Toz zerresi

Güneşin iyiden iyiye sararttığı, boyu boyumla yarışan yaban otları, ne kadar geç kaldığımı söylediler bu sabah. Zira toprak ısınınca tohum kabul etmiyor. Kendi tohumunu ekmek varken fidan bul ki dikesin. Bununla da kalmıyor, Nisan'da yapılacaklar listesi elde duruyor hala. İki kıştır içi kurum dolmuş soba boruları hala sökülüp içine çuval basılmayı bekliyor. Evi boyatalım dedik olmadı bir türlü. Bahçeye, taşındığımızdan beri zaten bir yatırım yapamadık. Otunu yolduk, yine çıktı, yolduk, yorulduk. Bu sene hiç dokunamadık. Dedim ya boyumcalar diye... Bostan! Ne Mart'tan ne Nisan'dan hazır edip el sürdük. Şimdi elimde bir hortum, şu ekinsiz toprağı yumuşasın diye sularken sağa sola kaçışan böcekleri selamlıyorum.

Otlar yolu kapatmıştı, epey dokunamadık
Dün itibariyle her ne kadar geç kalsak da domates biber ekebildik

Elbette geçerli nedenlerim var zira bir önceki yazıda öngördüğüm üzere Nisan ayı da İstanbul'da geçti. Şubat, Mart ve Nisan arasına birer hafta Bodrum sıkıştırınca olmuyor, yetişemiyorsun hiçbir şeye. Mayıs'ta bir hafta da Gökova Turu'nda geçti. Kafa dağıttım. Bana iyi geliyor, bir sürü şeyden gerçekten uzaklaşabiliyorum bisiklet üstünde. Şimdi yine İstanbul biletleri cebimizde. 2 hafta kalıp, Duru'yu da alıp döneceğiz. Bu gelgitlerden başım döndü doğrusu.

Gökova Bisiklet Turu artık başlı başına bir gelenek benim için
Bisiklet üstünde çok düşünürüm. özellikle tırmanırken...
Yorgunluğu da güzel bir noktaya kurulan çadırda atarsın.
Akbük. Her yokuşun harika bir ödülü oluyor Gökova'da
Bu sene başka sürprizler de oldu tabi. Videosu yakında...

Gökova Turu'ndan sonra da bir haftalığına İstanbul'daydım. Toplantı varmış, ofisten aradılar, gittim. Böyle durumlarda gitmek bana zül gelmiyor. İş bu, orada olmak gerek. Bazen bundan mutsuzluk duyduğum düşünülür. Öyle ya akşam aranıp, ertesi gün İstanbul'da olmamın istenmesi buradaki kurgumu bozuyor. Şöyle açıklayayım; "İstanbul'a gel!" çağrısı bir hafta önce yapılınca, eve alışveriş yapmayı kesiyorum. Zira dolapta çürümeye bırakılan her şeyi ekonomik bir kayıp olarak görüyorum. Boşaltılmış bir buzdolabıyla İstanbul'a gitmek içimi rahatlatıyor. Gitmeden giyeceğim kıyafetleri yıkayabiliyor, kurutabiliyorum. Her ne kadar biletimi şirket karşılasa da bir hafta önce satın almakla, bir gece önceden almak arasında fiyat olarak büyük farklar doğabiliyor. Ne bileyim, bulaşık makinesinin çalıştırılması, yarı dolu çöpün atılması gibi küçük şeyler bile önemli hale geliyor. Yola çıkmadan evin köşe bucak süpürmek bile böcek popülasyonu üzerinde etkili bir silah. Tecrübeyle sabit, unutulmuş çöp, kirli bulaşıklar veya evi süpürmemek, dönüşte illaki kötü bir karşılama yapıyor. Bunu öğrenmiş olmak bile çok kıymetli...

Bodrum'a her dönüşte, pazar alışverişine dek ufak tefek şeyleri marketten karşılıyoruz.
Uçmayı eskisi kadar sevmiyorum. Havaalanı demek bir bardak bira anlamına geliyor artık.

Bu yıl İstanbul'a bu kadar sık gitmemin asıl nedeni işten daha çok babamın sağlık durumu elbette. Gerçekten ne kadar güçlü olduğunu verdiği savaştan izleyebiliyoruz. Kemoterapi çok yıpratıcı bir şey. Hali hazırda artık immünoterapi alıyor alsa da vücudu her şeyiyle yıkan bir zehri atmak kolay değil. Mide bulantıları iştahını kesiyor. İlk zamanlara göre (ağrı, nefes darlığı vs.) daha iyi olsa da hızla kaybettiği kiloyu geri kazanmaya çalışıyor. Kolay olmadığını kendimden biliyorum. Üstelik bu durum güçten çalar. Buna rağmen yanında kaldığım o bir hafta boyunca her sabah erkenden kalkıp kahvaltımı hazır etti mesela. Arnavut inadı diye bir şey olduğuna gittikçe inanıyorum. Onu izlemek, yanında olmak bana ilham veriyor. Hayatımı nasıl ve neden değiştirdiğimi yeniden hatırlatıyor. Zira unutmak çok kolay...

Babam herşeye rağmen güçlü duruyor. Çok iyi savaşıyor. Bu savaşa devam edebilmesi için her desteği veriyoruz.

Zamanla unutuyorsun ama zamanın içinde kaybolmak da başka bir şey. Zamanın içinde yönünü iyiden iyiye kaybetmeye başlayan annemin yanında olmak için de gidiliyor İstanbul'a. Arka arkaya sorulan aynı sorulara aynı yanıtları sıkılmadan vererek bir endişeyi gidermek en önemli görevlerden. Her sabah, birkaç kere nereye gittiğimi, dönüp dönmeyeceğimi soran annemi rahatlatmadan çıkmıyorum. Bazen gençliğine dair sorular soruyorum mahsus. Bir şarkı mırıldanmasına yardım ediyorum hatırlayacağı. Böylece birlikte şarkı söylemiş oluyoruz birkaç kuple. İlacı, doktoru, kontrolleri ile hala babam ilgileniyor. Kardeşim çoğunlukla her ikisiyle de ilgileniyor ya iki kardeş elimizden geleni yapıyoruz. Annem ve babamın rahatsızlıkları bize bir şeyler söylüyor, onları okuyoruz diğer taraftan.

Annemin hatıraları, geçmişi, yaşamı yavaş yavaş siliniyor hafızasından

Bodrum'a taşımamız bu yüzden de bir tesadüf değil. Zamanında beni hasta eden şeyin ne olduğunu doğru okuyabildiğim için burada yaşıyorum. Ne iş yapıyor olursak olalım, başa çıkamadığımız en büyük düşmanımız stres. Hissetmiyor olsak bile sürekli bir gerginliğin kıskacında çalışıyor veya yaşıyoruz. Tasarımcıyım ve 25 yıldır reklam ajanslarında çalışıyorum. İşimi sevmekle birlikte inanarak yaptığım işlerin oranı %10'u geçmez. Yarın adı hatırlanmayacak markaların, hiçbir önemi olmayan ürünlerine dünyanın en önemli şeyiymiş gibi sunumlar hazırlamak, toplantılar yapmaktı beni hasta eden. Tabi bunu fark ettiğimde hastalanacağımı bilmiyordum. Ofiste sabahlamalar, revizyonlar, pizza siparişleri, üst üste içilen kolalar, kahve ve çaylar, uç uca eklenmiş sigaralar... Sanayi tipi, galvaniz havalandırmaların altında kim bilir ne bakterilere maruz kaldık. Bütün gün aynı floresan ışığın altında, zamanı sabitlemişçesine çalıştık durduk. Kah ofiste kaldık, sandalyede uyuduk, kah gecenin üçünde eve gidebildik. Sabahı geç kaldık diye az fırça da yemedik...

Bu fotografı "demir sazlık" diye kayıt etmiştim.
Bu küçük bisiklet İstanbul'da bana nefes aldıran tek şey.

Bu bile ne kadar ağır bir şey aslında. Başarının bu saçmalığın üzerine kurulmayacağını ağır bir bedelle ödedim nihayetinde. Trafiği, mesaiye yetiştim, geç kaldım stresi bir yana şehir de başlı başına ağır bir yük zaten. Betondan nefes alamadığın, göz göze gelemediğin, kafası önüne eğik, telefonlarında kaybolmuş insanların arasında çölde yaşıyormuşum adeta. Hani bir ormanda tek başına kalsan, rüzgar okşar başını, yağmur arkadaş olur, ağaca sarılırsın da iyiden iyiye yeşerir sana. Şehir öyle değil işte. Üzerime sürekli çimento dökülüyormuş gibi hissettim hep. Bir gün geldi ur oldu patlak verdi bedenimde. Bazen İstanbul'a gitmeyi sırf bu yüzden anlamlı buluyorum, bana neden, nelerden uzaklaştığımı hatırlattığı için. Bodrum'da yaşamaktan çok mutluyum. İyi ki de gelmişiz diye sıklıkla derim. Bunu şükürden sayıyorum. Keşke çok daha evvel taşınabilseymişiz efkarıyla rakı içmenin güzelliğini hiçbir şekilde tasvir edemem doğrusu.

3 Erik ve bir duble rakı yeter de artar bile...

Eş, dost, tanıdık artık "Bodrumlu" diye seslense de taşındığımızdan beri hiçbir zaman kendimi bu coğrafyanın yerlisinin yerine koymadım. Burada doğmuş birine ayıp etmiş sayarım kendimi. Ayrıca yaptıklarının binde birini yapmamışken adı artık Bodrum'la anılan Cevat Şakir ile kendimi aynı kefeye nasıl koyabilirim? Bu da ayıp olur. Üç buçuk yıldır hacmimi küçülterek başkasına ait bir alanı işgal etmemeye, buranın kimyasını ve daha da önemlisi sihrini bozmamaya özen gösterdim. Mümkün olsa havada asılı kalır, içeri süzülen ışıkla görünen toz zerresi denli küçük olmayı çok isterdim. Varın Bodrum'u ne kadar sevdiğimi buradan anlayın.

Şimdi şu boyumca otları temizleyemedim ya hani? Bir sürü yapılacak iş varken bir türlü el süremedim ya! İki adım öteye atamadığım odunlar, üretilememiş sardunyaya ve ortancalar, kaçırılmış sabah bisiklet turları, alınamamış sedir, onarılamamış duy, o akşam içilememiş bir duble rakı filan hepsi bende suçluluk uyandırıyor. Ya da şöyle söyleyeyim, tüm bu saydıklarımı yaparsam eğer yaşadığım bu coğrafya güzelleşecek diye hissediyorum. Güzelleşirse belki ben de artık Bodrumluyum deme hakkına sahip olurum. Bodrum'da herhangi bir evin cama vuran gün ışığında asılı bir toz zerresi olsam bile kabulüm...

Yorumlar

  1. Ne güzel yazmışsın. Son cümleni, herkesin bir kaç kez okuması dileğimle...

    YanıtlaSil
  2. Nefes alamadığınızı fark edip yeni bir nefes alanı açmışsınız ve yeniden hayata başlamışsınız Bodrum' da. Otları yolduktan sonra ot ilacı atarsanız aylarca çıkmaz otlar. Denemenizi tavsiye ederim. Ailenize şifalar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ilaç atmıyorum zira inekler için toplayanlar oluyor. yolmak bizim izin ayrı bir aktivite :) yorumunuz için çok teşekkür ederim...

      Sil
  3. Teşekkürler, her yazınız gitmeye biraz daha yaklaştırıyor gitmek isteyen ama gidemeyenleri. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bütün hayallerinizin gerçekleşmesi dileğimle, benden de sevgiler size :)

      Sil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Selam,
    Ilk is 2019 Gökova bisiklet turuna katilmak...
    Sonrasi gelecektir...
    Hafizam beni yaniltmiyorsa, yukaridaki resim Erhan Usta ile babasi olsa gerek... Kasap Erhan Usta rahmetli Baki Baba dan fenerlilik bayragi devraldi Bebek te ...
    Uzaklardan sevgilerle
    Saglicakla kalin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tura illa ki bekleriz. Erhan abinin yanındaki kişi babam. İkisinin dükkanı kapı komşusudur Bebek'te. :)

      Sil
  6. Selam, Offf, buyuk pot kirdik desenize, Yasar Amca yi tanimadik ...
    29 sene oldu Bebek'ten cikali, makul gorun...
    Sizi cok buyuk zevkle okuyorum...
    Kucak dolusu selam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sorun değil :) 29 seneden sonra pot kırmış sayılmazsınız...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından