de çadır attık. İlk akşam sahilde ateş yakıp harika lezzetler tattık. Bol bol sohbet ettik Kerim ile. Biz çadıra girene dek hava nefisti. Kaldığımız iki gecede yağmur ve fırtınaya maruz kaldık. Kendi adıma çok eğlendiğimi ve mutlu olduğumu söylemem gerek. Vardığımızın ertesi rüzgar izin vermediğinden mesela tilkişen toplamaya tepelere çıktık Kerim ile. Cumartesi akşamüstü Eda, Umut, Seçkin ve Ebru geldiler. Akşam birlikte içitik rakılarımızı. Pazar kahvaltıdan sonra aramıza Eda’yı da alıp Ören’e gidip geldiğimiz kısa bir tur attık. Dönüşümüzde öğlen rakısına eşlik etmek üzere yine Bodrum’dan Arhan, Ezel ve Bahar da gelmişti. İşte böyle anlarda eve döndüğümü anlıyorum.
İlk akşam denize nazır rakımızı içtik ve...
ateş başında içmeye devam ettik.
Yoğun yağış ve fırtına, biz çadırlarımıza çekildikten sonra gece geç saatlerde gelip vurdu.
Sabah ilk yaptığımız erkenden restorandaki sobayı yakmak oldu.
Çökertme'de sabah
Ören'e gidip gelelim dedik pazar günü
Kerim deniz sezonunu açtı. Soğuk mu sorusu üzerine:
"Nineyi bile genç kız yapar!" cevabını verdi.
Takip eden hafta içi Levent abi “Muğla’yı özlemedin mi?” sorusuyla arayınca Cuma akşamı atladığım gibi Muğla’ya yollandım. Bu da bir sofra davetiydi. En azından ben öyle anladım. Muğla’da Levent abi ile buluşuyorsak illa ki Karabağ Yaylasına inilir, Yılmaz nerede garsonluk yapıyorsa orada yenir içilirdi. Beraber, İstanbul’da da, Çanakkale’de de, beraber yaptığımız ilk Antalya, Bodrum rotasında da bir çok kez kadeh kaldırmışlığımız vardır ama onunla Muğla’da ilk yudumu almayı severim. O yüzden kendime küçük bir çanta hazırladım yola çıkmadan. Zira Cumartesi hem Gökova Turu için keşifte bulunmak hem de bir akşam kalmak üzere Datça’ya gidilecekti. Meğer işin içinde Datça’da bir elektrikli bisiklet turu da varmış. Cumartesi sabahı Bodrum’dan Nuray ve Levent abi’nin adaşı da katılınca Datça’ya doğru yola çıktık.
İlk durak Çubucak Orman Kampı
Gökova Turu 3. gün konaklama noktasının en güzel yeri!
Datça’da daha önce birkaç kere sürmüşlüğüm var. Mesudiye rampası insana papatya açtırır. Elektrikliyle o rampayı 18 km ortalamayla çıkmış olmak inanılmazdı. Ama asıl bana sürpriz olan ertesi gün Adrasan’dan tırmanıp Orhaniye Kız Kumu’da tamamladığımız turun rotasıydı. Kullandığımız orman yolunu, o yolun şarkısını, renklerini ve güzelliğini unutmayacağım. Sanırım bir daha ama kendi bisikletimle bu taraflarda pedal çevirmeliyim.
Levent Sevil var ise...
rakı hep vardır.
Yeni rotalar muhteşemdi.
Bisikletler elektrikli olunca yokuşlar vız geldi tırıs gitti.
Levent Sevil
Levent Sevil ile birlikte Bal Evi'nde
Bayır, Çınaraltı... Nuray, Sevil, Didem, ben ve Obalar
Didem destek aracı pilotuydu.
Tura Kız Kumu'nda nokta koyduk.
Takip eden hafta, Hülya’nın dönmesine yakın, annemle ilgili davanın kararı çıkınca İstanbul’a yeniden gitmem gerektiği bilgisini verdi birader. Bu resmi evrakların imzalanmasıyla ilgiliydi ve ne kadar çabuk adım atarsak, ev ve dükkan ile ilgili sonuca da o kadar çabuk ulaşırız gibi bir durumdu. Hülya gelir ve ben de bir iki gün İstanbul’a geçerim gibi bir plan yaptım. Birkaç gün sonra kardeşim yeni bir haber vermek üzere bir daha aradı ve İstanbul’a gelmememi tembihledi. Zira korona virüsü Türkiye'ye giriş yapmıştı...
Kuşların özgürce cıvıldadığı İzmir sabahından merhaba, aslında size Datça'dan merhaba demek isterdim. Sürreal bir filme sıkışıp kaldığımız hissi veren bugünlerde, nefes aldıran yazınızı okumak çok iyi geldi. Kendimi Mesudiye rampasında bisiklet sürerken hayal ettim tam da papatya zamanı...Günler biteviye,bir kaç metrekareye sıkışmış benzerliklerle geçerken, rahatça evden dışarı çıkmanın bile ne büyük bir özgürlük olduğunu, kedimizin camlardan dışarı bakarak harcadığı ömrünün ne kadar yavan olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Sağlık ve özgürlük ne büyük nimet(miş)... Bir sonraki yazınızı, yani sizin karantinanızı büyük bir merakla bekliyorum. Sonu belli olmayan bu gönüllü esaret sebebimiz umarım hepimizin farkındalığını artırarak geçer gider ve yeniden bisikletlerimize kavuşuruz... Güzel İzmirden sevgi ve selamlarımla.
Ne mutluluk verici bir hediye oldu yorumunuz. Çok teşekkür ederim. Ben de tam yeni yazı için oturmuştum masanın başına. Dileklerinize katılıyorum. Şu sıkıntılı günler bir an evvel geçsin hele, bir çocuk gibi sele tepesine çıkıp yollara vuracağız kendimizi. Bodrum'dan sevgiler, saygılar...
2007 kış olabilir, tam hatırlamıyorum. O dönem Zebra’da çalışan arkadaşım Mehmet (Gözetlik), yeni işe başlayan sanat yönetmeninin kutlama mahiyetindeki ev partisine benim de katılmamı istemişti. Tanımadığım birinin evine davetlinin davetlisi olarak gitmeyi tercih etmesem de ısrarı karşısında pes ettim. Böylece o akşam ev sahibi Gökhan'la tanışmış oldum... Gökhan'ın mütevazi evinde dikkatimi ilk çeken şey, salonun duvarına boydan boya yazılmış, Arapça bir yazı oldu. Tabi anlamından önce bu geometrik tipografinin, evin dekorasyonuna bu kadar hakim kılınması beni etkilemişti. Karşısında insanı küçücük hissettiren devasa boyutta bir leke. Maalesef elimde bir fotoğrafı yok. (Daha sonra taşındığım Bebek'te, evin bir duvara boyadık.) Tıpkı Edirne Eski Camii'nin duvarlarını süsleyen devasa tasarlanmış hat yazılar gibi olduğunu söylemem yeterli sanırım. Edirne Eski Camii Duvarda, kökü Bizans’a dayanan "k'afto ta perasi" yani "bu da geçer" ol...
Bodrum Bulutların arasından kıvrak hareketlerle süzülerek ağır ağır yaklaştı. Kocaman gövdesinden yükselen deniz ve yosun kokusu keskin bir netlikte duyuluyordu. Yaklaştıkça büyüdü büyüdü. Oysa önceleri sadece uzak bir ihtimaldi. Kıpırtısız, yalnız ve sakin... Boz tepelerine kondurulmuş rüzgar güllerinin usul usul dönüşünü huzurla izlerdim. Etrafında dönüp duran rüzgarla, nefes alan bir balinaya dönüştüğünde donup kaldığımı hatırlıyorum. Hayranlıkla hareketlerini, yavaşça kıyıma yanaşmasını izledim. Üzerine çıktığımda beni (şarkı dediği gibi) bu lacivert ülkeye getirdi. Aylardan Ekim'di ve 25. günüydü... Bodrum'da hayatımızın bu fotoğrafla başladığına inanıyorum. İyisiyle kötüsüyle bir yılın ardından yüzümüz gülüyor Bugün, kendimin en güneyinde, sevdiğim kadınla beraber yaşıyorum. İkimiz de geride kalan ilk yıla bakıp Bodrum'da yaşamanın ne demek olduğunu daha iyi biliyoruz. Ne hayal etmiştik ve nasıl yaşar olduk? Bu yazıyla hem Bodrum’da geride kalan 1 ...
Doğma büyüme oralı olduğumdan olsa gerek “nerelisin?” diye sorduklarında, İstanbul yerine Bebek’liyim demeyi tercih etmişimdir hep. İstanbul ile en güçlü bağım, çocukluğum ve anılarım. Son zamanlarda yapamıyorum ama canım bir şeye sıkılsa, kaçtığım ilk yer hep Bebek olmuştur. Çünkü sahilde yürümek, neredeyse adım başı tanıdık görmek veya parkta oturmak iyi gelir... (iyi gelirdi diyelim.) Lakin bugün oralara arabayla gitmek ve park yeri bulmak için şerbetli olmak gerek. Üstelik park da benim çocukluğumda daha farklıydı. Şimdiki gibi güdük, renkli ve plastik kaydıraklar yoktu. Lucca'nın yerinde Türk Ticaret Bankası hizmet veriyordu. Bebek Koyu Bir semte yeme içme kültürü yerleşiyorsa, o semt tarihinin en köklü değişimine başlamış demektir. Cihangir, Nişantaşı gibi Bebek de kafeleri, restoranları ve büfeleriyle hızla değişti. Galata da benzer bir dönüşümden geçiyor. Bütün torna, aydınlatma vs atölyeleri minik cafe ve restoranlara dönüşüyor. Bebek Kahve bugünkü gibi ...
Kuşların özgürce cıvıldadığı İzmir sabahından merhaba, aslında size Datça'dan merhaba demek isterdim. Sürreal bir filme sıkışıp kaldığımız hissi veren bugünlerde, nefes aldıran yazınızı okumak çok iyi geldi. Kendimi Mesudiye rampasında bisiklet sürerken hayal ettim tam da papatya zamanı...Günler biteviye,bir kaç metrekareye sıkışmış benzerliklerle geçerken, rahatça evden dışarı çıkmanın bile ne büyük bir özgürlük olduğunu, kedimizin camlardan dışarı bakarak harcadığı ömrünün ne kadar yavan olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Sağlık ve özgürlük ne büyük nimet(miş)...
YanıtlaSilBir sonraki yazınızı, yani sizin karantinanızı büyük bir merakla bekliyorum. Sonu belli olmayan bu gönüllü esaret sebebimiz umarım hepimizin farkındalığını artırarak geçer gider ve yeniden bisikletlerimize kavuşuruz... Güzel İzmirden sevgi ve selamlarımla.
Ne mutluluk verici bir hediye oldu yorumunuz. Çok teşekkür ederim. Ben de tam yeni yazı için oturmuştum masanın başına. Dileklerinize katılıyorum. Şu sıkıntılı günler bir an evvel geçsin hele, bir çocuk gibi sele tepesine çıkıp yollara vuracağız kendimizi. Bodrum'dan sevgiler, saygılar...
Sil