Pandemi yazı

Köy yolu, sağlı sollu araba dolmuş, gıcır olanın önünde Hüseyin sohbet ediyor. Bakkaldan dönüyorum selamını aldım. İlk sorduğu, ona götüreceğimi söylediğim su şişeleri oldu. Birikmiş son su şişelerini Emine Abla’ya bırakmıştım. Hüseyin’e verdiğim söz uçmuş gitmiş kafamdan. Sen dedi, birikince Ali Abi’ye bırak ben ondan alırım.

Şişe dediğim 5 litrelik pet olanlar. Her ne kadar 19 litrelik büyük damacanalar ev için daha pratik ve ucuz olsa da taşındığımızdan beri 5 litrelikleri tercih ediyoruz. Bu tercih daha en başında yaşadığımız köyde insanlarla tanışmamıza vesile oldu. Gördük ki telefon açıp sipariş etmek bize bir sürü şey kaçırtıyormuş. O yüzden de hala bakkala gidip kendi suyumuzu kendimiz alırız. Kapı ağzında hâl hatır sormak, köyden haberleri dinlemek sevilmeyecek gibi değil. Bu nasıl bambaşka bir gündemin içinde yaşadığımızın farkına varmamızı sağlıyor. Mesela son bir haftada kayıp bir ineğin peşine düşmüştü insanlar. Kayıp inekle yatıp kalktılar. Bir müddet sonra ben dahi merak ettim sahi ne oldu diye…

Bir ineğin iki hafta kayıp olması bizim de gündemimizdi.


Hayvanlar buranın yerlileri için her zaman bir geçim kaynağı. Elbette peşine düşülecek. Tavuğunu boğdu diye köpekle kan davası tutanı duydum ben. O yumurta, süt, peynir, tereyağı ve yoğurdunu satacak ki ekonomisi dönsün, en azından katkı olsun.

Konuyu işte tam burada 5 litrelik pet şişelere bağlayabilirim. Sağdıkları sütün dağıtmanın en pratik çözümü şişelemek. Ambalaja yatırım yapamayacaklarına göre, konu komşuda biriken pet şişeleri topluyorlar. O yüzden hemen hemen her köyde bu alışverişe şahit olmak mümkün. Saplarından bağlandığında kocaman bir karahindibaya benzeyen şişeleri fark etmeden geçemiyorum. Emine abla bazen şişe karşılığı ikramda bulunur. 10 yumurta parası öderim o 15 tane koyar torbaya…

Şişiler böyle birleşince corona virüse de benzedi
Şişeler böyle birleşince corona virüse de benzedi


Gıcır arabanın önünde Hüseyin’in muhabbeti de kayıp inek üzereydi. Te Çilek Tepesine çıkmışlar, Dağbelen’de arayanlar olmuş. “Kurban önü almıştır biri” dedi beri ki… “Arkideş goca inek bir haftada çıkma mı ortayere?”

Köy yolunu sağlı sollu dolduran arabalar da bayram vesilesiyle yazlıklarına gelenler. Bu yıl hiç görmediğim kadar kalabalık Yakaköy. Park yeri pek bir dert oldu. Bizim sitenin whatsapp grubunda buna dair şikayetler paylaşıldığını ilk kez gördüm. Normalleşme süreciyle evlerinde oturmaktan sıkılmış büyük şehirliler, önemli bir durum olursa apartman dairesine sıkışacağımıza yazlığımızda oluruz dediler kanımca. Anlaşılır bir durum. Zira yasaklar, karantinalar sarmalında kızını aylarca görmemiş Hülya da seyahat kısıtlamasının kalkmasıyla Duru’nun yanına gelmesini istiyordu. Okulların açılıp açılmayacağı belirsizliğinden yola çıkarak burada bizimle uzun bir yaz tatili yapabilirdi. Hiçbirimiz uçak seyahatine güvenmediğimizden babası Duru’yu araçla getirecekti.

Sitenin evleri bu yaz doluydu.

Pandemi ve kısıtlamaların kaldırılmasıyla gördük ki sadece ev değil, arsa, karavan ve tekne arayanların da sayısı arttı. Bunun yanı sıra sezonluk kiralanan konutlar kış için de rezerve edildi. Belki yaz nüfusu önceki yıllara göre düşük kaldı ama kış nüfusunun arttığını şimdiden söyleyebilirim.

Pandemi nedeniyle sıklıkla evde dolayısıyla bahçedeydik

Domatesler ermeden evvel

Bisiklet tek başına sosyal mesafeyi koruyor. Yani hep de evde oturmadım.

Bisikletle Kargıcak koyu

Pandemiden kaçış

Mesela bir gün de Ali ile kaçtık

Turizmci kan ağlasa da kimi öngörülü işletme bungalov ve çadır kamp tatilcilerine göz kırptı. Artan karavan trafiğini de dikkate alırsak bu işi yapan firmaların bu yıl bir nebze yüzü güldü denilebilir. Yazdım mı hatırlamıyorum ama siteden komşum sevgili Yiğit de bu yılı kaçırmış olmasını çok düşünmeden önümüzdeki yılı hedefleyen bir karavan kiralama şirketi kurdu, araçlarını hazırlatıyor. Önümüzdeki dönemde tatil alışkanlıklarının bu yönde dönüşeceğine inanıyorum.

Duru İstanbul’dan geldiğinde kayıp inekten hala haber yoktu ama köy yolu hala çift sıra arabalarla doluydu. Gıcır, yeni ve çoğu 34 plaka. Bu kalabalık, taşındığımızdan beri bize izolasyon sağlayan duvarları indirdi. Verandaya çıktığın andan itibaren herhangi biriyle selamlaşmamak imkânsız. Birine merhaba demek, selamlaşmak güzel ama her dakika her an bir program yapılacak tedirginliği iyi gelmiyor insana. Bu yüzden balkonumuzdaki kör noktalara sıkıştırdık kendimizi. Tıpkı Duru’nun kendini odasına hapsetmesi gibi. Bizimle kaldığı uzun zaman boyunca toplamda 24 saat görmemişimdir. Evdeki varlığı yok gibiydi. Ergenlik işte… Belki bu bayram en güzeli buydu. Kimseyi aramamaya, ortalarda gözükmemeye karar verdik. Evde sessiz sakin atlatalım istedik.

Duru geldi gelmesine ama pek nadir evden çıkarabildik :)

Denizin tadının çıkarmanın en tatlı yolu tekne idi

Bülent ve Pınar'ı da özlemişiz.

Duru için de çok güzel oldu.


Yaz ve tatil dönemlerinde sosyal medya üzerinden birbirimizi takip ettiğimiz ama hiç tanımadığım insanlar dahil pek çok kişi, eş, dost, akraba hani bildik tanıdık bir pansiyon, otel vardır düşüncesiyle yazar ve arar. Tatil bölgelerine taşınıp biraz da zaman geçirmişlerin kaçamadığı bir durum.

Bu sefer, elbette ki salgın nedeniyle kısa süreli ve ucuz kiralık ev arayanların sayısı fazlaydı. İletişime geçenlere, çare olmamın mümkün olmadığını bir kez daha söyledim. Alınanlar olmuştur. Adı sanı, kuralı, köşeleri belli bir iş dalından bahsediyoruz. Düşünüldüğü gibi tanıdıklarım yok. Olsa bile evinin günlüğünü 1.500 liradan kiraya veren tanıdığa ne kadar indirim yaptırabilirim ki? Emlakçı olsam hangi ev sahibi böyle bir maharete izin verir? Hem sonra bir yolunu bulup ev tutabilmişi, bu iş epey karlı diyerek civardan ev alıp günlüğünü 2.000’den (iki bin) veririz muhabbeti yapabiliyor. Hadi seni tanıyorum, benim hatırıma 200’den (iki yüz) kiralar mısın alacağın evi?.. Neyse…

Üç haftalığına ev bakınan kardeşime de derman olamadım doğal olarak. Hadi biz ağırlayalım desek ev küçük. İki oda bir salon. Duru gelmiş. Biraderler üç kişi… Bizim evde 6 kişi kalmak mümkün değil. Ne yalan söyleyeyim biz de burada yaşamaya başladığımızda bir gün misafirler ağırlarız diye hiç düşünmemiştik. Aklımıza gelse Duru’nun odasındaki yatağı tek değil çift kişilik alırdık. Ama o da o kadar…

Aslında yaşadığımız ev iki katlı. Alt kat 1+1 ve tam misafir odası gibi tasarlanmış. Ayrı girişi, kendi mutfağı ve banyosu ile misafir / ev sahibi mahremiyetini güzel ayırmış mimar. Fakat bütçemiz yetmediğinden sadece üst katı tutup tutamayacağımızı sormuştuk ev sahibimize. Öyle ya vermez vermez. Yarın öbür gün alt katı başkası tutmak istese su ve elektrik saati tek. Ana giriş aynı. Adres, kapı numarası aynı. İhtimaldir, yarın öbür gün kiracılar anlaşamayabilirler. Haliyle ev sahibi bunlarla uğraşmak istemeyebilirdi. Biz ister miydik? Bu da ayrı bir soru. Ne bileyim arkadaş sever birileri tutar evi, misafirleri olur, üst kat veranda önü yol geçen hanına dönüşür. Yani bizim için de riskli bir soruydu. Fakat yine de ev sahibimiz sadece üst katı kiralamayı kabul etti. Orçun tutana kadar da alt kat uzun süre boş kaldı. Şimdi düşünüyorum da Orçun yerine başkası tutsa yapabilir miydik? Sanmıyorum. Zira geçen süre zarfında kimseyle böyle komün bir hayat kuramazdık. Bir nevi aile olduk. Kaldı ki epeydir kendimize 1 numara sakinleri diyoruz.

1 numara sakinleri

İşte bazen bu gibi tatil trafiğinin arttığı durumlarda Orçun, kendisinin de tanıdığı olmak koşuluyla (ki bu koşulu biz koyuyoruz yoksa suiistimale çok açık hale gelir) kapısını açabileceğini söyler. Bayramda Bodrum dışına çıkacaktı ve ev pekâlâ kullanılabilirdi. Eğer biraderler uygun bir yer bulamazlarsa diye aşağıyı cepte tuttuk. Biraz küçük, sıkışık olurdu en fazla. Azıcık da Orçun’un düzeni değişirdi. Bayrama dek başka evlere uyumak zorunda olmak gibi. Bunu kardeşim de istemedi.

Misafirlik demişken araya şunu sıkıştırmama izin verin. Hayatımdaki insanlara, eşe-dosta sofra kurmayı, ağırlamayı, yedirmeyi, içirmeyi çok sevdiğim halde uzun zamanlı yatılı kabul etmek veya birinde yatılı kalmak pek hoşlandığım bir şey değil. Kalınan evin düzeniyle misafirin düzeni örtüşmediğinde epey sıkıntılı bir tablo çıkıyor ortaya. Mesela sabah 6 dedin mi uyanırım. Başıma çok gelmiştir. Evine misafir olduğum kimi ev sahipleri, hele ki hafta sonu 9:00-9:30’lara kadar uyuyorlarsa saatlerce beklemek epey can sıkıcı. Ki 11’e kadar uyanmayan ev sahibim de oldu. O yüzden birinde kalmayı, mecbur değilsem pek tercih etmem. Diğer taraftan bizim misafirimiz de geç yatmıştır, eğlenmiştir, yorulmuştur anlarım ama uzayan sabah uykusu beni kilitler. Konunun içine alışkanlıklar ve mahremiyet de girince mesele benim için iyice derinleşiyor. Eh bundan da pek hoşlandığımı söyleyemem tabi.

Çocukluğumda, elini hiçbir şeye sürmeyen, otele gelmiş gibi hizmet bekleyen misafirlerin annemi ne kadar çok yorduğunu hatırlarım.

Biz de misafirlik bazen çat kapıdır

Bir şişe şarap, bir şeftali ve bir anjelik eriği geceyi değiştirir


Bir sefer de Ece evde meze yapmış, almış rakısını sizinle içeyim demiş

Ece

İlerleyen saatler de Eda da uğradı

Kerim de

Daha geç vakit Umut da aramıza katıldı


Biraderler internet üzerinden ev arayıp arada benimle paylaşadursunlar, yıllarca ajanslarda beraber çalıştığımız ama yollarımızın hiç ayrılmadığı Evren aradı üstüne. İki günlüğüne Bodrum’da işi varmış. Hem bizi görmek hem de işini halletmek üzere kendisini ağırlayıp ağırlayamayacağımızı sordu. Zira bayram üstü oteller çok pahalıydı. Konfor vaat edemeyeceğimi ama kanepede uyurum derse gelebileceğini söyledik. Elimizden gelen en iyisi buydu sonuçta.

Bayram, Evren ve biraderler gelmeden hemen önce aranan ineğin haberi geldi. Kaybolduktan iki hafta sonra bir çayırda ölüsü bulunmuş. İlçe Tarım Müdürlüğü’nün veterineri yılan soktuğunu tespit etmiş. Tutanak tutulmuş, resmi kağıtlar imzalanmış. Sonra da hayvan imha edilmiş. Bunlar hep posta bakarken kahvede, bakkalda ya da yolda duyduğum şeyler. Bu kadar resmi prosedüre şaşırdığımı gören Hasan Amca:

- Zayi olmasın deye aklı evvelin biri kesegor, eti daatır, bilmez de neden göçtüünü hayvanın, bayram bayram milleti hastanelik edee.

Evren’i uğurladıktan sonra tesadüf oldu ki Orçun’un ofis arkadaşı Ayşegül biraderimin ev aradığından haberdar olmuş. Biz de pandemi süresinde tanımıştık Ayşegül’ü. Sık sık Orçun’a geldiğinden birlikte vakit geçirme şansı yakaladık. Sakin, zarif ve iyi bir kız. Açıkçası hiç yabancılık çekmedik yeni tanımamıza rağmen. Memleketine gideceğinden evinin müsait olacağından bahsetti bir akşam. Telefonlar açıldı, konuşuldu, tarihler onaylandı ve sayesinde kardeşimin sorunu çözüldü. Bayramdan hemen önce gelip yerleştiler…

Bu yıl tek yatılı misafirimiz Evren oldu! :)

Evren'in her gelişi renkli şeylere gebedir


Kaldıkları süre boyunca kardeşim her sabah erkenden yürüyüşe çıktı. Ailecek sakin buldukları yerlerde denize girdiler. Akşamları esintili balkonlarında şaraplarını içtiler. İstanbul’da neredeyse görüşemedikleri tüm arkadaşlarıyla Bodrum’da buluştular. Hatta her defasında deniz olsun, yürüyüş olsun bizi de davet ettiler ama ne hikmetse pek dahil olamadık. Daha doğrusu kimi zaman elimdeki işleri bitirmek adına kimi zaman üşengeçlikten belki de güvenli sınırlarımızdan çıkmamayı tercih ettik. Bir de şu var tabi… Sonuçta tatil maksadıyla burada olunca deniz, güneş ve güzel bir şeyler yiyip şarap içmek öncelikli program haline gelebiliyor. Halbuki bizim için böyle bir durum yok. İnsan yaşadıkça ve alışmaya başladıkça ha şehirde yaşamışsın ha bir tatil merkezinde yaşamışsın fark yok. Zaman insanın üzerindeki harika bir yere taşındım şımarıklığını yontuyor. Şöyle dönüp geriye baktığımda şehirden gelip bir tatil kasabasına yerleşmiş ve bir süre geçirmiş olmanın evrelere bölündüğünü görüyorum. Tabi bunlar benim genellemelerim. İtiraz edenler illa ki olacaktır, kabulümdür.

Tabi birader sadece tatile gelmedi

Agrotics Bodrum ekibi 2 gün şahane bir mesai kampı yaptık.

Birinci evre sosyal medyada, gün doğum ve batım fotoğraflarının şükürlerle süslendiği, gidilen, keşfedilen mekanların heyecanla paylaşıldığı bir süreçle başlıyor. Şehirde pek görülmediğinden domatese konmuş bir kelebek hayatın anlamı gibi geliyor. İnekler sevimli, horoz sesiyle uyanmak şiirsel bu dönemde. Otu boku nispet yaparcasına paylaşıyoruz. Her şeyi geride bırakarak gelmişsek başka ama hala geldiğimiz yerdeki konforu arıyorsak başka bir evreye geçiyoruz.

İkinci evre sahiplenme adı altında toplanabilir. Her şeyi geride bırakarak gelenlerdensek bu evreye ikinci kışın ardından, hala şehir konforuna tutunuyorsak taşındıktan hemen bir sonraki ayda erişiyoruz. En basitinden artık yaşadığımız yerden “köyüm” diye bahsediyorsak kendimizi sahiplenme evresinde görebiliriz. Yani köyüm filan dememek gerek...

İkinci ayda sahiplenenleri artan şikayetlerinden yakalamak mümkün. Zira artık ne horoz şiirsel geliyor ne de inekler sevimli. Site whatsapp grubuna tezek kokusunu büyük problem diye not düşenlerden tutun da yönetime börtü böceği şikâyet edenleri görünce gruptan ayrılmıştım. Bu kadar da değil artık... Zira devamında her şeyi neden-niye sorusuyla sorgulamaya başlıyoruz. Niye minibüsler 22’ye kadar? (Yaka’dan hareketle son minibüs kışın 22:00’de kalkıyor Bodrum’dan) Neden sık sık elektrik gidiyor? Yıl olmuş 2020 niçin hala su kesilir? gibi… Daha ileri gidip yarımadanın geneli hakkında yerel yönetime akıl verenler biliyorum. İyi niyetli olsa da dün gelip bugün kokmaktır bahsettiğim. İhtiyaç, talep, şikayet hep olacaktır bu kaçınılmaz. Lakin su niye kesik diye sormadan önce durup, nerede yaşıyorum diye bakmak daha doğru bana kalırsa. Zira aceleye gerek yok. Bodrum’dan bahsediyorsak; basitçe, Bodrum su ile tarihi boyunca sınanmış bir bölge. Bizler nüfusu artırdıkça tabi kapasite de yetmiyor gibi yalın bir cevap burnumuzun ucunda duruyor. Muhtemeldir ki şehirde yaşadığım dönemde karşılaştığım fakat halen anlayamadığım, hiçbir mevsimle barışık olmayan kişileri örnek gösterebilirim. Hani şu çok da gerekliymiş gibi bizleri yazlıkçı kışlıkçı diye ayıranlar. Misal yağmuru sevmeyenin su neden kesik deme hakkı olmuyor tabi bu durumda. Konu böyle uzar gider.

İkinci kışı geride bırakanlar ise ki sanırım kendimi bu grupta sayabilirim daha muhafazakâr bir kimliğe bürünüyoruz. Haliyle çuvaldızı kendime batırmak için de iyi bir fırsat olabilir. Benden sonra gelenleri fütursuz, her şeyi deviren yıkanlar olarak tanımladığımı fark ediyorum.

Bodrum’u ve değerlerini korumak önemli. Hem de çok… Fakat her nasılsa cevval bir kimliğe bürünüyoruz ama koruyor muyuz sanmam. Koyların yapılaşmaya açılmasına karşı duran, doğayı tehdit eden projeler için omuz omuza vermiş insan sayısı çok az. Sosyal medyadan yazarak destek pek olmuyor sonuçta. İşte bu yüzden hem sonradan gelene hem de yarımadanın gerçekten ihtiyacı olan şeylere karşı perdelerimizi indirebiliyoruz. Birbirimizi anlamak yerine diş göstermek galiba zamanın ruhu artık. Ki bu da bir çözüm değil…

Üçüncü evreyi ise sakinleşen bir akvaryuma benzetiyorum. Umarım bu noktadayımdır. Bütün o bulanıklık dibe çöküyor ve ortaya berrak bir görüntü kalıyor. Bunu yapansa bizden bağımsız olarak yaşadığımız yer ve zaman. Hayatın günlük akışına kendimizi bıraktığımız, bundan da mutlu olduğumuz bir dönem. Eğer hala kaldıysa horozlara ve tezek kokusuna alışmış oluyoruz. Kendi adıma seviyorum. Denize girmek, başlardaki gibi gereklilik veya yarışa değil, arkadaşına uğramaya dönüşüyor. Bir nevi bilgelik evresi. Domatese konan kelebek hayatın anlamı olmaktan çok tadını çıkardığın bir an oluveriyor. Ona bakıp gülümsüyorsan yetiyor. Fark ediyorsun ki sosyal medyada paylaşmaya gerek dahi yok. Zira o sana armağan edilmiş bir an. Sana armağan edilmiş bir yer, yaşamın içindesin. Büyük şehirliye de artık kızmıyorsun. O da sebeplenmeli diyorsun içinden. Anlamasına yardımcı oluyorsun.

Yılandan şikayet edene, besin zincirini anlatıyorsun basitçe. Her öldürülen yılan demek onlarca fare anlamına geliyor. Yılanları seyrelten uğursuz saydığın baykuşlar. Tek isteğim, zor ama bu evreye ve zihin yapısına ulaşabilmesi olsun... Tüm bunları düşünürken buz gibi rakından bir yudum alıp gözlerini kapatıyorsun…

Biraderi düşündüm şimdi. İlk kez bu kadar uzun kaldıktan sonra zaten kafasında bir fikir olarak tuttuğu Bodrum’a yerleşme hayali yeniden nefes alıyor. Hayalinin kalp atışını duyabiliyorum. Tıpkı pandemi marifetiyle uzun tatil yapıp burada da yaşayabileceklerini görenlerinki gibi. Belli ki bu kış kalabalık olacağız…
Bu ağaçların 2 karış boyu vardı ilk dikildiklerinde. Kızılyaka / Birader'in badem bahçesi

Şimdi aralarında ve gölgesinde yürünebiliyor. Kızılyaka

Biraderin bahçede bu yıl ürün beklemiyorlardı ama 2 tona yakın badem çıktı. Halil harika iş yapmış.

Her ne kadar bayramda kabuğumuza çekilelim kimseyi aramayalım desek de trafiği, koşuşturması, geleni gideni bol birkaç hafta geçirdik. Fena da olmadı aslında. Herkes evlerine döndüğünde yorgundum ama bana kocaman bir gülümseme kaldı.

Bu yazıyı daha erken yazmayı planlamıştım aslında. Fakat zaman hızlı geçiyor. Ağustos göz açıp kapayıncaya dek bitti. Yazıyı tamamladığım bugün (26 Ağustos) babamın kaybedişimizin birinci yılı. Demek ki sadece Ağustos geçmemiş göz açıp kapayıncaya kadar. Koca bir yılı geride bırakmışız. Belki babam olmadığı için bayramda kimseyi aramak istemedim. O olmadığı için yalnız hissettim. O olmadığı için verandamızın kör noktalarında saklandım. Beni çekip çıkaran yine kardeşim oldu. Yazıyı da babamı anarak bitireyim madem. Sabah eski resimlerin arasında kayboldum. Burnum sızladı. Kimi fotoğraf ağlattı kimine göz yaşım kurumamışken güldüm. Birazdan Ece uğrayacak. Kerim’e de gel demiştik. Şimdi hep beraber bir iki duble rakı içer, kadehimizi babamın ruhuna kaldırırız. Bu arada, ağustos ayına sıkıştırılmış iki vidoyu da aşağıya ekliyorum belki izlenir. Kalın sağlıcakla...



Yorumlar

  1. Bayramın üçüncü günü bodruma geldim ertesi gün döndüm maalesef kötü bir şey için ablamın kaybettik. Bodruma ilk defa gelmiş oldum biran önce de gitmek istedim. Yazılarınızı zevkle okuyorum Allah sağlık versin en önemlisi buymuş inanın hala atlatamadım. Kendinize iyi bakın. Hülya

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından