Bayram notları
Bayramda evden çıkmayalım, kalabalık ve gürültüden uzak duralım dedik fakat sabahları bisiklet tepesinde turlamaktan geri kalmadım. Niyetim herkes uyurken seçtiğim kısa rotayı dönmek, bu arada da bayram ve bayramcılara dair gözlem yapmaktı. O saatlerde insanlar uyuduğundan pek bir şey görmeyeceğim düşünülebilir fakat öyle olmadı. Yol kenarlarına sağlı sollu park etmiş otomobiller bile bir kerede çok şey söylüyor. Gazete yazmış, Bodrum nüfusu bayramda 2 milyon oldu diye. İşte o otomobiller bunu doğruluyor.
Bayramın ikinci günü Yalıçiftlik tarafına pedal bastım. Yarımadayı ana karaya bağlayan nokta dersem yanlış olmaz herhalde. Doğuya gittikçe yeşeren, yükselen ağaçlarıyla bu hat, tercih edenleri Mazı, Çökertme ve biraz daha ötede Ören'e götürüyor. Merkeze, eğlenceye, popüler her şeye uzaktır ve bileni, üşenmeyeni, kafa dinlemek, kaçmak isteyenleri ağırlar(dı). Son yıllarda Kızılağaç ve Yalıçiftlik çevresinde lüks siteler yükselmeye başladı ki klasik köy evlerinin yanında bu yeni mimari "sizi buradan def etmemize az kaldı" diyor adeta. Yeni gelenler söylemekten de çekinmiyor hatta. Yaka'da hemen bizim üstümüzdeki evi satın alan kişi sağ ve solundaki evleri çirkin bulduğu için ev ve bahçesini ağaçlarla izole etti. Kapısını çalacak birilerine ihtiyaç duymadığını sanmak tam bir şehirli avamlığı. Komşusunu tanımama kültürünü buraya taşıyorlar yavaştan. 34-06-35 plakalı otomobiller burada da artmış.
İlk bayramlaştığım kahveci ile ayak üstü laflıyoruz. Canavar gibiler diyor. Kim? Gelenler... Sanki tatile değil, kavga etmeye gelmişler gibi. Mesele de şu "Biz olmasak nefesiniz açlıktan kokar!" muhabbeti. "Yahu" diyor. "Bene mi geldin de gonuşupdurun?" Büyük ihtimal sezon sonu batıp gidecek yeni, lüks, gösterişli yerleri işaret ediyor. Zira büyük şehirlerden gelip buralarda yer açanlar da yerel esnafı üzüyor. Şöyle afaki bir tablo çizersem daha net okunabilir. Yan yana birkaç köy kahvesinin ortasına 3. dalga coffee shop açıldığını hayal edin. Cihangir'den kahveci -öğrendim ki onlar barista diyormuş- getirilip konulmuş. Sadece yüksek sezon denilen ama birkaç günü geçmeyen dönemde "kahvesiz ayılamam!" diyen tatilcilere servis veriyor. Yani kahvecinin "Bene mi geldin, gonuşupdurun?" diye sorduğu "kahvesiz ayılamam" diyen kişi. Aralarındaki tartışma kaba epey kabaymış anladığım kadarıyla. "Hee guduruk guduruk gonuşup gitti..."
Benim gibi sabah turuna çıkmış, Bodventure ekibine takıldım sonra. Karşılaştığımda Etrim'i iniyorlardı. Şahin Motel'de kahvaltı ile turu bitirecek ardından denizin tadını çıkarmak üzere program yapmışlardı. Bu benim için de bir mola oldu. Kahvaltı etmemiştim. Fakat onlar gibi günümü orada geçirmeyecektim. Kısa bir deniz dinlencesi ve kahvaltının ardından Ali ile birlikte aralarından ayrılıp Bodrum'a doğru yola çıktık. Bodrum'da kornaya alışık olmadığımdan plakalara bakarım. Korna terörünün ortasında kaldık. Yani hangi birine bakayım dedim özetle. Çoğunluğu İstanbul plakalı araçlar beni bir kez daha yanıltmadı. Yoksa Bodrum'da çalınmaz, korna burada daha çok selam vermek üzere kullanılır.
Fakat daha da kötüsü, bisikletle nereden gitmemiz gerektiğini bize el kol işaretiyle anlatan öfkeli sürücüler oldu. Daha Yokuşbaşı'nda birkaç arabayla papaz olduk. Ali ile Bitez kavşağında ayrılır ayrılmaz, kavşaktan çıkan ve emniyet şeridinden gelen bir başka 34 plakanın küfür kıyamet azarını işittim. Yanlış yerde gidiyormuşum, beni ezse suçlu olmazmış... Kuduz gibiydi... Öfkesi beni epey korkuttu doğrusu. Yapı gereği bu tip tartışmalara girmem, küfür veya kavga edemem. Sadece "Sakin ol!" diyebildim... Tozu dumana katarak ve yine emniyet şeridinden bastı gitti.
Şu plaka meselesine de açıklık getireyim. Hani bazen 34 plakalı diye genellemeler yapıyorum ya... Kimi İstanbullu arkadaşım 34 plakalı her aracın İstanbul'dan gelmediğini, Bodrum'da kiralık araçların hemen hemen hepsinin 34 plakalı olduğunu söylüyorlar. Bu alınganlığa şaşırıyorum doğrusu. Hatta bu alınganlığı da bir çeşit öfke olarak görüyorum. Lütfen şöyle bakın biraz da, korna çalınca değil kurallara uyunca yol açılıyor. Yani kötü bir şey söylemiyorum. Akıllı kavşakları nasıl kullanılacağını öğrenmeme ısrarı bizi büyük kılmıyor. Kavşağın içinde araba varsa bekle! bu kadar basit. Hele hele emniyet şeridinden kaçmak bizi daha akıllı yapmıyor. Hele o şeridi kullanan bisikletliye tehdit ve küfür etmek, nereden gitmesini öğretmeye çalışmak açıklanabilir bir şey değil.
Köy içlerinde insanlar sosyaldir. Kişi arkadaşının otomobil penceresine eğilip fazladan 20-30 sn. konuşabilir, sabredin. Teyzenin biri başka köye süt, tereyağı, yumurta gönderiyor olabilir, bekleyin eşyasını minibüse yükletsin, şoföre kimi bulacağını tarif etsin. Hatta yanından telefon açıp konuştursun. Taş çatlasın 2-3 dakika... Yavaş, sakin ve sabırlı olmak tatili daha keyifli kılar.
Hadi 34 plaka demeyelim. İstisnasız bu bayram da, otomobillerden yol kenarına fırlatılan çöp, ambalaj, soda, bira şişeleri, sigara, çikolata, şu bu ambalajları, sidik dolu pet su şişeleri, kirli bebek bezleri o kadar arttı. Bisikletle gezen biri olarak bu tespiti kolaylıkla yapabiliyorum. Bu nasıl bir rahatlık? Yangınların bir kısmı otomobillerden atılan cam şişeler (büyüteç etkisinden dolayı) veya sigara izmaritleri yüzünden çıkıyor. Yarımada tüm yaz kurudu, Ağustos'un ikinci yarısından itibaren esintiler başladı. Ne yazık ki neyi tehdit ettiğinin farkında değil bu insanlar...
Bayram öncesinden de bir örnek vereyim ki bu yıl tatilci profilindeki farklılık pekişsin. Belediyenin Torba'daki kafesi, yavaş yavaş uyanacak misafirlerini ağırlamaya hazırlanırken, diğer yandan görevli bir iki genç, şezlonglara erkenden atılmış havluları topluyorlardı. Çalışanlardan biriyle iki çift laf edince öğrendim ki, sabah 7:30-8:00 gibi şezlong kapanlar akşamüstüne kadar gelmiyor hem işletmeyi hem de gelen diğer misafirleri mağdur ediyormuş. Uyarılara, yazılı notlara rağmen kimseye dinletememişler. "Bayram sonuna dek kötü çocuk benim yapacak bir şey yok!" dedi konuştuğumuz arkadaş...
Akyarlar'a geçtiğim diğer bayram sabahından devam edeyim. Evden aç çıktım ki genelde 15-20 km sonra kahvaltı edeceğim bir yere otururum. Yedi rüzgarın birleştiği yer anlamına gelen Kefaluka, her ne kadar koya bakan çirkin oteliyle anılır olmuşsa da o 7 rüzgar buranın ruhunu taze tutmaya yetiyor. Meteor'u geçtikten sonra sağda taksi durağının önünden aşağı salınıp yokuş biter bitmez sağa kıvrılarak vardığım yeri tarif etmeye çalışıyorum. En sonda çay, kahve, tost (belki köfte, patates de) veren küçük bir işletme ve hemen önünde denize girilebilecek dar bir plaj vardır. Burası daha çok emeklilerin ve işletmenin kısıtlı imkanlarını kabul edenlerin geldiği bir yerdir.
Tostum yapılana dek plaja inip kısa mesafe yüzdüm. Çıktığımda da gördüm ki insanlar birer ikişer geliyorlar. Denizi gören hemen önümdeki masaya da bebekli bir aile oturmuş, kahvaltı etmeye başlamışlar. Beraberlerinde getirdikleri poşetin içinden çıkardıkları böreği, poğaça ve simidi yedikten sonra kalktıklarında geriye o kadar tuhaf bir çöp bırakmışlardı ki işletme sahibesi Bodrumlu teyze söylenmekte haklıydı. Poşet, plastik börek kabı, çatal bıçaklar, bebeğin düşürdüğü yiyecekler aklınıza ne gelirse. Teyzenin asıl zıvanadan çıktığı an sandalyeye bırakılmış bebek bezini bulması oldu. Diğer masalarda oturan birkaç şehirli cık cık cık diyerek teyzeye hak vermiş gibi yaptılar. Döndü ortaya dertleşti. "Çöpünü topla deyom, gızıyolla, çöpü göstereyom binbir laf... Bu yıl çok edepsiz insanla va. Valla ne etçem şaştım!" Diğer masalarda oturan şehirliler başlarını sallayarak onayladılar teyzeyi. "Deyom misafir o, tut kendini emme ayıbı hep bunlar yapıyoru! Bu nasıl anne?" diyerek o boklu bezi salladı biz şehirlilere... Plajlarda yaşandığını sıklıkla duyduğumuz boklu bebek bezi meselesinin bir başka versiyonuna şahitlik etmiş oldum böylece.
Bağla'yı tırmanmadan evvel yıllarca birlikte çalıştığım ve bayramda Bodrum'da olduğunu bildiğim Didem'e, eşi Ali ve kızlarına merhaba demek üzere uğradım. 186 kişilik TEK sitesi bayramda 800 kişi olmuş. Site bu otel değil, 800 kişiye yetişmek ne mümkün. Kafesi, restoranı ne bileyim artık içeride neler varsa üst limit nüfusa göre düşünülmüş. Sayı bir anda 4-5 kat artınca çeşitli tartışmalar, kavgalar çıkmış. Didem de dedi zaten, insanlar aşırı sinirli diye. Huzur bulmak için tatile bu kadar öfkeli gelmelerine anlam veremedik birlikte. Şu şezlong kapma olayı orada da sorunmuş. Site önündeki küçük plaj da 800 kişi ağırlamaya yetmiyor tabi. Atıyorum; varsa 200 şezlongun paylaşımı çoğu zaman sonu kavgayla biten tam bir yarışa dönüşüyormuş. Biz bunları konuşurken Ali, site yönetiminin yayınladığı bir metni okudu... Espirili bir metindi ama durumun vahametini çok net koyuyordu ortaya. Özetle sakin olun diyordu. Çay, kahve, muhabbet, şeftali derken vedalaştık.
Bir insan yığınının arasından Camel Beach'ı geçtim. Daha önce bisiklet elde kumu yara yara geçmişliğimiz çoktur ama bu kadar kalabalığı düşümde görsem inanmazdım. Uzun iskelelere yanaşmış ve Bodrum'la ne alakası var dediğim korsanlı, kuru kafalı teknelerden akın akın insan iniyor... Ortakent'e zor attım kendimi. Sahil de bisiklet kullanamayacağımdan ara sokaklardan kaçayım dedim ama sağlı sollu park durumu otomatikman trafik yaratıyor. Peş peşe iki küfürlü kavgaya da burada şahit oldum. Park ve yol verme tartışmalarıydı...
Bisiklet bindiğim 3 sabah boyunca en erken 6:45 en geç 10:00 saatleri arasında yaşadıklarımı paylaşayım dedim. Onca bağırış, çığırış, kavga arasında evden neden çıkmamamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. Hoş buradan uzaklaşabilirdik de. Bunu başaran başta Serdar Hocama bir selam çakayım. Belki o da Bayram'da neden burada kalmadığını bir yazısının başında kısaca anlatır. Zira tekneyle nefis bir Ege turu yaptı. Onun yazısını sabırsızlıkla bekliyorum.
Gün içi ve akşam hatta gece neler olduğunu şu kısacık turlarda karşılaştıklarımdan çıkarmak zor değil. En basitinden bisikletle 35 dakikada aldığım Yaka-Bodrum arasını araçla 2 saatte tamamlayamamış insanların sosyal medya gönderilerini gördüm. Kilitlenmiş trafiği "Korna Şov"larıyla açamayanlar belli mi olur bellerindeki tabancaya sarılırlar. Tatili bile sakin değil bu milletin, Allah sonumuzu hayretsin... Böyle de bitireyim...
Bayramın ikinci günü Yalıçiftlik tarafına pedal bastım. Yarımadayı ana karaya bağlayan nokta dersem yanlış olmaz herhalde. Doğuya gittikçe yeşeren, yükselen ağaçlarıyla bu hat, tercih edenleri Mazı, Çökertme ve biraz daha ötede Ören'e götürüyor. Merkeze, eğlenceye, popüler her şeye uzaktır ve bileni, üşenmeyeni, kafa dinlemek, kaçmak isteyenleri ağırlar(dı). Son yıllarda Kızılağaç ve Yalıçiftlik çevresinde lüks siteler yükselmeye başladı ki klasik köy evlerinin yanında bu yeni mimari "sizi buradan def etmemize az kaldı" diyor adeta. Yeni gelenler söylemekten de çekinmiyor hatta. Yaka'da hemen bizim üstümüzdeki evi satın alan kişi sağ ve solundaki evleri çirkin bulduğu için ev ve bahçesini ağaçlarla izole etti. Kapısını çalacak birilerine ihtiyaç duymadığını sanmak tam bir şehirli avamlığı. Komşusunu tanımama kültürünü buraya taşıyorlar yavaştan. 34-06-35 plakalı otomobiller burada da artmış.
Bazen acaba mı desek de arabamız olmadığı için bir kez daha mutlu olduk. |
İlk bayramlaştığım kahveci ile ayak üstü laflıyoruz. Canavar gibiler diyor. Kim? Gelenler... Sanki tatile değil, kavga etmeye gelmişler gibi. Mesele de şu "Biz olmasak nefesiniz açlıktan kokar!" muhabbeti. "Yahu" diyor. "Bene mi geldin de gonuşupdurun?" Büyük ihtimal sezon sonu batıp gidecek yeni, lüks, gösterişli yerleri işaret ediyor. Zira büyük şehirlerden gelip buralarda yer açanlar da yerel esnafı üzüyor. Şöyle afaki bir tablo çizersem daha net okunabilir. Yan yana birkaç köy kahvesinin ortasına 3. dalga coffee shop açıldığını hayal edin. Cihangir'den kahveci -öğrendim ki onlar barista diyormuş- getirilip konulmuş. Sadece yüksek sezon denilen ama birkaç günü geçmeyen dönemde "kahvesiz ayılamam!" diyen tatilcilere servis veriyor. Yani kahvecinin "Bene mi geldin, gonuşupdurun?" diye sorduğu "kahvesiz ayılamam" diyen kişi. Aralarındaki tartışma kaba epey kabaymış anladığım kadarıyla. "Hee guduruk guduruk gonuşup gitti..."
Benim gibi sabah turuna çıkmış, Bodventure ekibine takıldım sonra. Karşılaştığımda Etrim'i iniyorlardı. Şahin Motel'de kahvaltı ile turu bitirecek ardından denizin tadını çıkarmak üzere program yapmışlardı. Bu benim için de bir mola oldu. Kahvaltı etmemiştim. Fakat onlar gibi günümü orada geçirmeyecektim. Kısa bir deniz dinlencesi ve kahvaltının ardından Ali ile birlikte aralarından ayrılıp Bodrum'a doğru yola çıktık. Bodrum'da kornaya alışık olmadığımdan plakalara bakarım. Korna terörünün ortasında kaldık. Yani hangi birine bakayım dedim özetle. Çoğunluğu İstanbul plakalı araçlar beni bir kez daha yanıltmadı. Yoksa Bodrum'da çalınmaz, korna burada daha çok selam vermek üzere kullanılır.
Fakat daha da kötüsü, bisikletle nereden gitmemiz gerektiğini bize el kol işaretiyle anlatan öfkeli sürücüler oldu. Daha Yokuşbaşı'nda birkaç arabayla papaz olduk. Ali ile Bitez kavşağında ayrılır ayrılmaz, kavşaktan çıkan ve emniyet şeridinden gelen bir başka 34 plakanın küfür kıyamet azarını işittim. Yanlış yerde gidiyormuşum, beni ezse suçlu olmazmış... Kuduz gibiydi... Öfkesi beni epey korkuttu doğrusu. Yapı gereği bu tip tartışmalara girmem, küfür veya kavga edemem. Sadece "Sakin ol!" diyebildim... Tozu dumana katarak ve yine emniyet şeridinden bastı gitti.
Kısacası bu yıl tatilciler agresif ve öfkeliydi. |
Şu plaka meselesine de açıklık getireyim. Hani bazen 34 plakalı diye genellemeler yapıyorum ya... Kimi İstanbullu arkadaşım 34 plakalı her aracın İstanbul'dan gelmediğini, Bodrum'da kiralık araçların hemen hemen hepsinin 34 plakalı olduğunu söylüyorlar. Bu alınganlığa şaşırıyorum doğrusu. Hatta bu alınganlığı da bir çeşit öfke olarak görüyorum. Lütfen şöyle bakın biraz da, korna çalınca değil kurallara uyunca yol açılıyor. Yani kötü bir şey söylemiyorum. Akıllı kavşakları nasıl kullanılacağını öğrenmeme ısrarı bizi büyük kılmıyor. Kavşağın içinde araba varsa bekle! bu kadar basit. Hele hele emniyet şeridinden kaçmak bizi daha akıllı yapmıyor. Hele o şeridi kullanan bisikletliye tehdit ve küfür etmek, nereden gitmesini öğretmeye çalışmak açıklanabilir bir şey değil.
Köy içlerinde insanlar sosyaldir. Kişi arkadaşının otomobil penceresine eğilip fazladan 20-30 sn. konuşabilir, sabredin. Teyzenin biri başka köye süt, tereyağı, yumurta gönderiyor olabilir, bekleyin eşyasını minibüse yükletsin, şoföre kimi bulacağını tarif etsin. Hatta yanından telefon açıp konuştursun. Taş çatlasın 2-3 dakika... Yavaş, sakin ve sabırlı olmak tatili daha keyifli kılar.
Hadi 34 plaka demeyelim. İstisnasız bu bayram da, otomobillerden yol kenarına fırlatılan çöp, ambalaj, soda, bira şişeleri, sigara, çikolata, şu bu ambalajları, sidik dolu pet su şişeleri, kirli bebek bezleri o kadar arttı. Bisikletle gezen biri olarak bu tespiti kolaylıkla yapabiliyorum. Bu nasıl bir rahatlık? Yangınların bir kısmı otomobillerden atılan cam şişeler (büyüteç etkisinden dolayı) veya sigara izmaritleri yüzünden çıkıyor. Yarımada tüm yaz kurudu, Ağustos'un ikinci yarısından itibaren esintiler başladı. Ne yazık ki neyi tehdit ettiğinin farkında değil bu insanlar...
Torba Belediye Kafe... |
Bayram öncesinden de bir örnek vereyim ki bu yıl tatilci profilindeki farklılık pekişsin. Belediyenin Torba'daki kafesi, yavaş yavaş uyanacak misafirlerini ağırlamaya hazırlanırken, diğer yandan görevli bir iki genç, şezlonglara erkenden atılmış havluları topluyorlardı. Çalışanlardan biriyle iki çift laf edince öğrendim ki, sabah 7:30-8:00 gibi şezlong kapanlar akşamüstüne kadar gelmiyor hem işletmeyi hem de gelen diğer misafirleri mağdur ediyormuş. Uyarılara, yazılı notlara rağmen kimseye dinletememişler. "Bayram sonuna dek kötü çocuk benim yapacak bir şey yok!" dedi konuştuğumuz arkadaş...
Akyarlar'a geçtiğim diğer bayram sabahından devam edeyim. Evden aç çıktım ki genelde 15-20 km sonra kahvaltı edeceğim bir yere otururum. Yedi rüzgarın birleştiği yer anlamına gelen Kefaluka, her ne kadar koya bakan çirkin oteliyle anılır olmuşsa da o 7 rüzgar buranın ruhunu taze tutmaya yetiyor. Meteor'u geçtikten sonra sağda taksi durağının önünden aşağı salınıp yokuş biter bitmez sağa kıvrılarak vardığım yeri tarif etmeye çalışıyorum. En sonda çay, kahve, tost (belki köfte, patates de) veren küçük bir işletme ve hemen önünde denize girilebilecek dar bir plaj vardır. Burası daha çok emeklilerin ve işletmenin kısıtlı imkanlarını kabul edenlerin geldiği bir yerdir.
Akyarlar... Bu fotoğraf daha erken tarihli olduğundan metinde bahsettiğim yer tam arkamda kalıyor. Kıyı tur tekneleri ve insanlarla doluydu yoksa |
Tostum yapılana dek plaja inip kısa mesafe yüzdüm. Çıktığımda da gördüm ki insanlar birer ikişer geliyorlar. Denizi gören hemen önümdeki masaya da bebekli bir aile oturmuş, kahvaltı etmeye başlamışlar. Beraberlerinde getirdikleri poşetin içinden çıkardıkları böreği, poğaça ve simidi yedikten sonra kalktıklarında geriye o kadar tuhaf bir çöp bırakmışlardı ki işletme sahibesi Bodrumlu teyze söylenmekte haklıydı. Poşet, plastik börek kabı, çatal bıçaklar, bebeğin düşürdüğü yiyecekler aklınıza ne gelirse. Teyzenin asıl zıvanadan çıktığı an sandalyeye bırakılmış bebek bezini bulması oldu. Diğer masalarda oturan birkaç şehirli cık cık cık diyerek teyzeye hak vermiş gibi yaptılar. Döndü ortaya dertleşti. "Çöpünü topla deyom, gızıyolla, çöpü göstereyom binbir laf... Bu yıl çok edepsiz insanla va. Valla ne etçem şaştım!" Diğer masalarda oturan şehirliler başlarını sallayarak onayladılar teyzeyi. "Deyom misafir o, tut kendini emme ayıbı hep bunlar yapıyoru! Bu nasıl anne?" diyerek o boklu bezi salladı biz şehirlilere... Plajlarda yaşandığını sıklıkla duyduğumuz boklu bebek bezi meselesinin bir başka versiyonuna şahitlik etmiş oldum böylece.
Bağla'yı tırmanmadan evvel yıllarca birlikte çalıştığım ve bayramda Bodrum'da olduğunu bildiğim Didem'e, eşi Ali ve kızlarına merhaba demek üzere uğradım. 186 kişilik TEK sitesi bayramda 800 kişi olmuş. Site bu otel değil, 800 kişiye yetişmek ne mümkün. Kafesi, restoranı ne bileyim artık içeride neler varsa üst limit nüfusa göre düşünülmüş. Sayı bir anda 4-5 kat artınca çeşitli tartışmalar, kavgalar çıkmış. Didem de dedi zaten, insanlar aşırı sinirli diye. Huzur bulmak için tatile bu kadar öfkeli gelmelerine anlam veremedik birlikte. Şu şezlong kapma olayı orada da sorunmuş. Site önündeki küçük plaj da 800 kişi ağırlamaya yetmiyor tabi. Atıyorum; varsa 200 şezlongun paylaşımı çoğu zaman sonu kavgayla biten tam bir yarışa dönüşüyormuş. Biz bunları konuşurken Ali, site yönetiminin yayınladığı bir metni okudu... Espirili bir metindi ama durumun vahametini çok net koyuyordu ortaya. Özetle sakin olun diyordu. Çay, kahve, muhabbet, şeftali derken vedalaştık.
Bir insan yığınının arasından Camel Beach'ı geçtim. Daha önce bisiklet elde kumu yara yara geçmişliğimiz çoktur ama bu kadar kalabalığı düşümde görsem inanmazdım. Uzun iskelelere yanaşmış ve Bodrum'la ne alakası var dediğim korsanlı, kuru kafalı teknelerden akın akın insan iniyor... Ortakent'e zor attım kendimi. Sahil de bisiklet kullanamayacağımdan ara sokaklardan kaçayım dedim ama sağlı sollu park durumu otomatikman trafik yaratıyor. Peş peşe iki küfürlü kavgaya da burada şahit oldum. Park ve yol verme tartışmalarıydı...
Bisiklet bindiğim 3 sabah boyunca en erken 6:45 en geç 10:00 saatleri arasında yaşadıklarımı paylaşayım dedim. Onca bağırış, çığırış, kavga arasında evden neden çıkmamamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. Hoş buradan uzaklaşabilirdik de. Bunu başaran başta Serdar Hocama bir selam çakayım. Belki o da Bayram'da neden burada kalmadığını bir yazısının başında kısaca anlatır. Zira tekneyle nefis bir Ege turu yaptı. Onun yazısını sabırsızlıkla bekliyorum.
Gün içi ve akşam hatta gece neler olduğunu şu kısacık turlarda karşılaştıklarımdan çıkarmak zor değil. En basitinden bisikletle 35 dakikada aldığım Yaka-Bodrum arasını araçla 2 saatte tamamlayamamış insanların sosyal medya gönderilerini gördüm. Kilitlenmiş trafiği "Korna Şov"larıyla açamayanlar belli mi olur bellerindeki tabancaya sarılırlar. Tatili bile sakin değil bu milletin, Allah sonumuzu hayretsin... Böyle de bitireyim...
Ama Zai'deki jazz konseri muhtesemdi, degilmi? Kimimiz barista'nin nefis gavelerini icerken kimimiz entel datel martinileri yudumluyorduk. Bodrum guzel. Onu guzel yapmayan her ne sebeple olursa olsun disaridan goc edenler ve onlar yuzunden daga tasa yapilan siteler. (Nick -baska bir gocmen)
YanıtlaSilmerhaba...
Silevet dinleti güzeldi. jazz başka bir kültür ve fakat onunla hiç yoğurulmamışım, o yüzden bir kez daha jazz dinleyemediğimi test etmiş oldum. açıkçası kendi adıma bir süre sonra epey sıkıldım. bizi davet eden arkadaşımızdan izin isteyip, dinletinin yarısında ayrıldık.
mekanı da sevdim. bence çok güzel olmuş ama o akşamki insan profili benim içinde yer almak istediğim profil değil. tam tersine kaçtığım insanlar. (kahve ve martini konusuna hiç girmeyeceğim :) )dediğim gibi sıkılıp bir müddet sonra çıktık.
bodrum'un güzelliğini bozanın her ne sebeble olursa olsun dışardan gelenler olduğunu düşünmektense sorunun yeni bir hayat hayali ile gelenlerin, ister istemez eski hayat standartlarını araması olduğuna inanıyorum. buna dair notlar alıyorum günceme...
yorumunuz için teşekkür ederim.
Üzücü! Bu ZENYAM (Zenginleşen ama yamyamlaşanlar) kültüründen kurtulmamız lazım. Tam "Tatil zamanı siz de başka yere kaçın" diyecektim yazının sonunda düşünülmüş zaten. Yani bu bir hastalık virüsü gibi karantina köyler oluşturulmalı belki de! Özerk bölgeler. Belli şartları, kuralları olan ve asla aşılamayan. Şehirleşmelerde de özerk alanlar... Bilemiyorum Altan!
YanıtlaSilBen de Rize'deyim. buralarda da benzer durumlar var. Yaylalar, yeşil alanlar, yoldan izlenebilecek coğrafya giderek beton ormanına, "modern toplum mimarisine" dönüşüyor. Entel Köy Efe Köy'e Karşı filmi geliyor aklıma. Ne bileyim toplanıp bir arazi, köy alıp bir kaç aile hayat mı kurmalı! Bol şans Ahmet :)
çamlıhemşin'de konaklarken ayder'e çıkalım hadi dedik. bisikletle çıkarsın çıkamazsın tartışmaları arasında, şu yorum çok ilginç gelmişti. "ayder'in taksim meydanından farkı yok, çıkmayın, bir şey kaçırmazsınız!" sadece korumayı becerebilsek sorun da kalmayacak ama ne bileyim işte...
Silyeni okudum, iki tv programı, bir kaç internet fenomeni gitti diye salda gölü ne hale gelmiş bayramda. az daha müzik festivali yapılacaktı. koruyamıyoruz. korumaya çalışınca yazıda geçen öfkeli insanlarla karşılaşıyoruz. o öfke ki herşeyi besliyor artık... benim de korktuğum bu.
teşekkür ederim Onur...
Selam ...
YanıtlaSilMick Scarsbrook, çöp konusunda bir internet fenomeni, Fethiye de yasiyor...
Buyuk ihtimal biliyorsunuz yada duydunuz ama yine de paylasayim istedim ...
Saglicakla kalin
Hayır bilmiyordum :) Teşekkür ederim...
SilBir Bodrum'lu olarak her yıl elimizden doğanın çalınması daha hırslı insanların piyasaya girmeye çalışması ve daha fazla tüketmek için gelenlerin sayısının artması beni çok üzüyor. Bulunduğu ortamı olduğu haliyle kabul eden hırsından egosundan arınmış insanlar görmek istiyorum ama bu gerçekten çok az. Trafikte plajda deniz üstünde birbirini anlamaya çalışmaya sadece kendini düşünen insanlarla dolup taşıyor. Yaz mevsimi artık sevmediğim bir dönem olmaya başladı, umarım kış aylarının güzelliğini hiç keşfetmezler :)
YanıtlaSil"bodrum'un kışı güzel" gibi anonim bir sözü sık kullanmamak gerek sanıyorum :)
Sil