Alıştım mı?

Soruyor "Alıştın mı Bodrum'a?"
Garip gelebilir ama bu sorunun yanıtı Bodrum'dan verilemiyor. Yoksa geride kalan 6 ay neler yaşadığımı peş peşe sıralar, buradan makul bir cavap pekala çıkarabilirim. Deneyeyim mi?... Bodrum'daki yaşamımız son 20 yılın en sert kışıyla başladı. Sık elektirik kesintileri hala günlük bir rutin. Atlamamak gerek, rüzgar da bezdiriyor. Yılan hikayesine dönen ev meselesi, takip edenlerce malum. Etmeyenlere, 15 gün içinde teslim sözü verilen eve 6 aydır taşınamadık diyerek özetliyeyim. Daha bissürü şeyi dizebilirim satır satır. Dizerim de yine de "Bodrum'a alıştın mı?" sorusunun cevabı olmaz. Doğru da olmaz. Bunun cevabını vermek için her şeye İstanbul'dan bakmak gerek. Geçtiğimiz günlerde bir haftalığına İstanbul'a gidince anladım. Dönüşümde, bu sorunun yanıtı pantalonumun arka cebindeydi.

Yalıkavak'la ilişkimi kış ayları boyunca en iyi özetleyen resim

Durup dururken İstanbul'a gitmedim tabi. Birincisi arada halen çalıştığım reklam ajansına mutlaka uğramalıyım. Son 6 ayda toplam üç kere gidip geldim. ( Arada 8 güne sıkıştırdığım 6 uçuşu da bir sayıyorum.) Çünkü niyetimi şirket ile paylaşıp, "Bodrum'a yerleşmek istiyorum" dediğimde hiç bir şart şurt koymadan "tamam, biz de arkandayız" demişlerdi. Bodrum'dan İstanbul'a çalışacak olmamı hiç dert etmediler. Maaşım da, sigortam da yattı. Uzun lafın kısası nezaketen de ajansı ziyaret etmeliyim. Bunu hala "şans" ile okumaya çalışanlar oluyor ve fakat ne büyük haksızlık yaptıklarının pek farkında değiller. 12 yıl aynı şirkette çalışmak, işini iyi yapmaya çabalamak, her türlü durumu (sınıf atlamak, ekonomik kriz vs) yaşamak ancak sabırla okunabilir. Sabrı da şansla tartmak kabul etmeli ki adil değil. Bana "ne kadar şanslısın!" dediklerinde içimde küçük bir dalga midemi dövüyor, içten içe kızıyorum.

Bu trafik artık hayatımda yok

İşin aslı, müjdeli bir haberle buldum kendimi İstanbul'da. Müstakbel ev sahibimiz, Hülya'yı arayıp evle ilgili önemli gelişmeleri paylaşarak taşınmaya dair yeşil ışık yakınca, eşyalarımızı toparlama noktasına geldik. Hülya'nın ve benim evimi birleştirme konusuna hazırdık uzun süredir. Aldığımız haberle sıra, tasnif işlerine gelmişti. İstanbul'daki zamanımı iyi planladım. Bu plana ailemi ve uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı görmek, Asmalı Cavit'te rakı içmek hatta mümkünse kendim için bir serbest zaman yaratmak da dahildi.

Evdeki hesap çarşıya uydu mu? Uymadı tabi. Koca haftanın büyük bölümünü ofise ayırmak zorunda kaldım. İstanbul'a turist olarak gelmediğimden, cuma günü Yalıkavak'ta bıraktığım mesaime Pazartesi Levent'te devam etmek durumundaydım. Ofiste çalışmanın dinamiklerini unutmuşum. İkinci gün nefessiz kaldım. Çalışma saatlerim akşam sekizleri buldu. Ortalıkta gezinen stres ve gerginlikler bir başka rutinmiş, hatırladım. Dolayısı ile öğle yemeği yeriz, iş çıkışı bira içeriz diye verilen sözler tutulamadı. Aksi gibi İstanbul'un ayaza çalan soğuğu, kapalı havası ve iç karartan griliği de aynı haftaya denk düştü. 3. gün boğazlarım şişti, neredeyse yataklık olacaktım. İçinde yaşanmadığı için toz ve is yuvasına dönen Bebek'teki evde de kalmadık. Hülya'nın, mesai bitiminde gitmekten hep şikayet ettiği Mecidiyeköy'deki evinde geçirdik haftayı. Duru'da bizimleydi. Sabah işe gitmenin yaklaşık 20 dakikası gökyüzünün 45 dakikası yerin altında geçiyor. Gülümsemeyen, selamlaşmayan büyük bir insan kalabalığı var. Ellerindeki telefonun içine eğilmişler, orada koşuyor, balık yakalıyor, şekerlemeye benzeyen şeylerle oynuyorlar. Bu ziyaretimde kendimi, tencerede kaynayan suya atılan ve fakat zıplayıp kaçan kurbağaya benzettim. Tencerede suyun ısınmasını farketmeden nasıl da yaşamışım. Yüzeysel kavramlarla hayata tutunmaya çalışmak ne büyük bir kandırmacaymış. Su kaynayadursun, biz sadece birbirimizin tarzını seviyoruz mesela. Empati kurmak yerine gıcık oluyoruz. Sonra da herşeyden merkürü sorumlu tutup rahatlıyoruz. Yaşam koçu, trend uzmanı, aşk doktoru gibi osuruk ünvanlarla sıradan hayatlarımızı nedense sınıf atlatmaya çalışıyoruz. Havalı olmak gibi boş, hava civa kavramlara sarılmışız. Bodrum'dan bakınca sabun köpüğü gözükse de, yaşam koçu, trend uzmanı, evlilik danışmanı gibi meslekler büyükşehirde pek havalı(!). Yaşam koçu olduğunu iddia eden biri heyecanla yazmıştı: "Sizin gibi, mesleğimi orada yürütebilirim!" Egelilere nasıl yaşayacaklarını şuursuzca öğretebileceğine inanan bu kişiye emin olup olmadığını sorduğumda, net olarak "Dedim ya yaşam koçuyum!" yanıtını vermişti. Cahil cesareti denen şey artık çok yakınımıza sokulmuş.

İstanbul'a gitmeden Levent Sevil ile Yuvarlakçay'da rakı içtik
Yuvarlakçay
Bisikletse hayatımı çok değiştirdi
Bir kere trafik ve park derdi yok. Nerede tırak orada bırak.
Burada haftasonu yapılan turlarda bir sürü arkadaşım oldu.
Bisiklet sayesinde yeni yerler keşfediyorum
Yepyeni hikayeler dinliyorum
Pazar turları oldukça kalabalık oluyor
Bazen Bodrum yetmiyor
Muğla Bisiklet Derneği ile başka turlarda pedallıyoruz.


Soruyor "Mutlu musun?"
Anlatıyorum, bölüyor... "Dur hele henüz erken değil mi?" diye. Bodrum'a gidişimi, zamanında erken olarak nitelemiş kimi arkadaşım ne yazık ki sözümü tamamlamama izin vermediler. Demek ki söylenenin dinlenmediği bir şehirde yaşamışım onca sene. Adama "mutluyum" diyorum, bana "erken" diyor... Kendimi, mutluluğumu ispatlamaya çalışırken buldum. Tıpkı metroda hızlı adımlarla bir yerlere yetişenlere kendiliğinden ayak uydurduğum gibi. Ne yorucuymuş her şey İstanbul'da. Erkenle derdi olanınsa işi rast gitmez diyeyim. Erteleye erteleye günü kaçıran uykuculardan farksızlar haberleri yok.

Olması gerektiği gibi olan tek şey cuma akşamı Asmalı Cavit'te rakı sofrasına oturmaktı. Hülya ve Duru ile kuruluduk hemen. Geleceğimi ilan ettiğim gün yerimiz ayrılmıştı zaten. Öyle pek kimseye haber vermedik ama trafikli olur diye yine kontenjanlıydı masa. Hasret giderdik. İbo her zaman yediklerimizi dizdi önümüze. Rakılar kondu, etraf mis gibi anason koktu. Bir çatal peynir ve sonra ilk yudum. İstanbul'a gelişimi taçlandırdığım yer. Sevgili arkadaşım Özge kısa süreliğine katıldı aramıza. Sipariş ettiği karabaşotu'nu verdim. O gidince de Duru ile sohbet ettik uzun uzun. Ne kadar hızla büyüyor dedim içimden. Sohbetten keyif aldıkça anlattı anlattı. Hayranlıkla izledim. Kendi kızım gibi sevdim. Daha geç vakit, Eda ve Selim geldiler. Kadehlerimizi tokuşturduk. Masaya kahkaha ve neşe iyice hakim oldu. Çok tatlı bir ev hediyesi getirmişler... Sahi! evle ilgili ne yaptık diye sordum kendi kendime. Pazar Bodrum'a dönüyordum ama Bebek'e hiç gitmemiştim bu hafta boyunca. Ev ile ilgili planladığımız pek çok şey ne yazık ki cumartesi gününe sıkıştırıldı. Bodrum'a neyin gidip gitmeyeceğine tekrar baktık. Bazı şeyleri önden paketledim. Hülya'nın evinde toparlanacak eşyaları Bebek'e götürmek gibi bir planım da vardı ama o da bu sürükleniş içinde kayboldu gitti. E peki ben ne diye İstanbul'a geldim demeden edemedim. Demek ki Bodrum'a her dönüş İstanbul'dan yeni bir kaçış benim için...

Duru ve Hülya
Asmalı Cavit'teki fix menümüz

Ne kadar sakin bir akşamüstü. Tatlı bir esinti, parçalana parçalana paçavraya dönmüş ve ahşap pergoleden çaresizce sarkan kalın kumaş parçalarının arasında dolaşıyor. Rüzgarın kış hiddetini bilmesem bu masum oyunlarına kolaylıkla kanardım. Sanki bütün kış hiçbir şey yapmamış, yıkmamış, dökmemiş gibi küçük oyunlar, çalıların, palmiyelerin arasında pıtı pıtı koşturmalar. Yine de uzun süredir böyle huzurlu bir akşamüstünü sabırla bekliyordum. Havaların düzelmesi gibi evle ilgili durum da artık yoluna girdi. Ev sahibimiz, ben bu yazıyı yazarken yarın taşınabileceğimizi ilan etti. Hızlı ve hummalı bir çalışmayla her şey tamamlanmış. Haftaya Gökova Turu'nda olacağım. Hülya'da İstanbul'da. Sanırım bir 10-15 gün bizi beklemelerinde bir sakınca olmaz. Nihayet kendi düzenimize geçeceğimiz yakın. Rüzgar saçlarımı okşuyarak onaylıyor. Yalıkavak kocaman bir gülümsemeye dönüşüyor.

Tam karşıdaki mavi pergoleli ev
Komşular
Mutfak fayansları diğer evlerle karşılaştırınca hayal kırıklığı yarattı.
Yarın taşının denen ev. Vallahi şaştım kaldım
Allahtan havalar artık güzel.

Sanırım pantolonumun arka cebindeki yanıtı çıkarmanın da zamanıdır. Stres ve gergin mesai saatleri yerine elektiriğin sık sık gittiği bu yeri tercih ediyorum. Trafikte saatler geçirmektense, son arabanın 19:30'da bittiği ulaşım sistemini kabulleniyorum. Herkesin yaz ile bildiği Bodrum'un kışını seviyorum. Büyük kolaylık doğalgaz yerine, tüpüm bitsin daha iyi diyorum. Şimdi tekrar soruyorum... "Alıştım mı Bodrum'a? Mutlu muyum?"

Yorumlar

  1. İnsanlar pek korkak olduklarından kabullenemiyorlar, içlerinden birisinin bu kadar kararlı bir şekilde kendi hayatını seçmesine. Yeni eviniz bu hali ile bile çok güzel gözüküyor. Mutlu yıllarınız olsun Bodrum'da

    YanıtlaSil
  2. Belediye otobüsünde, Bahçeşehir gişelerinden çıkmaya çabalarken yazınızı okudum. İstanbul'da yaşamak benim için zor, benim doğama Aykırı.. Deniz olmayan bir şehire geri dönüyoruz, Doğduğum büyüdüğüm Ankara'ya. Evet deniz yok, ama İstanbul gibi hırpalamıyor insanı hiç olmazsa:) Ama biliyorum, bir kaç sene sonra ben de atacağım kendimi mavi bir Köşeye :) Bir de ig'de şu sözlere rastladım, şu anda çok özdeşleşti durumla: " Kazanımlarınız ile ödediğiniz bedeller dengede ise mutlusunuz demektir" Sevgiler, Candan Büge

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle güzel bir sözü paylaştığınız için teşekkür ederim Candan Hanım :) Düm hayallerinizin kısa sürede gerçekleşmesi dileklerimle...

      Sil
  3. Mükemmel, harika. En çok da sözünü kesenlere güldüm. Bir süre sonra sadece kendi içine dönük bir gülümseme ile geçiştirmeye gelecek sıra bu sorular gelince. Bol güneşli, tuzlu sulu, zeytin ağacı görüntülü, üretimli, az İstanbul seyahatli, bol bisikletli bir yaz olsun...o.lala.la

    YanıtlaSil
  4. Eviniz çok ferah görünüyor, eşyalarla birlikte tamamlanınca çok güzel olacaktır. Bunun dışında şehir yaşantısıyla ilgili söylediklerinize katılmamak elde değil. Ben İstanbul'da yaşamıyorum ama her yer benzer. İnsanlar telefonlarına hapsolmuş, gülümsemiyor kimse birbirinin farkında bile değil. Ben 25 yaşındayım ancak şehir yaşamı, stres, her şeye yetişmeye çalışmak ve hiçbir şeye yetişememek duygusundan çok sıkılmış durumdayım.
    Yazınız içimi ferahlattı ve hayallerimi güçlendirdi. Sevgiler!

    YanıtlaSil
  5. Biz de İstanbul keşmekeşini bırakıp Bodrum'a taşınalı 8 sene oldu. Her İstanbul'a gidişimde ki senede bir gidiyorum koşarak dönüyorum buraya. Bir başkadır benim kasabam:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben 6 ayda tiryakisi oldum. gerçekten bu coğrafya eşsiz. umarım çok daha fazla istanbul'a benzemez. çünkü 8 yılda eminim koca bir değişime şahit olmuşsunuzdur...

      Sil
  6. Ahh ne de iyi geldi bu yazı :) Erkek arkadaşım birkaç gün önce Bodrum'a taşındı. Aslında zaten oranın yerlisi üniversite, iş hayatı derken İzmir İstanbul savrulup sonunda tekrar Bodrum'a geri döndü. Bende 1 yıla kadar onun yanına taşınacağım kafamda hep sorular vardı. Aslında bende en çok Bodrum'un kışını severim. Tatilcilerin henüz gelmediği sakin huzurlu hali. Acabalar vardı hep aklımda ama bu yazıyı okuyunca hiç tanımadığım birinden objektif bir yorum almış gibi oldum. Geç olsun güç olmasın diyerek taşınma ve tadilat işlerinde şans ve kolaylık diliyorum size. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk kez bir başka yazımı önereceğim. Çünkü acabalarıma gelmeden yanıt aradığım bir dönemdi. Hayallerinizin gerçekleşmesi ve sevdiğinize kavuşmanız dileklerimle....
      http://hadibenkactim.blogspot.com.tr/2014/01/suzme-yaz.html

      Sil
  7. Egelilere yaşam koçu yorumunuza bayıldım. Serkan

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Son dönem icat edilmiş bu meslekleri anlayamıyorum. Kendine hayrı olmayan insanlar evlilik danışmanı filan olup, nasıl yaşayacağımız söyleyerek para kazanmaya çalışıyorlar!... Alay edilmeyecek gibi değil. :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından