kupkuru yazı

Hani hep bir cennetten bahseden, elinde lir, başında zeytin yapraklarından taç, etine dolgun, kıvır kıvır çocuk imajı vardır ya, sanki öyleyim ve dinleyene şiirsel bir Bodrum hikayesi anlatıyorum. Arada lirin tellerine vurup es verirken, kendinden geçenlere bakıp 5 nefes bekledikten sonra hikayeye kaldığı yerden devam ediyorum. Huzurdan, doğadan, doğanın verdiği nimetlerden bahsedip ağız sulandırıyorum. Herkes mutlu. Hatta bir çoğu yelken açtıkları yeni hayallerinde yarımadanın kıyılarına varmış olmalılar.

Fakat şu susuzluk hikayenin seyrini değiştiriyor. Tıpkı yılın ilk yarısını İstanbul seyahatlerinin yaptığı gibi. İstanbul'da olunca nasıl evle yeterince ilgilenemiyorsak, özellikle son bir ay susuzluk marifetiyle elimiz kolumuz bağlıydı. Ne bostan bostan gibi oldu, ne bahçe bahçeydi. Geçen sene ekip büyüttüğümüz bitkiler boynu bükük, kupkuru ve çok hüzünlüydüler.

Bir heves ektik. Ektiğimizi de yedik doğrusu ama susuzluk ve sıcak ekileni yaktı durdu.

Yaz aylarının sıcak geçeceği Nisan'dan belliydi. Hava hızla ısındığı gibi yağmur da romantizm eşiğini geçemedi. Geçenlerde tekrar görmek için gittim; Mumcular Barajı bomboştu. Hatta şimdiki yağmurlara "romantik" sıfatını yakıştıran kahveci önceleri "sapık" gibi yağdığını anlatmıştı. Tabirler onundur. Günlerce yağan yağmur inceden sele dönüşür, kahvesini yarım metre su basarmış. Hemen önünde oturduğumuz duvarı da set olsun diye çekmiş. Yağmurlar bitince öyle düdük gibi kalmış. Hani hep bahsettiğim şehirli bir grup var. Hiçbir koşulda yağmur sevmeyen, iki damla yağsa sosyal medya hesaplarından "yaz gelsin, yağmur yağmasıııın!"cılar... Nedense ve tabi eğer varsa tanrı onların bu saçma dualarını yerine getiriyor olmalı. Öyle ya birine sesleniyorlar değil mi?

Elbette daha önce de canımı sıkan olumsuzluklardan bahsettim. Koca bir şehri kendine kuyruk yapıp gelenler, tezek kokusundan, öten horozdan, havlayan köpekten şikayet edenler birkaç satır konuk olmuştur buraya. Fakat her daim susuzluk ile imtihan edilmiş bir coğrafyada yaşamak başka bir deneyim.

Lise yıllarımdan hatırlarım camiden bidon bidon su taşıyıp evde küvete ve kovalara doldurduğumuzu. Akaretler'de işe başladığım ilk ajansta da günde iki kez bidonları doldurma görevi benimdi. Tankerlerle su taşınır, müstakil veya apartman depoları takviye edilirdi. 

Bodrum'un su depoları kümbetler. Hepsini Mumcular Barajı yolu boyunca tek tek gezdim.

5 litrelik 5 plastik şişede biriktirmemiş olsak, bu endişe verici susuzluğun ne kadar daha derinleşeceğini göremeyecektik. Koca bir ayı sadece 25 litre ile geçirmedik elbet. Sürpriz saatlerde bir iki saatliğine akacak muslukların şarkısına kulak kesildik durduk. Kaldı ki 25 litre zaten önceliklere yetiyor. Bahçedeki çiçeklerden, bostandan, kişisel temizlikten, duştan bir süreliğine vazgeçebiliyor insan. Hafta sonu bisiklet turlarından kan ter içinde gelip 3 gün yıkanamadığımı da buraya not düşeyim. O haldeyken oturmak, yatmak, çalışmak gerçekten keyifsiz. Fakat göz ardı edilemez değil. Yine de sıcaktan değil, susuzluktan dolayı bisiklete binmedim diyebilirim.

Uzun süren su kesintilerinde göz ardı edilmeyecekler arasında ise öncelik tuvalette oluyor. Peşinden de yıkanması gereken gıda ürünleri, sebze, meyve, çatal, bıçak, tabak geliyor. Lavaboda bulaşık biriktirmenin evdeki havayı nasıl kalitesizleştirdiğini biliyorum. Belki de köy yerlerinde tuvaletlerin dışarıda yapılmasının nedeni budur.

Suyu beklerken
Daha taşınalı birkaç ay olmuş yeni komşumuz kapıda beni yakaladığı gibi susuzluğa isyan etti. Hani şu "Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Dağ başı mı burası?" cinsinden sorularla devam ettirilen isyanlar. Cevaplarsam büsbütün kızacağı için susarak dinledim tabi. Zira dağ başında olduğumuz için şehir şebekesi suyu bize çıkamıyor. Birkaç kere onarılmış ama sürekli bozuldu duyurusu yapılan bir pompadan bahsediliyor. Bu durum bize özel de değil üstelik. Bodrum'da yüksek yerlere kurulu pek çok yerden benzer şikayetleri işitiyoruz. Geçen sene site deposu, taşıma su ile doldurulmuş ama otomatik sulamalarını açık bırakanlar nedeniyle verimli kullanamamıştık. Kabul bu sene daha derin bir durum var ve bunu ne otomatik sulamalara ne de çalışmayan pompa ile açıklayamıyoruz. Tek kelime yetiyor; kalabalıklaşıyoruz.

Muslukların fokurdamasını beklerken.
Sular gece de gelmedi. İşte buna içilir.

Üstelik yaz ayları turizm kadar misafir trafiğinin artması anlamına geliyor ki taşındığımız 4 yıl içinde evimize gelen gidenin sayısı iyiden iyiye arttı. 9 Haziran'da uçaktan iner inmez kendiliğinden oluşan buluşmanın üstüne, verandamız geçmişe göre çok daha hareketli bir yere dönüştü. Fakat musluktan su akmıyorken misafir ağırlamak zor iş. Gerçi misafir dediğime bakmamak gerek, zira çoğu zaten Bodrum'da yaşayan arkadaşlarım ve duruma yabancı değiller. İstanbul'dan gelenler için ise biraz daha diken üstü olsa da böyle bir kuraklıkta bile ağırlayabilmekten mutlu olduğumuzu söylemem gerek. Zira sofra başı dostlarla birlikte olabilmek hep hayalini kurduğum bir şeydi. Tıpkı Ferzan Özpetek'in "Cahil Periler" filminin sofra sahneleri gibi. Musluklar aksa daha da mutlu olurdum.

Cahil Periler
Su gelmedi ama Evren geldi!
Dibeklihan'da kahvaltı... Niye çünkü evde su yok!
İstanbul'dan Evren 2. kez geldi... O gelince hayat renkleniyor.
Seçkin sağolsun! Evde yıkanamazsak denizde yıkanırız.
Mangalcıbaşı
Ocağımızdan ateş bu yaz eksik olmadı.
Orçun'un Yunanistan misafiri vardı. Doğal olarak bizim de misafirimizdi.
Masamız hiç boş kalmadı.
Seçkin buz gibi biralar getirmiş!
Biralar
İnsanın Seçkin gibi dostu olsun sırtı yere gelmez.
Amerika'dan gelen kuzenim Çetin ile evde olmasa da buluştuk. Zaten sular daha gelmemişti.
Baktık sandalye tepesinde misafir ağırlanmıyor, kenara bir bank çektik hayat güzelleşti. Su hala yok!
Şu bank, verandayı daha güzel bir yer yaptı.
Boyadık ettik... Evin enerjisi değişti...

Suyla ilişkimiz geçenlerde site için atılan sondaj ile farklı bir biçim kazandı. Tam karşımızda yükselen kule bize 4 yılda nereden nereye geldiğimizin de kanıtı. Su çıkar-çıkmaz bilemem lakin köy için açılmış önceki birkaç kuyunun kuruduğunu, deprem ve sismik hareketlerle yer değiştirdiğini dinledim yerlisinden.

Abartacağım belki ama yakında rakıya koyacak su bulamayacağımızdan korktum.
Neyseki rakıya su hep vardı...

Sondajın nereye atılacağını ise, elinde çubuklarla su bulan kişi belirliyor. Ali Abi anlattı. Zaten su çıkması muhtemel yerde elinde "L" şeklinde iki çubukla dolaşıyor. Duruyor, dinliyor ve devam ediyor. Çubuklar titreşti mi, döndü mü bu sefer çubuğu farklı yüksekliklerde tutarak kaynağın kaç metre derinde olacağını tahmin ediyormuş. Nasıl bir sorunumuz olduğunda bir değil birkaç doktora görünmek isteriz, benzer bir sistem burada da çalışıyor. Öyle ya 80 metrede su var der, sondaj atılır su çıkmaz. Bedava değil. Para ne olursa olsun kıymetsiz değil. Güvenilir birinden teyid almak şartmış. Köyde bu sondajcıyla arası iyi olmayan, nemrut ama epey tecrübeli bir su bulucusu daha varmış. Kontrol etsin diye ona da gitmişler. Önce kabul etmemiş, ardından mırın kırın kabul etmiş.

Su olmayınca bisiklete de binilmiyor. Pazar alışverişlerine inemedim bir kaç kez.

Anlatılanın yalancısıyım, bizimki sondaj için işaretlenen yere geliyor, çubuklarını kullanıyor, dinliyor, titreşime bakıyor ve diyor ki "Bu noktadaki su sizin bulaşıklarınıza yetmez." Söyleniyor kendi kendine "Sizin gibi sondajcının..." Küfür kıyamet oraya yürüyor, buraya yürüyor. Duruyor, dinliyor... "Kazıklayacaklarmış sizi haberiniz yok!" diyerek durduğu yeri işaret ediyor. İşaret ettiği yer bizim verandadan görülebilen ve gece kurbağaların resital verdiği su birikintisinin 20-30 adım yanı. Demiş ki "55-70 ve 140 metrede üç su kaynağı var." Bunu nasıl biliyor, nasıl söyleyebiliyor bilmiyorum. Ali Abi'nin söylediğine göre tam da dediği gibi oluyor. Söylediği derinliklerde suya rastlanıyor. Hem de su fışkırarak çıkıyor. Kuyuya motor indirip, depoya tesisat çekildiğinde su sorunumuzun biteceğini müjdeledi günün sonunda. -Bu yazı tamamlanana dek birkaç problem ve fazladan birkaç susuz günün ardından suya kavuştuk. Artık savruk kullanım, sismik hareketler ve deprem gibi doğal nedenlerden azalmaz ise uzun süre idare edebileceğimiz kadar suyumuz varmış.-

2-3 gün karşımızda durdu ve kuyu açıldı.

Yaz boyunca depo taktırın nasihatini çok dinledik. Nasıl odun yazın alınıyorsa, su deposu da yağışların arttığı mevsimde alınır diye bir kural var. Ekonomik bir kural. Verilen nasihatlere zamanı geldiğinde uyacağız.

Şehirde bu problemleri çözmek daha kolay. Usta gerektiğinde çok hızlı bulursun. Sabah telefon açsan, depon akşama takılır. Bodrum'da bu söz konusu değil. Konuttan evvel oteller, ortak su depoları dururken tesisatçılar genelde sözlerini tutmuyorlar. Biz onları kovalayaduralım şehirde, şehrin çevresini saran su kaynakları bir bir kullanılır hale getirilir. Vazgeçilemeyecek bir konfor kendiliğinde oluşmaya başlar. Su gibi, doğalgaz, yollar, metro, alışveriş merkezleri, yeni tip konutlar kişinin hayatını kolaylaştırır. Fakat bir an gelir ki dertsizlik dert olur, kaçacak yer ararsın diyerek hikayeyi kendime bağlayayım. Yaşadığın yerin derdini dert edinmenin önemli olduğunu burada öğrendim ki susuzluk çok eski bir dert burada. Hep varmış. Sonra ben gelmişim, o gelmiş, hepsi gelmiş sorun derinleşmiş. Her insanın, kendini iyi hissedeceği yerde yaşaması hakkı. Lakin geldiğin yerdeki konforu aramak isyana sevk... Eskiden beri toplumlar verimli topraklarda, korunaklı limanlarda veya su kıyılarında oluşmuş. Nüfusun bu tip yerlerde artması doğal olarak kaçınılmaz. Fakat kontrolsüz, kaba bir çoğalma her şeyin dengesini bozuyor. Sanırım yarımada ve benzeri yerlerin başına gelen de bu. Tıpkı zamanında ve hatta hala İstanbul'un başına geldiği gibi.

Sifonu tıslaya patlaya doldurduğuna göre su gelmiş. Boynu bükük, susuz ve hüzünlü bitkilerimize bayram ettireyim önce. Güneşin yaktığı biberlerin acısını söndüreyim. Tozun konduğu verandaya su tutayım, ılık taşlar serinlesin. Ardından duşun altına gireyim, tüm dertlerim başımdan aşağı aksın azcık nefes alayım...

Yorumlar

  1. Selam
    Gecenlerde kizimla (18 yasinda) kapistik biraz, tüketme konusunda... Aslinda oda hakli, ben baska turlu alismadimki baba diyor... Dunyada gelismis ve ferah toplumlarda ver parayi al, kullan, normalmis, hakmis gibi yetistirdik cocuklarimizi. Benim yoktu valla, cocuklar rahat etsin misali... Soylediginiz gibi en azindan cocuklugumuzda bidonla su tasimisligimiz var bizim... Kana kana su icerdik mahalle cesmelerinden... Bu sunulmus iyi sandigimiz hayat sekli nereye kadar bilmiyorum...

    Alternatif olabilir diye yazayim, bahceye bi depo gommustuk bi zamanlar, gecekondunun catisindan gelen yagmur sularini toplardik, depo topraga gomulu oldugundan sicaklarda buharlasmazdi o su... Hafizam yaniltmiyorsa kullanim suyu olarak gidim gidim kullanirdik...

    Saglicakla kalin
    Bol bol selam, iyi bayramlar...

    Not: Ozlemle bekliyecegim bir sonraki yazinizi

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından