Köşe başlarını tutanlar -2-
Başlığa 1 rakamını koyunca ister istemez devamı geleceği ilanını yapmış oluyorsun. Gelmeliydi de zira bizi Bodrumlu yapan sürecin, sadece benim yaptıklarım, Hülya'nın fedakarlıkları veya yatırımlarımız vs ile açıklanamayacağını daha önce yazmıştım. Ne kadar hayal kurarsanız kurun, ne kadar iyi fırsatları yakalamış olursanız olun hiç bir şeyi tek başınıza yapamıyorsunuz. İlla ki birileri sizin hiç düşünmediğiniz kapıları açıyor, hiç bakmadığınız yönlere dikkatinizi çekiyor. Hayatımda köşe başlarını tutan bu insanları güncemde anmak, adlarından bahsetmek gerekiyordu. Elbette hepsinin adını kısa kısa da geçirsem bir yazıya sığmayacaklardı. İlkini daha önce yayınladığım yazının ikincisini de şuraya koyayım dedim. Şimdi kaldığımız yerden devam etme zamanı.
Tabii bir giriş yapmak gerek. Hele ki gittikçe birbirimizden koptuğumuz iyice yalnızlaştığımız bu zamanlarda. "Seni mutsuz eden, fesat, art niyetli, mutsuz, iki yüzlü vs insanlardan uzak dur!" gibi beylik sözlerin, hayatı iyi kılacağı düşünülen reçetelerin saçma ve işe yaramaz olduğuna her zaman inandım. Zaten otomatik olarak anlaştığımız sevdiğimiz insanlarla vakit geçiriyoruz. Zaman değiştikçe, biz değiştikçe anlaştığımız sevdiğimiz dostlarımız da değişiyor. O yüzden insanları hayatımdan çıkarmaya, bir kalemde silmeye gerek duymadım bugün dek. Tıpkı onlar gibi benim de başkasının hayatında kalacağım bir zaman var. Sonra yokum. Elbette küstüğüm, konuşmadığım insanlar benim hayatımda da oldu. Lakin 45 yıl boyunca bu insanların sayısı 2 elin parmağını geçmemiştir. Üzülerek izliyorum ki artık kendi içine kapanık, kimseyle anlaşamayan, kimseyi istemeyen varlıklara dönüştük. Bir sürü arkadaşımız olduğunu sanmakla birlikte ilk fikir ayrılığında onları bir kalem de silmekten övgüyle bahsedecek kadar hadsizleştik. Hayatlarımızdan insanları bu kadar rahat çıkarabiliyorsak yalnızlığa koşar adım gittiğimizi de görebiliyor olmamız lazım. Sonra ben niye yalnızım denmesin... Hep haklı nasıl olunabilir ki? Sosyal medya arkadaşlıklarını bu konudan ayrı tutuyorum. Birebir sınanmayan arkadaşlıkları arkadaşlıktan saymamak gerek. Onun adı daha çok takipçilik...
İnsan var insan var... Mesela yeni taşındığımız zamanlar "Mutluyuz!" dediğimde "Dur daha erken bekle hele!" diyen arkadaşlarımızı hatırlıyorum. Bizi çok iyi tanıdığı, nasıl yaşadığımızı bildiği ve bu zamana hangi koşullarda geldiğimize şahit olduğu halde hala her şeyi ekonomiyle tartanlarımız var. "Mutlu ol ama bizi bari mutsuz etme" demekten geri kalmıyorlar. Sayemdeciler var mesela. Tanıştırdığı kişiyle iyi anlaşmışsan bunu zırt pırt hatırlatanlar gibi. "Sizi ben tanıştırdım ona göre ha!...", "Ben olmasan onu yapamazdın...", "Hatırlatırım, benim sayemde bu sonucu aldın!"... Var olsunlar, onlar da başımın tacı. Fakat yaşamımın köşe başlarını tutmaktan çok uzaklar. Zaten konu, o köşe başlarını tutabilenler...
Özge
Bundan birkaç sene evvel "Benimle niye arkadaşsın?" diye sorduğunda Guiness'in o kahve karası biralarından höpürdetiyorduk. Bu sorunun yanıtını verirken de bıyıklarıma tutunmuş bira köpükleriyle çok komik göründüğüme adım gibi eminim. Kaç arkadaş böyle bir soru sorar ki? "Çünkü seni seviyorum" ya da " iyi anlaşıyoruz, eğleniyoruz!" veya "iyi birisin" vs gibi basit cevaplar almak istemiyordu. Zira bu kadar basit yanıtlar verirsem konuşmanın; "Sen zaten herkesi seviyorsun, herkesle iyi anlaşıyor ve eğleniyorsun..." diye devam edeceğini biliyordum. Belki sırf bu yüzden bile iyi arkadaşımdı. Geçiştirilmekten çok gerçekle yüzleşmelerden hoşlandığı için.
Kabul edelim hepimiz politik davranırız. Kimseye bulaşmak, üzmek, kızdırmak, karışmak istemeyiz. Süregelen durum iyidir. Gerçekler yüzümüze vurulduğunda da bundan hoşlanmayız. Mümkünse karşımızdakinin de politik olmasını isteriz. Üzmesin, kızdırmasın, karışmasın... Özge politik biri değildir. İnsanları kusurlarıyla sevmek ister. Her şeyi sevgi kadar gerçeğin de kurtaracağına inanır. İtiraf etmeliyim ki hala pek çok konuda konuşurken kendimi ona karşı savunurken yakalarım. Halbuki sorgulanmıyorumdur. En geç 6 ay sonra aynı soruları kendim sormaya başladığımda, iyi ki böyle bir arkadaşım var demişliğim çoktur. Biri de sadece duymak istediklerinizi söylemesin değil mi?
Gözetlik
Ne diyordum. Açık sözlü insanlar pek sevilmezler. Ne şanslıyım ki bende onlardan çok var...
Kanser teşhisi konulunca insan doğal olarak ölümü düşünüyor. Çünkü bir ihtimal... Bu ihtimal üzerinden konuşulduğunda "Eğer ölürsem..." ile başlayan cümleler de sıklıkla kuruluyor. Ya da en azından ben öyleydim. Bununla başlayan cümlelerin o dönem çevremdekileri ne kadar üzdüğünü iyi biliyorum. Yerlerinden zıplayıp "Ağzından yel alsın!", "O nasıl konuşmakmış öyle?..." gibisinden serzenişlerle cümlemi ağızıma az tıkmadılar. Gerçek şu ki bu tavırları pek rahatlatıcı değildi doğrusu. Lakin onları da suçlayamam.
Önce meslektaşım sonra iyi arkadaşım hatta kardeşim olmuş Mehmet'in kemoterapi seanslarımdan sonra ilk ziyaretini saçlarını kazıtmış olarak yapmasıyla başlayacağım. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle bana kollarından önce sarılmıştı bile. Etrafımda üzüntülü, endişeli insanlar dolu iken hastalığımın neşesini bozmamış olmamasından ben de mutlu olmuştum doğrusu. Galiba iyileşmeye de o an başladım. Lakin asıl hamlesini "Eğer ölürsem..." diye başlayan cümlemi tamamladıktan sonra yapmıştı. Annemlerin "tövbe tövbeee..." diye hareketlenmelerine karşın Mehmet sözümü bitirmemi aynı büyük gülümsemeyle bekledi. Çizgi çizgi olmuş gözleriyle sonuna kadar dinledi. "Eğer ölürsem, mezar taşımı senin tasarlamanı istiyorum." Tahtalara vuruldu, "Allah yazdıysa bozsun..." "Cık cık cık" gibi mırıltılar duyuldu. Mehmet ise neşesini bozmadan yanıtladı:
-Kabul... Ama bil ki siyah mermer kullanırım!
Gülüştük... Göğsüme yayılan rahatlamayı tarif edemem. Ama o günü kanseri yendiğim gün olarak ilan edebilirim.
Levent Sevil
Hastalığın bana bıraktığı en önemli mirasın hayata başka bir taraftan bakmak olduğuna inanıyorum. Değişen bakış, uzun yıllara yayılmış İstanbul dışında yeni bir yaşam fikrini dar bir zaman diliminde gerçekleştirmemize yardımcı oldu. Dar dediğime bakmayın. Bodrum'a bir günde taşınmadım elbet. Nereden baksanız 10 yıl kadar bir sürede hazırlandım. Her şeyi hazmederek, alışarak, yavaş yavaş yaptığım makul bir süreydi. Nitekim Bodrum'a taşındık...
Yeni bir yere taşındığınızda, hele ki bu yeni bir şehirse alışma sürecini yumuşak bir geçişle atlatmak çok önemli. Daha önce de yazdım, her ne kadar küçük İstanbul dense da Bodrum farklı bir yer. İkliminden, insanlarına, yediklerinden, kültürüne çok başka bir yerden söz ediyorum. Üstelik şehirlerdeki gibi kendi dünyana kapanmak burada yaşamı daha da zorlaştırıyor. Biz bu konuda epey şanslıydık ki Levent Sevil'i tanıdık. Hem de Bodrum'a taşınmadan epey önce.
Bisiklet almam tanışmamıza vesile oldu diyeceğim ama o zaten çizimlerimi seviyor ve izliyormuş. Nisan 2014 idi Çanakkale Turu'nda tanışmıştık. Benim ilk turum. Yolun bir kısmını birlikte pedallarken epey sohbet ettikten sonra "Dilersen sana tavşanlık yapabilirim, temponu daha rahat ayarlarsın!" demişti.
Tabii bir giriş yapmak gerek. Hele ki gittikçe birbirimizden koptuğumuz iyice yalnızlaştığımız bu zamanlarda. "Seni mutsuz eden, fesat, art niyetli, mutsuz, iki yüzlü vs insanlardan uzak dur!" gibi beylik sözlerin, hayatı iyi kılacağı düşünülen reçetelerin saçma ve işe yaramaz olduğuna her zaman inandım. Zaten otomatik olarak anlaştığımız sevdiğimiz insanlarla vakit geçiriyoruz. Zaman değiştikçe, biz değiştikçe anlaştığımız sevdiğimiz dostlarımız da değişiyor. O yüzden insanları hayatımdan çıkarmaya, bir kalemde silmeye gerek duymadım bugün dek. Tıpkı onlar gibi benim de başkasının hayatında kalacağım bir zaman var. Sonra yokum. Elbette küstüğüm, konuşmadığım insanlar benim hayatımda da oldu. Lakin 45 yıl boyunca bu insanların sayısı 2 elin parmağını geçmemiştir. Üzülerek izliyorum ki artık kendi içine kapanık, kimseyle anlaşamayan, kimseyi istemeyen varlıklara dönüştük. Bir sürü arkadaşımız olduğunu sanmakla birlikte ilk fikir ayrılığında onları bir kalem de silmekten övgüyle bahsedecek kadar hadsizleştik. Hayatlarımızdan insanları bu kadar rahat çıkarabiliyorsak yalnızlığa koşar adım gittiğimizi de görebiliyor olmamız lazım. Sonra ben niye yalnızım denmesin... Hep haklı nasıl olunabilir ki? Sosyal medya arkadaşlıklarını bu konudan ayrı tutuyorum. Birebir sınanmayan arkadaşlıkları arkadaşlıktan saymamak gerek. Onun adı daha çok takipçilik...
İnsan var insan var... Mesela yeni taşındığımız zamanlar "Mutluyuz!" dediğimde "Dur daha erken bekle hele!" diyen arkadaşlarımızı hatırlıyorum. Bizi çok iyi tanıdığı, nasıl yaşadığımızı bildiği ve bu zamana hangi koşullarda geldiğimize şahit olduğu halde hala her şeyi ekonomiyle tartanlarımız var. "Mutlu ol ama bizi bari mutsuz etme" demekten geri kalmıyorlar. Sayemdeciler var mesela. Tanıştırdığı kişiyle iyi anlaşmışsan bunu zırt pırt hatırlatanlar gibi. "Sizi ben tanıştırdım ona göre ha!...", "Ben olmasan onu yapamazdın...", "Hatırlatırım, benim sayemde bu sonucu aldın!"... Var olsunlar, onlar da başımın tacı. Fakat yaşamımın köşe başlarını tutmaktan çok uzaklar. Zaten konu, o köşe başlarını tutabilenler...
Özge
Bundan birkaç sene evvel "Benimle niye arkadaşsın?" diye sorduğunda Guiness'in o kahve karası biralarından höpürdetiyorduk. Bu sorunun yanıtını verirken de bıyıklarıma tutunmuş bira köpükleriyle çok komik göründüğüme adım gibi eminim. Kaç arkadaş böyle bir soru sorar ki? "Çünkü seni seviyorum" ya da " iyi anlaşıyoruz, eğleniyoruz!" veya "iyi birisin" vs gibi basit cevaplar almak istemiyordu. Zira bu kadar basit yanıtlar verirsem konuşmanın; "Sen zaten herkesi seviyorsun, herkesle iyi anlaşıyor ve eğleniyorsun..." diye devam edeceğini biliyordum. Belki sırf bu yüzden bile iyi arkadaşımdı. Geçiştirilmekten çok gerçekle yüzleşmelerden hoşlandığı için.
Özge ve Püskül -2013- |
Özge'yi kafasında tüylerle çizdim hep. Aynı zamanda ruh halini tarif ederlerdi. -2010- |
O üç vakitler hiç geldi mi bilmem ama bizi bir araya getirdi en azından. -2010- |
Kabul edelim hepimiz politik davranırız. Kimseye bulaşmak, üzmek, kızdırmak, karışmak istemeyiz. Süregelen durum iyidir. Gerçekler yüzümüze vurulduğunda da bundan hoşlanmayız. Mümkünse karşımızdakinin de politik olmasını isteriz. Üzmesin, kızdırmasın, karışmasın... Özge politik biri değildir. İnsanları kusurlarıyla sevmek ister. Her şeyi sevgi kadar gerçeğin de kurtaracağına inanır. İtiraf etmeliyim ki hala pek çok konuda konuşurken kendimi ona karşı savunurken yakalarım. Halbuki sorgulanmıyorumdur. En geç 6 ay sonra aynı soruları kendim sormaya başladığımda, iyi ki böyle bir arkadaşım var demişliğim çoktur. Biri de sadece duymak istediklerinizi söylemesin değil mi?
Gözetlik
Ne diyordum. Açık sözlü insanlar pek sevilmezler. Ne şanslıyım ki bende onlardan çok var...
Kanser teşhisi konulunca insan doğal olarak ölümü düşünüyor. Çünkü bir ihtimal... Bu ihtimal üzerinden konuşulduğunda "Eğer ölürsem..." ile başlayan cümleler de sıklıkla kuruluyor. Ya da en azından ben öyleydim. Bununla başlayan cümlelerin o dönem çevremdekileri ne kadar üzdüğünü iyi biliyorum. Yerlerinden zıplayıp "Ağzından yel alsın!", "O nasıl konuşmakmış öyle?..." gibisinden serzenişlerle cümlemi ağızıma az tıkmadılar. Gerçek şu ki bu tavırları pek rahatlatıcı değildi doğrusu. Lakin onları da suçlayamam.
Mehmet sevdiği filmi tekrar tekrar izlemekten hoşlanır. |
Mehmet Gözetlik'e seslenmek ismiyle kendimi çizmişim :) Lakin insan her daim yanında istiyor kendisini. |
Sanattan, teknolojiye, tasarımdan, kişisel projelerimize her şeyi tartışabilmek büyük lüks. Gözetlik özel biridir... |
Önce meslektaşım sonra iyi arkadaşım hatta kardeşim olmuş Mehmet'in kemoterapi seanslarımdan sonra ilk ziyaretini saçlarını kazıtmış olarak yapmasıyla başlayacağım. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle bana kollarından önce sarılmıştı bile. Etrafımda üzüntülü, endişeli insanlar dolu iken hastalığımın neşesini bozmamış olmamasından ben de mutlu olmuştum doğrusu. Galiba iyileşmeye de o an başladım. Lakin asıl hamlesini "Eğer ölürsem..." diye başlayan cümlemi tamamladıktan sonra yapmıştı. Annemlerin "tövbe tövbeee..." diye hareketlenmelerine karşın Mehmet sözümü bitirmemi aynı büyük gülümsemeyle bekledi. Çizgi çizgi olmuş gözleriyle sonuna kadar dinledi. "Eğer ölürsem, mezar taşımı senin tasarlamanı istiyorum." Tahtalara vuruldu, "Allah yazdıysa bozsun..." "Cık cık cık" gibi mırıltılar duyuldu. Mehmet ise neşesini bozmadan yanıtladı:
-Kabul... Ama bil ki siyah mermer kullanırım!
Gülüştük... Göğsüme yayılan rahatlamayı tarif edemem. Ama o günü kanseri yendiğim gün olarak ilan edebilirim.
Levent Sevil
Hastalığın bana bıraktığı en önemli mirasın hayata başka bir taraftan bakmak olduğuna inanıyorum. Değişen bakış, uzun yıllara yayılmış İstanbul dışında yeni bir yaşam fikrini dar bir zaman diliminde gerçekleştirmemize yardımcı oldu. Dar dediğime bakmayın. Bodrum'a bir günde taşınmadım elbet. Nereden baksanız 10 yıl kadar bir sürede hazırlandım. Her şeyi hazmederek, alışarak, yavaş yavaş yaptığım makul bir süreydi. Nitekim Bodrum'a taşındık...
Yeni bir yere taşındığınızda, hele ki bu yeni bir şehirse alışma sürecini yumuşak bir geçişle atlatmak çok önemli. Daha önce de yazdım, her ne kadar küçük İstanbul dense da Bodrum farklı bir yer. İkliminden, insanlarına, yediklerinden, kültürüne çok başka bir yerden söz ediyorum. Üstelik şehirlerdeki gibi kendi dünyana kapanmak burada yaşamı daha da zorlaştırıyor. Biz bu konuda epey şanslıydık ki Levent Sevil'i tanıdık. Hem de Bodrum'a taşınmadan epey önce.
Bisiklet almam tanışmamıza vesile oldu diyeceğim ama o zaten çizimlerimi seviyor ve izliyormuş. Nisan 2014 idi Çanakkale Turu'nda tanışmıştık. Benim ilk turum. Yolun bir kısmını birlikte pedallarken epey sohbet ettikten sonra "Dilersen sana tavşanlık yapabilirim, temponu daha rahat ayarlarsın!" demişti.
Sevil, yavaşlayan zamana ayak uydurmama çok yardım etti. Burada hayat onunla güzelleşti. Hala da öyle. Nisan 2015 |
Buraya, Bodrum'a alışmanın sırrı, yaşam temponu yavaşlatmaktan geçiyor. Bunu yapmak sanıldığı kadar kolay değil. Birinin size tavşanlık yapması büyük bir nimet. Bodrum'da ev ararken de yanımızdaydı, taşınırken de... İstanbul'dan bisikletle Bodrum'a gelirken her gün aradı sordu, kalktı Kuşadası'nda karşıladı. Başından beri verdiği desteği unutmayacağım. Sadece tura dair değil pek çok şeye dair hayallerime hep inandı.
Muğla'nın Bodrum'dan ibaret olmadığını sayesinde biliyorum. Çünkü yer, yurt bilmek gerçekten önemli. Pınarbaşı'nda rakı içmesek, Yuvarlak Çay'da balık yemesek, Yerkesik, Sakar, Karabağ, Akayaka, Köyceğiz vs vs bisiklet binmesek hala kabuğumu kırmakla uğraşıyor olabilirdim. İyi bir adamı tanıyınca peşinden iyi insanlar tanımaya devam ediyorsun. Uzun lafın kısası korkularımı alıp yerine cesaret hatta üstüne iyi de gaz verdi. Ve ne mutlu bana ki bunu yapmaya ve bizi Muğlalı yapma konusunda derinden derinden çalışmaya devam ediyor. Bunu bir büyüğe danışmamız gerekecek.
Bir büyük demişken, masadaki küçüğü de unutmamak lazım. Kadehlerimiz boş, soframız dostsuz kalmasın diyerek noktayı koyayım o halde... Arkası daha sonra...
Muğla'nın Bodrum'dan ibaret olmadığını sayesinde biliyorum. Çünkü yer, yurt bilmek gerçekten önemli. Pınarbaşı'nda rakı içmesek, Yuvarlak Çay'da balık yemesek, Yerkesik, Sakar, Karabağ, Akayaka, Köyceğiz vs vs bisiklet binmesek hala kabuğumu kırmakla uğraşıyor olabilirdim. İyi bir adamı tanıyınca peşinden iyi insanlar tanımaya devam ediyorsun. Uzun lafın kısası korkularımı alıp yerine cesaret hatta üstüne iyi de gaz verdi. Ve ne mutlu bana ki bunu yapmaya ve bizi Muğlalı yapma konusunda derinden derinden çalışmaya devam ediyor. Bunu bir büyüğe danışmamız gerekecek.
Bir büyük demişken, masadaki küçüğü de unutmamak lazım. Kadehlerimiz boş, soframız dostsuz kalmasın diyerek noktayı koyayım o halde... Arkası daha sonra...
Biz de farklı değiliz, özellikle Bodrum'a taşındıktan sonra farkındalığımız mı arttı, sabrımız mı azaldı bilmiyorum. Yalnızlığı tercih edenlerdeniz. Arkadaşlarımız var elbette, ama sanırım dost edinmek belli bir yaştan sonra zor oluyor. Gençken çok farklı bakıyorsun hayata, sonrasında seni yoracak insanları istemiyorsun çevrende.
YanıtlaSilDolayısıyla dost dediklerimiz gene eskilerden gelen arkadaşlarımız.
Ne güzel dostlarınız varmış zaten, az , çoktan iyidir her zaman sevgiler
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Sanıyorum kilit kelime söylediğiniz gibi "yoran insanlar"... Arkadaş dediğin su gibi olmalı. Hepimize su gibi arkadaşlıklar diliyorum :)
Silne güzel bir dilek :)
SilÜzerinde düşündüren özlü söz niteliğinde cümleler var, fırça gibi kaleminiz de çok güçlü!
YanıtlaSilFırçanız gibi kaleminiz de güçlü, okutup düşündürtüyor..!
YanıtlaSilbir iddiam olmasa da yorumunuzu bir paye olarak yakama iliştireceğim... teşekkür ederim iltifatınız için :)
SilBazen kendimi garajda bekleyen o son yolcu gibi hissediyorum. Ne gelenler ne de gideler beni ilgilendirmiyor. O garajın gri renkli ortamında gelip geçenlere bakan ve amaçsız bekleyen o son yolcu gibi. O gri garajda gidenler ve gelenler içinde renkli, ilginç, sıcak, gülümseten ve düşündüren, keşke bana gelse veya onunla gitsem dediklerim oluyor. Sen de onlardansın Ahmet. Belki biz de başkalarının gri garajındaki o kişilerdenizdir. Bilemiyorum. Terapiye devam :)
YanıtlaSilBen de blogda yazmak için arkadaşlıklarla ilgili bir yazı tasarlıyordum, özellikle hayatımıza girip çıkanlarla ilgili. Ama sizin yazı şahane olmuş:) Şanslısınız bu insanları tanımakla diyeceğim ama insan şansını kendi yaratıyor biraz. Onlar tesadüfen karşınıza çıkmış olamaz. Sizin de payınız vardır muhakkak.
YanıtlaSil