Salyangoz

Benim gibi bir tasarımcı olan çok sevgili arkadaşım Mehmet Gözetlik; “Artık bize yeni bir formül lazım” derken, sadece tasarıma ya da kurumsal hayata yeni bir nefes getirmekten bahsetmiyordu. Görülmek istenmez ama hepimiz biliyoruz ki yaşama dair her yerde, eski köyün yepyeni adetlere ihtiyacı var. En azından nasırlaşmaya karşı rutinlerimizi değiştirmek üzerine düşünmeliyiz. Mehmet gibi bir arkadaşım olduğu için şanslı ve mutluyum. “Bir tane hikayemiz var onu da renklendirmek gerek Cokacım” sözüyle bana önemli bir kavşağın başında olduğumu işaret etmiştir.

Aynı dönemlerde en çok mutlu olduğum şeylerden biri de, ofisten çıkar çıkmaz bahçe işleriyle uğraşmaktı. O zamanlar büyücek bahçeli bir evde, Beşiktaş'ta oturuyordum. Çer çöp temizliği, küçük rötuşlar ve iyice susamış çimlerin sulanması ardından, buz gibi birayla akşam saatlerinin keyfini çıkarırdım. Hava kararana kadar küçük cennetimi seyrederken kucağıma kurulan Püskül'le birlikte kuşları dinleyerek bütün yorgunluğumu atardım.

Beşiktaş'taki evin bahçesi. Epey uğraşınca bayağı toparlanmıştı.
Püskül'le bahçe mesaimiz akşamüstü başlardı.
Püskül'ün en büyük zevki kuşlara pusu kurmaktı.

Zaten bence her şey bahçe sularken başladı. Eğer çimleri sulamasaydım, salyangozları göremeyecek, dolayısıyla pas parlak izlerine hayran olamayacaktım. O güne değin tasarladığım logoların, ilanların, hazırladığım sunum ve kampanyaların peşimden geldiğini düşünürdüm. Öyle bir şey yokmuş. Sanmak kadar kötü bir şey de yok galiba. Hele göz göre göre zannetmek nasılda aptal yapıyor adamı. O gün bugündür biliyorum ki, kurumsal dünya için yaptıklarımın sadece bir maaş kadar değeri var. Bakmasını bilirseniz bir salyangoz tüm bu gerçeği tokat gibi yüzünüze vurabiliyor. En azından ben öyle okudum. Salyangozların veranda da damar damar ışıldayan izlerini görünce sorma gereği hissettim: "Böyle bir izim olması için ne yapmalıyım?"

Salyangozlarla çok iyi anlaşırım.

"Git saçlarını yaptır, alışveriş yap, kendine yeni şeyler al, ışıltın, enerjin artsın..." sığlığında çözüm önerilerini bir kenara bırakmakta fayda var. Maalesef renkli dergiler ve televizyonlar sayesinde fazlasıyla kandırılıyoruz. Bugün etrafımda yüzü asık, öfleyip püfleyerek çalışan çok insan var. Yüzlere yansıyan ekşime ve ardından göğüs kafesinin içine yerleşen ağır bıkkınlık, her şekilde bulaşan bir hastalıktan farksız. İşte bu bıkkınlık sürekli bir söylenmeyi tetikliyor. Söylenmenin dozu arttıkça peşinden önemli bir mutsuzluk geliyor ve kıpırtısızlıkla devam ediyor. İçten hiç bir şey yapmak gelmiyor. Bana da olmuşluğu vardır ve emin olun yapaydır. Bizim şanssızlığımız, bildiğimizi unuttuğumuz bir çağda yaşıyor olmamız. Herşey zannetmek üzerine kurgulanmış bana göre. Bir kere başta akıllı, güzel, özel ve eşsiz olduğumuzu sanıyoruz. O rezidansta oturursak mutlu, bu arabayı kullanırsak özgür olacağımızı zannediyoruz. İnsanın elde ettikleriyle kendini mutsuz hissetmesinden daha kötü ne olabilir? Koruması gereken bir yaşam standardı, gelecek korkusunun ta kendisi değil mi aslında? Yıllarca mutluluk vaat eden reklamlar, sloganlar, reçete kitaplardan sonra hala mutsuzsak artık başka yöne bakmak ne kaybettirir ki?

Umarım Bodrum'da hayatımda bissürü salyangoz olur

Salyangozlara bakıp; "Onlar gibi parlak bir izim olması için ne yapmalıyım?" diye bir kere daha sordum. Bu sorunun cevabı “çizmek” olmuştu. 6 yıl geçmiş... Sadece sevdiğim ve istediğim için çiziyorum. O yüzden zamanla gelen, havalı projelere iş üretmekten kaçıyor, en azından bu sefer başkaları değil kendim için bir şeyler yapmanın tadını çıkarıyorum. Eğer sizin için çizmemi isterseniz bilin ki gönlüm bunu hiç yapmak istemeyecek. "Beni benle yalnız bırakın" diyemeyeceğim için politik cevaplar vermeye devam edebilirim, özür dilerim...

İzimi görünür kılmayı da açtığım blog (cokabook) sayesinde sağladım sanırım. Bir -iki yıl sonunda, sadece çizerek, tasarladıklarımla yaptığımdan çok daha fazla insana ulaştığımı gördüm. Bu sebeple artık işime dair portföy tutmuyorum. Gerek duymadığımdan var olanı da dağıttım. Açıkçası son 10 yılda yaptığım hiçbir işin altına imzamı atmam. Mesleğimi çok seviyorum ama kurumsal dünyanın dayatmaları gittikçe daha kabul edilemez bir hal alıyor. Bundan 10 sene evvel yaptığım işleri beğenmiyorum ki iş görüşmelerinde "benim" diyeyim. Kim bilir belki de yaşlanıyorum ve tahammül eşiğim iyice düşmüş olmalı...

Fotografı çekilince resmi de çiziliyor elbet

Hem çiziyor olmak, hepimizin ne kadar aynı olduğunu da gösterdi bana. Hiçbirimizin birbirinden daha üstün, daha akıllı veya daha doğru olmadığını çok net söyleyebilirim. Aynı duyguları paylaşan, tanıdık tanımadık bir sürü arkadaşım olduğu için mutluyum. İnsan sevdiği işi, üstelik bir başkasının güdümünde olmadan yapıyorsa mutluluk kendiliğinden geliyor. En azından iyi hissediyorsun.

Çizerek anlatamadıklarımı kelimelere dökmek ihtiyacı duymuş olmalıyım. Bir süre sonra kendimi ifade etmenin bir başka yolu da yazmak oldu. Çünkü gitmek istiyordum ve kimi duygumun görsel bir karşılığını bulamıyordum. Başta kalkışmadım ama biraz da cahil cesaretiyle sonunda bu blogu açtım. Yazar olmak vs gibi bir iddiam olmadan yazan olsam yeterdi herhalde. Fakat yazmak da beni daha meraklı bir adam haline getirdi. Hatta daha da iyisi unuttuğum bir şeyi geri getirdi: Okumak...

Şubat'a kadar aklımda bisiklet misiklet yoktu ama hayat birden değişti.
bike yourself
Cokabook'taki son çizimi de buraya alayım :)

Bisiklet elbette bir başka renk kattı hayatıma. Daha 3 aydır kullanıyorum ama çenem düştü bile. Kendim bile inanamıyorum ama şu ana dek yaklaşık 500 km yol katetmişim. Haftasonu antrenmanlar yapmanın yanı sıra hava iyiyse işe de gidip geliyorum. Daha yeni Çanakkale Turu’na katıldım. Geçen hafta sonu köprüden geçtim. Önümüzdeki hafta Muğla'da 5 gün bisiklete bineceğim. Ayrıca bu süre zarfında 4 kilo vermişim. Övgü dolu sözler işitip şımarmamak ayıp olur. Dolayısıyla Bodrum’a bisikletle gitmeye iyi ki kalkışmışım diyorum. Bu beni gittikçe daha iyi hissettiriyor.

Ne diyeyim, çok mutluyum. Galiba artık bir salyangoza dönüşüyorum.



Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu, Boğaz geçişi...

Yorumlar

  1. Hayatınıza ne güzel renkler katmışsınız. Malesef kurumsal hayatımızda hepimiz fazlasıyla kimliklerden ibaretiz. İstediklerinizi yapabilmek adına, yolunuzu çizmeniz çok güzel. Benim de son birkaç yıldır kendim için yaptığım şey blog yazmak. Profesyonelce değil tamamen amatör ruhla. Galiba önemli olan ne yapmak istediğini bilmek ve sonrasında değişime cesaret göstermek:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. son cümlenize tamamen katılıyorum. ne istediğini biliyorsan (ki bazen ne istemediğini bilmek te çok işe yarıyor) daha rahat adım atabiliyor insan. zaten hayat da hareketi seviyor. ne şanslıyım ki hareket etmeyi yeniden hatırladım.

      yorumunuz için çok teşekkür ederim :)

      Sil
  2. hayat sadece harekete cevap veriyor! bu yazı da harekete geçirici.

    YanıtlaSil
  3. Yanıtlar
    1. teşekkürler... yakın zamanda oralardan yazmak dileğiyle diyorum :)

      Sil
  4. bakış açısı olarak çok değerli

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından