Bodrum'daki son dönemlerimize dair...

İhmalimin nasıl koca bir vicdan azabına dönüştüğünü izah edemem. Bu günceyi, yaşamımın en disiplinli şeyi diyerek omuzumda taşırken birkaç ay hiç dokunmamış olmak duyduğum gururu toza dönüştürüverdi. Benzer duyguları çizimlerimle aramda açılan mesafe için de hissetmiştim. Hemen hemen her gün bir şeyler karalıyor ve hayatıma dair notlar diyerek diğer bloğumda paylaşıyordum.

Ne var ki çiziyor olmamın nedeni İstanbul’da yaşarken son dönem duyduğum huzursuzluktu. Her bir çizim yarına gönderilen dualar gibiydi ve gün geldi o dualar kabul oldu. Bodrum’a taşındığımızdan itibaren çizimlerim kâğıt kayıklar denli kıyıdan açılıp Ege’de kayboldular. Kötü veya iyi oldu demiyorum. Bence çizimlerimin görevi beni buraya taşımaktı ve bunu layığıyla başardılar. Sadece o da değil bugün itibariyle 29 yıllık tasarım serüvenimde sanat yönetmeni unvanımı illustrator olarak değiştirdiler. Dürüst olmak gerekirse bu unvanı hiç sevmedim. Hep kendim için çizdim. Duygularıma kulak verdim, şaşkınlıklarımı, üzüntülerimi, sevinçlerimi kısacası hayatımdan küçük anları karaladım. Bunları paylaşmakta bir beis görmedim. Sonra bir an geldi insanlar kendileri için de çizmemi istediler. İlanlarını, duyurularını, sevgililerini, çocuklarını, kedilerini veya yazdıkları kitapları resimlememi beklediler. Huzursuzluk her ne kadar beni besleyen bir şey olsa da yapay olarak yaratıldığında tadım kaçıyor. İçimden geldiği gibi yapıp kâğıdı kalemi masada bırakıp kaçtım. Bu konuda resimlerime bir borcum yok. Canımın yeniden istemesine veya gerçekten huzursuz hissedeceğim o döneme dek defteri kapattım.


Hayallerimi tek tek inşa ettim

Son yıllarda kendimi böyle hissederdim.

Aynaya baktığımda başka bir şey görürdüm

Her ne kadar sosyal hayatım renkli ise de sıkılırdım.

Gökyüzünü başımı kaldırmadan görmek isterdim.

Özetle, delirmemek için çizerdim.


Fakat yazmaya, yazıya ve günceme borcum bitmedi. Yüksek sesle kendimle konuştuğum bir yer olunca bu günce 9 yıldır benim en büyük dostum, sırdaşım ve yol arkadaşımdı her zaman. Birkaç ay ihmal ettim ve sonunda vicdanım tuttu beni kolumdan bu yazının başına oturttu. Biraz kendi kendimle konuşayım dedim ben de.

En büyük yanılgım birbirine benzer günler yaşayınca yazacaklarımın büyük bir tekrara dönüşeceğini sanmaktı. Hele pandemi ile iyice eve sıkışmış, hayallerimden, yollardan, sevdiklerimden uzakta hiçbir şey yapmadan oturunca neyi kaleme alacaktım ki? Halbuki hep tekrar eden bir yaşamın içine dönüp dururken ve sıkılırken aslında yapamadıklarım pekâlâ yazı konusu olabilirdi. Mesela her yıl uzun bisiklet turlarına, festivallerine katılan biri olarak 7 ayda 500km’ye bile ulaşamamak benim için yeni bir şey. Bisiklete binmeyi seven biri kilometre toplamayı sever. Bu ne kadar gezdiğinin ne kadar çok şey, yer ve insan gördüğünün göstergesidir. Bir telefon uygulamasında görüntülenen rakamdan fazlasıdır. Pandemi ve uyandırdığı hasta olma tedirginliği önemli bir bahane benim için. Fakat bahane de bahaneyi doğurur adamın ayaklarını kuma gömer.


Bu yıl turdan sayabileceğim tek şey Yerküpe tırmanışımızdı.

Yerküpe'de uyanmayı seviyorum.

Teoman Abi

30 Ağustos'u içine alan 3 gün yine burada olacağız

Bu çınarların altında uyanmak harika...

Her yıl mutlaka bir fotoğraf çektirdiğim seyir noktası. Menteşe Dağları


Kendime tam anlamıyla zaman ayırabileceğim ve taşındığımızdan beri Bodrum’u layığıyla yaşadığımız iki yılı harcamışım gibi hissediyorum. Önceleri çetelesini tutardım. 2015’te 8, 2016’da 12, 2017’da 18 ve 2018’de 21 hafta İstanbul’da kalmıştık. Uzaktan da olsa bir şirkete çalışmanın bedelinden sayıyorum bu zamanları. Sonra bir an geldi yorgunluğum, bıkkınlığım, günü kurtarmaktan duyduğum sıkıntı, ışıltımı ince bir pasla örttü. Uzadıkça ekşileşen İstanbul günlerinin doğurduğu iç sıkıntısı da cabası. Doğaldır ki bu dışarıdan açıkça görülebilen bir durumdu ve 16 yıl severek çalıştığım ajansla yollarımız ayrıldı. Bir anda işsiz kalmak tedirgin edici olsa da hayatımı tam zamanlı Bodrum’da geçirme hayalimi ve heyecanımı hala hatırlıyorum. Lakin olmadı, 2019’un neredeyse tamamını İstanbul’da geçirdik. Bodrum’da geçirdiğimiz gün sayısı 39 ile sınırlı kaldı. Arada gelip evi havalandırıp dönmüşüz gibi sanki. Son iki yılı Bodrum’da ve layığıyla yaşamak demek ilk akışta evde zaman geçirmek, eğer olursa dışarıdan mesleğime devam ettirmekti benim için. Öyle ki 2020’de İstanbul’da büyük ihtimalle 3-4 hafta geçirmiş olmalıyız. Dedim ya artık çetele tutmuyorum. Mesai saatlerimi daraltarak kalan zamanı kendime hediye etmek 2020’de yaptığım en güzel şeydi. Sabahları zaten erken kalkıyorum. 6-6:30’da evden çıkıp birkaç saate 50-60 km sıkıştırmak epey cazip bir plandı. Bir gün Yalıçiftlik tarafına ertesi gün Yalıkavak, Gümüşlük’e gitmek, yarımadada yarım ve tam turlar atmak kendime açtığım zaman aralığında fazlasıyla mümkündü. Üstelik eskisinden daha fazla, daha uzun, hiçbir şeye yetişmek zorunda kalmadan yurt içinde veya dışı programlar da yapabilirdim.

Günce yazılarımı ilk okuyan Hülya’dır. Onun elinden de geçer. Düzeltmelerini yapar, kimi cümle üzerinden benimle oturur konuşur. Hazır o da okuyorken sadece kendime ayırdığım zamandan bahsetmemeliyim. Zira kendimizi zaman olarak biraz daha bağımsız, dışarıya karşı sorumluluklarımızın biraz daha azalmış hissettiğimiz şu son iki yılda Hülya’nın da hayallerine doğru adımlar atalım demiştik. Mesela Hülya’nın Norveç sevgisi bize bir başlangıç noktası veriyor.


Hülya'nın büyük bir Norveç hayranlığı var.

Öyle ki hayatında bir kere gidebildiği halde dilini, kültürünü öğrenmiş.

İstanbul'daki ev bir nevi Norveç müzesidir.

Eh ben de biraz Norveçli oldum galiba


Kendi aramızda bir slogana dönüşmüştür; “Kışın Bodrum, yazın Norveç!” diye. Hani öyle 2-5 günlüğüne değil gidip birkaç hafta, bir veya iki ay kalmaktan söz ediyorum. Turist gibi değil gideceğimiz yeri yaşayacağımız planlar duruyor önümüzde. Neden Belçika’ya da gitmeyelim, Macaristan’da birkaç hafta yaşamayalım. Almanya’da Cüneyt’i, Ezgi’yi, Doğacan ve Boran’ı ziyaret etmeyelim. Var oğlu var…

2020 büyük bir ışıltıyla, planlarla başladı fakat pandemi ile birlikte 2021’e uzanan süre zarfında, planladığımız, hayalini kurduğumuz her şey rafa kalktı. Bir çift olarak yurt dışına gitmeyi bırak bisikletle seyahat dahi yapılamadı. Bu kadar uzun uzun yazdım ki bu geçerli bahaneyi kişisel tarihime not düşeyim. Sonra yok rüzgâr var bisiklete binmeyeyim, yok hava sıcak binilmez gibi gerekçeler doğurdum. Sahiden de ayaklarım kuma gömüldü.

Gerçi araya bir safra kesesi ameliyatı da sıkıştırdım. Geçtiğimiz Nisan ayıydı ve doktor bana bir ay kadar ağır işlerden kaçınmamı rica etti. Zira ilk sorduğum soru bisiklete ne zaman binerim oldu. Bisiklet, eğer bakkala gidip gelmek için kullanmıyorsanız ağır bir spordur. Nisan-Mayıs ayları Bodrum ve civarında bisiklete binmek için en güzel zamanlardır. İşte o bir iki ay benim için nekahet dönemiydi. Öyle ki bahçede dahi çalışamadım. Hem de boz bahçemizi cennete çevirirken…

Bizi çok yansıtan, ilk gördüğümüz andan itibaren ruhumuza iyi gelen ve yıllar içinde ona kattıklarımız kadar onun da bize bir sürü anı, güzellikler hediye ettiği bir evde yaşıyoruz. Hoş! artık fiziksel olarak biraz elden geçmesinin de zamanıdır. Verandanın ahşap çatkısı bakım istiyor. Üzerini örten kargı, yalıtımı sağlayan membran hava şartlarıyla çok yıprandı. Rüzgâr, fırtına, yağmur ve güneş hiçbir şeyi ilk günkü gibi bırakmıyor. İçeride ise boya badana, her sene niyetlensek de yapamadık artık şart oldu. Üstelik Gökova körfezi sık deprem üreten bir bölge. Sismik sarsıntılar çatı kirişlerinde minik sıva döküntülerine sebep oldu. Uzun lafın kısası taşındığımızdan beri eve neredeyse hiç dokunulmadı. Tıpkı bahçesi gibi. Dönem olarak evde geçireceğimiz hatta kapalı kalacağımızdan eminken bari yaz ayları yeşil bir bahçeyi izleyelim diyerek kolları sıvadık. İstanbul’da kiracı olsak bu tip bir desteği ev sahiplerimizden gönül rahatlığıyla isterdik ama Bodrum’da işler öyle yürümüyor. Bir kere her şey İstanbul’a göre daha pahalı. Paha yüksek olunca ev sahipleri (en azından bizim ev sahiplerimiz öyle) bu tip tamir, tadilat, bahçe işlerini kendileri halletmeyi tercih ediyorlar. Zaten böyle bir kültür de var. Herkes alıyor fırçasını eline evini boyuyor, bahçesini kendi düzenliyor. Elektrik, su tesisatlarını mümkün mertebe kendileri onarıyorlar. Diğer taraftan usta bulmak da ayrı bir maharet istiyor. Mesela evi boyatamadık çünkü bulduğumuz ustalar ya yapamam dedi ya da çok yüksek fiyatlar verdi. Topu topu 80m2 ev için aldığımız fiyatlar dudak uçuklatır. Fakat bahçe için bir bütçe ayırdık. Profesyonel bir iş olsun dedik peyzaj mimarı bulduk. Mimarımız da Yaka’dan olunca işimiz kolaylaştı. Projemizi onayladık, bütçe konusunda el sıkıştık ve Nisan sonu çalışmalara başlandı. Birkaç hafta içinde bahçenin havası değişti. Baharla birlikte de yeşerdi. Başta salgın nedeniyle kapanmalar ardından yasakların kalkmasıyla kalabalıklaşan Bodrum’da kendimizi içi yeşil ve çiçek dolu evimizde izole edebildik. Boz sıfatını bahçemizin başından kaldırdık…


Boz bahçemiz Nisan'da tamamen değişti.

Girişteki karşılama komitesi

Bir bölümü sazlık olarak ayırdık.

Yürüme taşları yenilendi.

Bu köşe atıl duruyordu bir oturma alanına dönüştürdük.

Bir de küçük taş bahçesi hazırladık.


Kalabalıklaşan Bodrum demişken günümüze dönebilirim artık. Zira bugün bayramın üçüncü günü ve her bayram yaptığımız gibi evimize kapandık. Yaşam alanımızı da işte bu günlere hazırlamıştık. Bodrum’da yaşayanların kış aylarını sevmesi yaz boyunca kontrolsüz bir kalabalığı maruz kalmasıyla alakalıdır. Bu yıl yaz nüfusunun (yabancı turist olmadan) 2 milyonlara ulaştığı düşünülürse, sosyal medyada yükselen isyanın nedeni net olarak anlaşılabilir. Değil sürekli yaşayan, yazlıkçısından tatilcisine herkes kalabalıktan şikâyet eder oldu. Trafik yoğunluğuyla birlikte 15-20 dakikalık mesafeler 45 ila 90 dakikada alınıyor. Kimi yerde araç kuyruklarının 2-3 km’ye uzadığı görülüyor. Alt yapı yetersiz olduğundan elektrik kesintilerinin sıklaştığı ve Bodrum'un zaten su fakiri olup üstüne yağış da almadığı düşünülürse susuzlukla yaşanan isyan daha da anlaşılır hale geliyor.

Gerçi Bodrum’a tatile gelenlerin kalabalıktan şikâyet etmeleri oldukça ironik. Hatta sosyal medyada esprisi dahi dönüyor; “Kendinden 30dk sonra gelene tahammül edemeyenlerin tatil cenneti Bodrum” diye. Kendi aralarında bir şakalaşma değilse kulak misafiri olduğum bir tartışmayı da aktarayım. 34, 35, 06 vs plakalı otomobillerle hınca hınç dolu otoparkta, omuzlarında havluları ellerinde çantaları yürüyen gençlerden biri diğerlerine “...peki 48 hangi ilin plakası?” diye soruverdi. Onlar kadar ben de güldüm oradan uzaklaşırken. Şaka değilse çok daha vahim tabi…

Bu yılı bu kadar özel kılan birkaç nedeni güzelce anlamak gerek. Bir kere herkes çok bunaldı ve yasakların kalkmasıyla kendilerini artık birer mağaraya dönüşmüş evlerinden attılar. Aslında her şey geçen yıl başladı. Yasakların kalkmasıyla yazlıklarına gelenler Bodrum’dan gitmeyip, kışı ve pandemi sürecini burada geçirmeyi tercih ettiler. Yıllık ev tutanların da fazlalaştığını buradan görebiliyoruz. Kısacası 175 binlik resmi Bodrum nüfusu geçtiğimiz kış zaten 400-500 bini görmüştü. Bu cepte…

Ege’de tatil denince aklına yurtdışı ve özellikle Yunan Adaları gelenler sınırların kapalı olmasıyla ülkenin güneyine mecbur kaldılar. Belki yüzlerce binlerce tekne Bodrum koylarını doldurdu. Geçende Elif, Yalıkavak Marina’nın yanında gecekondu gibi kalan Turgutreis Marina’da ilk kez bu kadar lüks tekne ve sahipleriyle dolu olduğundan bahsediyordu. Muhtemeldir ki oteller de doludur orasını bilemiyorum. Zira 2 yıldır otellere dair tek duyduğum şey kapanmaları, el değiştirmeleri veya hiç açılmamış olmalarıydı. Fakat konaklamak için sezonluk ev kiralayanların sayısında patlama yaşandığını çok net biliyorum. Şimdilerde ne oldu bilemiyorum ama denize en yakın mesafesi 7 km olan Yaka da bile günlük kiralar geçen sene 1500 liralara çıkmıştı.

Bu yıl kalabalığın bir başka nedeni de Marmara denizinde görülen müsilaj… Bugüne dek Ayvalık’tan aşağı hiç tatil yapmamış, kuzey Ege ve Marmara'yı mesken tutmuş tatilciler de güneye inmek zorunda kalmışlar. Bunu da kardeşimin Erdek dışında tatil yapmamış bir arkadaşından dinledim. Bir sürü Marmada yazlıkçısı Ege-Akdeniz tatilcisine dönüştüler. Bu kalabalığa bir de karavan ve çadır kampçılarını ekleyebiliriz. Bu yıl çok popüler oldu herkes kendi karavanını yapıp, yerden bağımsız tatil yapmanın özgürlüğünden bahsediyor. YouTube bu tip videolarla dolu.


Marmara bu yıl gördüğü en büyük çevre felaketini yaşadı.

Doğadaki herhangi bir değişim kabul edin etmeyin insanı çok etkiliyor.


Kalabalık kadar pahalılık da şikâyet konusu. Bana kalırsa evlerimizde kaldığımız 2 yıl sonunda ülkenin geldiği ekonomik durumla yüzleşiyoruz. Görünenden hissedilenden çok daha ağır bir tablo içinde olduğumuzu fark ediyoruz.

Bayram öncesiydi ve 2 yıl sonra ilk kez dışarıda yemek yiyelim dedik. Biraderin de doğum günüydü. Çocukları saymaz isek 6 kişiydik ve 4 meze, bir duble salata ve 70’lik rakıya 1800 lira ödeyip kalktık. Balık filan da yemedik. 2 yıl önce aynı masada kişi başı 150-175 arası bir şey öder çıkardık. Mesela Barbun’un kilosuna 700 lira dendi. Levrek 350 TL olmuş. Eskiden haftada bir meyhaneye gitme ritüelimiz vardı. Görünen o ki bu artık sürdürülebilir bir şey değil.


Biraderin yaşgününden. Deniz, ben, Halil, Seda, Burcu, Mehmet, Duru ve Hülya


Sadece yemek de değil ulaşım, konaklama, hizmet (marketi zaten biliyoruz) artık aklımıza ne gelirse kat kat pahalı. Hadi sezon için yüksek fiyatlı oluyor ama şimdinin tek yön uçak bileti, dünün gidiş dönüş ederi kadar. Çadır konaklamaları 150 liradan başlıyor. Yakın zamana kadar bu fiyata pansiyonlarda kalırdık. Kim bilir ortalama bir otel odası fiyatı ne olmuştur? Bakın bu pahalılık başka hangi şikayetleri doğuruyor?

Efendim neymiş Bodrum’da herkes yavaşmış. Gittiği yerde servise bakanların sayısı azmış dolayısıyla gecikmeler oluyormuş ya da heves etmiş, mekân açmış ama personel bulamıyormuş. Ne bileyim bankaya gitmiş 5 gişenin sadece birinde memur varmış. Trafo patlamış ama bir tane adam gelip yapmamış vs vs…

Son yıllarda fiyatlar böyle yükselirken Ege’nin kıyı kasabaları da bundan azade düşünülmesi mümkün değil. Üstüne üstlük paramızın değeri de büyük hızla düştü. Mesela geçen yıl 3000 lira kazanan birinin maaşı 438 USD'ye tekabül ediyorken şimdi aynı maaş bugün karşılığı 350 USD. Yanlış hesaplamamışsam bu %25 değer kaybı demek. Ekonomi uzmanı olmamakla birlikte buna şu yüzden değindim; bugün Bodrum’da yaşayanlar, yazlıklarında kalanlar veya tatilcilerin muhatapları yani maaşla çalışanları Bodrum’da tutunamaz hale geldiler. Çoğu en basitinden şuursuzca fırlayan kiraları ödeyemiyor. Buna mutfak, fatura, şu bu gibi masraflar eklenince Bodrum maaşla çalışanlar için yaşanmaz bir hale geliyor.

Şimdi neden 5 gişesi olan bankada tek bir memurun çalıştığına dair fikir yürütülebilir. Bir mekânın personel bulmakta niye bu kadar zorlandığı, bulmuş ama ihtiyacın altında kaldığından servisin neden yavaş olduğu anlaşılabilir. Geçenlerde bayramını kutlamak için Umut ile konuştuğumda o da bu konuya değindi. Bugün Bodrum’un çalışanlarının birçoğu artık Mumcular ve Milas’tan gelip dönüyor. Çünkü burada ev tutmak artık mümkün değil…

Bak nereden nereye… Nasıl başladı neye döndü koca yazı. Sanki bir köşe yazısı gibi oldu. Yine de en azından; ihmali vicdan azabına dönen günceme nefes aldırmışımdır. Ben de rahatladım doğrusu. Genelde bu tip konuları, kendi gündemimizi, yaşantımızdan kesintileri, bisiklet tur ve seyahatlerini videolarımda işliyorum. Lakin yazı başka. Video çekmesem vicdanım sızlamaz ama yazmayınca mutsuz oluyorum. Bir de güzel okurlarım var ki onları unutmak olmazdı. Hepinize iyi bayramlar!

Yorumlar

  1. Kaleminize türevinize sağlık.
    Bir çok şey değişiyor yavaş yavaş alışkanlıklar da öyle olmasın dilerim..
    Yazmak çok güzel okumak da öyle.
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. asıl ben teşekkür ederim!... bir anlığına burada yalnız kaldım gibi hissetmeye başlamıştım.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından