Evde tatil

Bu yazıya başlık düşünürken kendi evimizde tatil yapacağımız gerçeği çarptı yüzüme. Zira birader çıkıp da "4-5 gün git evine, dinlen" demese Bodrum'a dönmek bizim için uzak bir hayaldi. Birkaç günlüğüne bile olsa evimizde uyanacak olmaktan duyduğum mutluluğu tarif edemem. Zira nefeslenmeye ihtiyacımız vardı. Dışardan bakanların kimi evini özleyen bir adamı, kimi de 6 ayın sonunda yorgun ve sıkılmış bir evlat görüyor. Sosyal medya üzerinden iletişim kuran tanıdık tanımadık insanlardan anlıyorum bunu. İkisi de doğru. Epey bunaldım. Psikolojik destek almamı öneren de oldu, evimi özledim dedim diye şımarık bulan da.

Yaşadığımız süreç kardeşimle birbirimizi yeniden keşfetmemize yaradı.
İstanbul'da ondan iyi arkadaşım yok.

Madem Bodrum'a gidilecek vakit geçirmeden biletlerimizi aldık. Bayramda gitmekten özellikle kaçındık zira çekilmez bir kalabalığın içinde olmak istemedik. Kendine tatil alan ama her şeyi satın almış gibi davranan büyükşehirlilerin mutsuzluklarını öfkeyle kustuklarını defalarca görmüş ve yazmıştım. O yüzden en güzeli kendi tatilimizi Bodrum daha boş iken yapalım dedik.

Tatil diyorum çünkü 6 güne ne sığdırır, neler sıkıştırırız hiçbir fikrim yoktu. Gidip görene dek bizi neyin beklediğini de bilmiyorduk zira yapılacaklar listemiz zaten kalabalıktı. Boyadan tutun da bahçe işlerine, soba borularının temizliğinden, su problemini çözmeye kalem kalem yapılacaklarımız vardı. Bodrum'a gidişimizi bu yüzden izinden saymak yanlış olmaz.

Havaalanından Bodrum'a yüzümüz gülüyor.

25 Mayıs günü öğleden sonra Bodrum'daydık. Beni ilk bulan hep kekik kokusu olmuştur. Yine öyle oldu. Bu daha girişinden evimde hissettiriyor beni. Havaalanından Bodrum'a kadar tüm reklam panolarını ezbere bilirim. Bisikletle buraları dolaşan bir grafik tasarımcı olmanın doğurduğu bir durum. İşte şimdi otobüsle geçerken nelerin değiştiğini o panolardan keşfetmeye başlamak, garaja dek vakit geçirdiğim bir oyun sayılabilir. Mesela bir süredir kapalı olan Kervansaray, Duja otel olmuş. Yol üstü kimi işletmenin tabelaları yenilenmiş. En büyük değişimse Torba kavşağındaki yeni otogar inşaatıydı. Kabaca ortaya çıkmış.

Garaja varır varmaz küçük bir alışveriş yapmayı planlamıştık. Çünkü İstanbul'a gitmemiz gereken her durumda buzdolabını boş bırakırız. Tecrübeyle sabit ilk zamanlarda çöpe attığımız çok şey olmuştur. Çalışıyorken ofisten sık sık İstanbul'a çağırılıyor, bir hafta diye gidiyor ama bazen iki, üç hafta kalıyor ve aslında Bodrum'da bile çözülebilecek işleri ofiste çözüp dönüyordum. Dönüşte dolaptaki el değmeden çürümüş sebze ve meyveleri neye feda ettiğimi sorguladım hep. İstanbul'a gitmeyi hiç sevmedim burada yaşamaya başladıktan sonra. Özel bir durum olmadıkça da gitmemeye gayret ettim. Kaldı ki kışın rüzgarlı hatta fırtınalı havalarda uçmaktan yerleşen uçak tedirginliğim de var artık.

Orçun, hoş geldiniz telefonuyla bizi kahve içmeye davet etti. Merkezde, kalede çalışan kardeşinin yanındaymış. Planı biraz değiştirdik biz de. Yolda başka arkadaşlarımızla da karşılaştık. Gülümseyen mutlu yüzler görmeye ne kadar hasret kaldığımı anladım. Daha da güzeli durumu bildikleri halde kimse babamın nasıl olduğunu sormadı. Hatta önümüzdeki 6 gün boyunca da bu soruyu duymadım. Güzel çünkü sürekli aynı şeyleri anlatmaktan da yoruldum galiba. Bebek dışında olduğum anlarda da gündem hep babam oluyor ister istemez. Yürürken, bisiklete binerken, kafede, rakı masasında durum değişmiyor. Karşılaştığım olsun, masaya oturan olsun babam nasıl diye soruyor ister istemez. Bodrum'da şu ara karşılaştığım tanıdık, arkadaş vs hepsi ama hepsi sadece bana ve kardeşime kolaylık ve sabır dilediler. Böylece üzerimden bir zar sıyrılmış oldu.

Oğuz kalede çalışmaya başladığından beri Orçun ile yaşamaya başladı. Kısaca bir numara sakinleri olarak artık 4 kişiyiz. Oturduğumuz ev iki ayrı girişi olan tek bir bina. Toplamda 4 oda 1 salon. Evi tutarken kira boyumuzu aşınca ev sahibimiz tek katı tutmamıza razı gelmişti. Bir nevi 2 oda 1 salon kısmını kiraladık denilebilir. Yani suyu, elektriği, termosifonu vs alt kat ile ortak. Biz taşındıktan bir müddet sonra alt kat depo olarak kullanılmaya başladı. Bir ara sitede çalışan Necdet Abi için öğlenleri dinlenme mekanıydı. Akşam üstleri bira alır kimi zaman Necdet abiyle biramızı içerdik. Derken yine ev sahibimizin akrabası Orçun geldi. Biz onu, o bizi sevdi. Sanki evi birlikte tutmuş, birlikte yaşamaya karar vermiştik. Bu herkesin yapabileceği bir şey değil. Orçun olmasa başka birine alt kat verilir miydi bilmiyorum ama eminim ortak kullanım tartışmaları yaşanır, saatler, tesisatlar ayrılırdı. Mesela aşağı inip evini toplamışlığımız, bulaşığını yıkamışlığımız vardır. O da evin bize ayrılan kısmına dilediği gibi girip çıkabilir. Çat kapı komşuluktan çok aile gibiydik. Komün bir hayat kurduk da denilebilir. Ki bundan da ayrıca mutluyuz.

Alışverişi tamamlayıp eve vardığımızda bizi karşılayan ilk şey kurumuş ayrık otları oldu. Bahçeye girilip çıkıldığı dağılmış yer taşlarının durumundan anlaşılıyordu. Yenilenen sokak aydınlatmalarının kabloları yüzeyde unutulmuş, geçen sene ektiğimiz saz ve pampas sökülmüştü. Bizim bahçeyle sınır arsayı ayıran çit bitkisi de duvar olmuştu. İlk karşılaşma için iç burucu şeyler. Bir de bunca zamanın yaptıklarına bakmak lazımdı. Eve girmeden verandaya çıktık. Sarı ince bir tozla kaplı masa, bank, sandalye ve yer karoları renklerini tamamen kaybetmişti. Mühendislik harikası örümcek ağları köşeleri öyle bir örmüş ki birkaç gün dertlerimizin sadece bu olacağını düşündüm. Belki bir zarımdan da burada kurtuldum.

Biz bıraktığımızda küçük bir bostanımız vardı

İçeri girince önce tozlu bisikletime merhaba dedim. Üzerinde hala Antalya-Bodrum bisiklet turunun çamuru vardı. İstanbul'a öyle apar topar gitmiştim ki temizliğe vakit kalmadığını hatırlıyorum. 6 ay sonra döneceğimi nereden bilebilirdim ki! Salona girince de evdeki nemin ağır kokusu karşıladı bizi. Bu kadar uzak kalacağımızı bilmediğimizden havalandırma deliklerini açmamıştık. Kanatlı karıncalar geleneksel göçlerini biz gelmeden tamamlamışlardı. Yerdeki binlerce kanat bunu anlatıyordu. Birkaç semirmiş kakalak kaçıştılar banyoya girince. Musluk ağızları ve sifon kireçlenmiş verimsiz çalışır hale gelmişler. Özellikle son iki gün dökme su ile tuvalet temizliğini yapacaktık. Dışarıda gördüğümüz fantastik örümcek ağları içeride de köşeleri tutmuştu. Gece karşılaşıp yakalayamadığımız bir parmak uzunluğundaki çıyan ne oldu sonra hala bilmiyoruz. Keşke derdimiz sadece hep bunlar olsa.

Örümcekler çok iyi çalışmış

Nem, küf ve rutubet olarak görünür hale gelmiş ki bundan genelde etkilenen en çok -kıyafeti geçtim- elektronik eşyalar oluyor. Bu evin de demirbaşı bilgisayarım. Açtıktan kısa bir süre sonra kapandı ve bir daha da açılmadı. Nemden etkileneceğinden korkmuştum, korktuğum da başıma geldi. Daha önce 2-3 hafta evden uzak kaldığımızda birkaç kez klavyemin bozulduğu olmuştu. Bu tip durumlarda Bodrum'da hızlı dönüş alabileceğim pratik bir yer bilmiyorum. Zira yapmayı planladığım pek çok şey vardı. Mesela işlerimi sunabileceğim bir dosya hazırlamak, birileriyle iletişime geçmek ve biraderin beklediği kimi işi tamamlamak gibi. Görünen o ki burada da çalışamayacaktım. Kendime "Bırak zamanın tadını çıkar, şunun şurası 6 günlüğüne geldin!" diyemeyecek kadar uzun süredir işsizim. Zamanın tadını çıkarmak artık mecburiyettendi.

Ertesi sabah uyanır uyanmaz kendimi turuncuya boyalı manzaranın karşısında buldum. Burada uyanmak en sevdiğim şey. İsten güneş tüm parlaklığıyla doğsun ister gri mavi bulutlar yağmur indirsin birbirimize karşılıklı bakmak hoşuma gidiyor. Benim onu gördüğüm gibi o da beni görüyor. Vadinin içindeki evler bitmek üzere. Korktuğum gibi manzaramızı bozmamış tam tersine güzel bir tabloya eklenen minik detay gibi durmuş. Bahçemize sınır arsaya da meyve ağaçları dikilmiş. Buna çok sevindim. Gerçi bu konuda yan komşu ve ev sahibimizin tartıştıklarını duyduk. Keşke olmasaymış... Bisikletimi çıkarıp tozunu aldım hemen. Minik bir tur yapayım dedim...

Bizim bulunmadığımız dönemde yan komşumuzun büyük tadilatlar yaparak yerleştiğini biliyorduk. Evlerimiz ikizdi ama büyük bir değişim yaratmışlar. Üç senede yapamadığımız her şey 6 ayda tamamlanmış, ev bambaşka bir şekle bürünmüş. Ev sahibi olmakla kiracı olmak arasında kalın bir çizgi var tabi. Duvarda hala çıplak tel ucunda sallanan bir ampulumuz var mesela. Bunca zaman benim bir şikâyetim olmadı doğrusu ama Hülya'nın böyle durmasını istemediğini biliyorum. Bahçemizden boz diye bahsederim hep. Göreceli büyük sayılabilecek bu alana kiracı olarak büyük yatırımlar yapacak denli varlıklı sayılmayız. Son iki senedir ufak tefek çiçekli bitkiler diktik ki açtıklarında içimize dolan mutluluğu anlatamam. Kabul koca bahçede düdük gibi kaldılar ama olsun, Bodrum'un doğası böyle, yavaş yavaş... Kaldı ki ben süslü bahçeden çok bir bostanımız olmasını daha önemli buldum hep. Kendi domates, biber, salatalığımızı yemenin yerini hiçbir şey dolduramıyor. İstanbul'a gitmeden hemen önce tanıştığımız komşumuz da domates, biber yetiştirmek istediklerini söylemişlerdi. Kabul etmiştik. Böyle şeyler hoşuma gider. Bahçene girer, selamlaşır muhabbet edersin ayaküstü, yardım gerekir koşarsın. Ne bileyim, çay kahve içersin. Hem biz buraya İstanbul'da kapı komşusunu tanımayan insanlar gibi yaşamaya gelmedik ki. Başından beri çocukluğumdaki o komşuluğun peşindeydim. Açık, yardımsever, iyi niyetli vs. Yakaköy'ü de zaten bu yüzden seviyorum. Her tanıdığım insan, doğduğum mahalledeki bir figür gibi.

Tadilatla birlikte komşu bahsi geçen bize sınır arsaya da bir sıra meyve ağacı dikmiş. Artık bakımsız bulduklarından mıdır, kendiliğinden mi olmuştur bilemem bostan için kullandığımız alanın yerinde yeller esiyordu. Ev sahibimizin eşi de -enişte- Şubat ayında 40 kadar ağacı arsaya dikecekti, dikmiş. Akşam ağaçları sulamaya geldiğinde muhabbet ettik biraz. Neden tartıştıklarını anlattı. Dedim ya keşke olmasaymış.

Temizlik sonrası dinlence

İçinde yaşamayınca ev de yaşamıyor. Bakmazsan o da hastalanıyor, çürüyor. Bu haliyle bile o kadar çok iş vardı ki elimizdeki yapılacaklar listesini şu bir iki güne sığdırmak olanaksızdı. Hülya da ben de nasıl hareket edeceğimize karar veremedik. Birkaç gün zamanımızın tadını çıkaralım diyerek pek çok şeye dokunmadık doğrusu. Lakin insanın içi kabul etmiyor. Ben verandayı Hülya içeriyi kabaca temizledik. Bu da bizi iyi hissettirdi. Evin ışığı geri geldi. Bu da gösteriyor ki nerede ve hangi koşullarda yaşarsak yaşayalım, altına girdiğimiz çatının ışığını veren biziz.

Hülya ile her yerde yaşarım

Eve dönüşümüzün ilk birkaç günüyle birlikte yeniden nefes aldığımı fark ettim. Uzun süredir tutuyormuşum galiba. Herkesi ve her şeyi ne çok özlemişim. Mesela Bodrum'a her inişimizde Seçkin "O koca şey indiyse aynı havayı soluyoruz!" diye mesaj atar veya telefon açar. Garajda bizi eve götürecek Yaka minibüslerinin şoförü Mehmet Abi veya Mesut ise piyango çıkmış kadar seviniriz. Eve varıp ilk anda verandadan baktığımda, havuzun yanında Tayfun Abi'nin minibüsünü görmek benim için hoş geldin mesajıdır. Ece atlar arabaya gelir, dalar içeri sımsıkı sarılırsın. Bahar "şekerler geldiniz mi?" diye yoklar. Levent Abi gelişimizi mutlaka rakıya bağlar ve haftalık organizasyon zincirini başlatır... Ertesi gün hele bir Bodrum Bisiklet Kulübü turu varsa ne ala -ki vardı- Özlediğim herkese sarılmak için kollarımı açabildiğim kadar açabilirdim.

BBK Bodrum Sahilleri Turu


Geldiğimizin ertesi günü Hülya ile evliliğimizin 3. yıldönümüydü. Kutlamalar için! ev müsait olmadığından Orçun'u da alıp Seçkinlere geçtik. Onlar da Ebru ile yeni evliler, katmerli kutlama yaptık denilebilir. Pizzamızı yedik şarabımızı içtik. Ebru ve Seçkin hediye olarak bize ekmek pişirmişlerdi. Bunu ömür boyu unutmayacağım. Biz ise onlara daha önce hediye edilmiş karafın birebir aynısını almışız. Çok güldük buna...

3. evlilik yıldönümümüzü coşkuyla kutladık

Levent Abi ile ertesi akşam Berk Balık'ta rakıya oturduk. Gün batımında burada rakı içmeyi seviyorum. Bu yıl katılamadığım 13. Gökova Bisiklet Turu'ndan önümüzdeki sene yapılacaklardan konuştuk. Sonra konu çocuklara, Duru'ya, işlere güçlere ve tabi babamla anneme geldi. Sanırım Bodrum'da kaldığımız sürece annem ve babam bir daha konuşulmadı. Ne bir sonraki gün Ali, Nazmi ve Levent'in ev sahipliğindeki Baçça'da ne de finali bizim evde yaptığımız rakı balık muhabbetinde.

Berk Balık'ta gün batımı

Resmen Bodrum'dayız


Kısaca şu rakı sofralarına da değineyim. Zira her şeye yeniden adapte olmayı kolaylaştırıyorlar. Ali, Levent, Tolga ve Nazmi balık tutmayı seven akıllarına estiğinde gidip koy temizleyen, çöp toplayan, mantar ve Ege otu avına çıkan aynı zamanda bisiklete binen, trekking yapan harika insanlar. Ali, Tolga, Nazmi doğma büyüme Bodrumlu. Neden balık tutmayı sevdikleri anlaşılabiliyor. Yanılmıyorsam Nazmi zaten Bodrum'un meşhur sünger kültürünün içinde büyümüş. 18 metreye tüpsüz dalıp dipte balığın gelmesini beklediğini anlamıştı bir kere. Peşinden gidersen balık zaten kaçar ama hareketsiz oturunca merak edip geliyorlar diye anlatmıştı. Hepsiyle bisiklet marifetiyle tanışmıştım ama onların ortak paydası balık. Tuttukları balıkları Nazmi'nin dedesinin bahçesinde pişirip yemeyi bir gelenek haline getirmişler. Baçça adı da buradan çıkmış. Neşeli, esprili ve güzel insanlar. Ne yalan söyleyeyim başından beri onları tanıdığım için mutluyum. Genelde her şeyi kendileri yaptıkları için bulaşıkları misafire bırakıyorlar ama ne ilk katıldığımda ne de bu ikinci davetlerinde elimi sürdürmediler. Salı akşamı Baçça'da oturma rekorunu kırmışız. Muhabbet o kadar güzeldi yani. Üzerimden bir zar da burada sıyrıldı...

Hayallerimizi yaşadığımız yerde, yuvamızdayız.

Son akşam bizde yapılan buluşma da Levent Sevil'in organizasyonu. Evi kabaca temizlediğimizden misafir ağırlamakta bir sıkıntı olmayacaktı. Zaten Levent Abi mezemizi, rakımızı biz alırız size salata kalır hiç zahmete girmezsiniz demişti. Ateş yakmayı özlemişim. Sabahki uzun ve bonus bisiklet turunun üstüne beni iyi hissettiren yegane şey de odun kokusu oldu zaten. Ateş yandı, eş dost gelmeye başladı. Bizim verandada muhabbet gerçekten güzel oluyor. Dostlarım neşeyle rakılarını yudumlayıp sohbet ederlerken yeniden evimde olduğum için şükrettim. Ertesi gün yola çıkacak ve bir daha ne zaman döneceğimizi bilmiyor olsak da...

Gün doğumu kadar, batımını da izlemesini seviyoruz. Her gün yeni bir hikaye...

Bodrum'da kaldığımız 6 günün 3 günü bisiklete bindim. Zaten geldiğimizin ertesi günü hemen kendimi vurdum yollara. Havalar ısınınca Bodrum'da bisikletseverler pedal keserler. Bunu unutmuşum. Yoksa sevdiğim pek çok insanı Bodrum Bisiklet Kulübü'nün Bodrum Koyları Turu'nda görürüm sanmıştım. Kısmet değilmiş. Günün ikinci yarısı Seçkin'le çevirdik pedalları.

Bir gün arayla ikinci turu da solo yaptım. Etrafta neler olup bittiğini görmek, keşfetmekti amacım. Bodrum dolmadan yarımadanın kuzey yarısını dönüverdim. İnşaatlar sürüyor, bir hafta sonra bayram o yüzden işletmelerde de hazırlıklar devam ediyordu. Bodrum'un betonla kemirilmeye devam ettiğini izledim. Elbette denize de girdim. Zira sıcak bir yandan, bacaklara yüklediğim mesafeler bir yandan acısı denizde çıkardı. Girdim çıktım ben de...

Solo turunu ilk durağı Torba'da kahvaltı
Gündoğan'dan Kızılburun'u tırmanarak Yalıkavak'a geçtim
Gümüşlük, Mutlu'nun Yeri
Gocadın be Coka



Sonuncusu için Seçkin ile Bitez bağ arasında kısa bir tur düşünmüştük ama uyanamayınca günüm tamamiyle değişti. Vakti bol Memo bana katıldı ve spontane bir kararla Çamlık tarafından Etrim'i tırmandık. Bisiklet üzerinde de sohbet başka olur. Seçkin ile sürüşlerimizin yarısı muhabbetle geçer. Memo konuşmayı seven bir adam biz de bol bol sohbet ettik. Zira kaba bir hesapla birbirimizi yaklaşık 1 senedir görmediğimiz gibi bir hesap çıktı ortaya. Birbirimize ayıp etmişiz doğrusu. Buz gibi biralarla güne noktayı koyduk.

Memo ile bonus tur
Etrim köyü


Üç turun toplam 220 km uzunluğu, 6 güne sıkışan 11 duble rakı, 4 bira, saatler süren dost muhabbetleri, ateş çıtırtısı, 6 sabah güneşi, ara sıra kümelenen bulutlar, çeşmeden içilen su vs üzerimdeki tüm zarları atmama neden oldu. İstanbul'a her şeyden sıyrılmış, tertemiz ve yüzü gülümseyerek gitmeye hazırdım. Lakin bir dahaki sefere tatile değil evimde yaşamaya geleceğim!




Yorumlar

  1. Sevgili Coka
    Coğumuzun yapmacık (sunulanı) yaşadığį bu zamanda özgûrce içinizden geldiğince yazıyorsunuz, imreniyorum ..
    Basit olanı yakalamak iyi de onu yaşayabilmek çok daha iyi...
    Siz gocamazsınız, ûmitlenmeyin :)
    Selamlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İstanbul'dan da selamlar!... Eksik olmayın, çok teşekkürler :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından