Kayıtlar

Burası da Bodrum

Resim
Evin içi yavaş yavaş közlenen patlıcanın kokusuyla doldu. Bu sihirli kokunun sahibini küçükken pek sevmezdim ama babaannem yapmayı çok sever, mavi badanalı odanın ortasında duran kuzineye sıra sıra patlıcan yatırırdı. Ve tabi bir de kırmızı biber... Kuzine genelde hiç boş kalmazdı. Bu küçücük oda bazen limonla, kestaneyle, biberle bazen de patlıcanla tütsülenirdi. Şu an kayıtsız kalamadığım bu rayiha için babaannem "evin bereketi" derdi. İçinden de şükreder, dudakları kıpırdasa da duyamadığım bir dua ederdi. Hatıraların arasında dolaşıp kaybolmak çok güzel. Hatta peşi sıra hikayeden hikayeye atlayabilirim fakat Hülya'ya yardım için kalktım. Can çeker ket vuramazsın. Patlıcan ve biberleri ocağın üstüne attıktan sonra kıymayı kavurmaya koyulmuş. Patlıcan közlenir de rakı olmaz mı deyince tek buçuk göz kırptık birbirimize. Zaten bu saatten sonra her şeyi bir güzel öğlen rakısına bahane olarak kullandık... Genelde rakıya eşlik eder masadaki her şey. Lakin rakıyı eşlikçi ...

Uğurlu sabahlar

Resim
Birkaç gün sonra bu günce 3. yaşını tamamlamış olacak. İlk yazım a dönüp bakınca "Finalde kaçıp kaçamayacağımı göreceğiz" demiş ama zamanın ucunu açık bırakmışım. O yazıdan 3, İstanbul'dan kesin taşınacağım dedikten 7 ve başka bir coğrafyada yaşama hayali kurmaya başladığım andan itibaren 12 yıl geçmiş. Günceye başladığım andan itibaren ise 101 yazı yazmışım. Bu sabah kafamda 102.sini kuruyorum ve siz yazının aslını değil az evvel kafamdan geçenleri okuyorsunuz. Hayat burada kendi yatağında sakince akıyor. Şırıl şırıl şefkatli bir dokunuş hissettiğim. Tam da böyle mi hayal ettim, bilmiyorum. Lakin iyi ki buradayım diyorum sabah sabah. Belki biraz daha fazla deniz varmış hayalimde. Bolca rakıyla çizmişim bizi. Hatta bir tık daha fazla Bodrum'la doluymuş sayfalarım. Beyaz evler, begonviller karalamışım. İlginç olansa yaşayacağımız eve dair herhangi bir tasvir yapmamışım. Sanırım o hayali, 9 ay önce geldiğimiz Bodrum'da ev gezerken kurmak istedik. İçinde mutlu olac...

İlk sabah

Pencereyi örten uyduruk perdenin arasından süzülen ışık yatak odasını nurla doldurdu. Uzun horoz ötüşleri, uzaktan seslenerek yapılan bir sohbet gibiydi. O muhabbet de yatak odasına doldu. Odanın köşesinde bir eşek anırdı-kısa kesti. Parlak ışıkta göremiyordum ama köyün bütün hayvanları odadaydı. Havlayan 3 farklı köpeği görmeye çalıştım. Parlak ışık, araladığım gözümün içine içine çaktı. Yanı başımda tıkırdayan saat sabahın 6'sını gösteriyordu. Hülya'ya baktım sırtını dönmüştü. Işıktan rahatsız olmuş yorganı başına çekmişti. Yorganı başına çeken parmaklarını öptüm. Ezanı duyup duymadığımı sordu. Duymamıştım. "Sanki odanın içinde okundu" dedi mahmur bir sesle. Bu sefer serçe parmağından öptüm. Bizim yeni evimizdeki ilk sabahımızdı.

Mavi yeşil bir masal

Resim
Küçükken beni rahatlatan şeylerden biri, anneannemin tok ve çatallı sesiydi. Nasırlı elleriyle saçımızı okşar ve daha önce kardeşimle hiç duymadığımız masallar anlatırdı. Sesinin huzuruna direnemez, çarçabuk uyurdum. Uykular ki en güzel yenilgilerimdendir. O kimsesiz masallarsa anneannemin çatallanan sesinde erir, kaybolup giderdi. Eminim birkaçını rüyalarımda tamamlamışımdır. Ne yazık ki hiç birini hatırlayamıyorum. Masalların peşine düşmek ya da kendi masalımı yaratmaya kalkışmak anneannemden bir miras olabilir mi? Çünkü İstanbul'la ilişkimi değiştirmeme çok derinden bir şeylerin etki ettiğine inanıyorum. Bugün beni Bodrum'a taşıyan hikayenin altında da aynı şey var sanırım. Peşine düştüğüm o masallardan birini yıllar sonra Gökova'da yakalayınca anneannemi hatırlamıştım. Rüzgar saçlarımın arasında dolaşırken nasırlı ellerini hissetmiş, beni rahatlatan çatallı sesi, bisikletin çıkırtılı sesine dönüşmüştü. Gökova'nın tam ortasında, ilk bisiklet turumu koşuyordum. ...