Davulun sesi

"Kuru kaldık! demişti şoförün hemen yanındaki... Mesut "Aman abi o konuyu açma" diye devam etti. "Ot bitmedi ki hayvanları dışarı salayım, hep hazır yem hep hazır yem. Yeminle iflahım kurudu!" "Kuru kaldık!" diye tekrarladı Mesut'un hemen yanındaki... Beni zeytin dökmeye davet eden Bakkal "Zeytinler de küçük kaldı, yağış olmayınca" dedi, "Küçük kaldı!" diye tekrarladı bakkalın hemen yanındaki. Toprak suya doymayınca o meşhur Ege otları da bitmiyor bir türlü. Bu seferde "Aç kalıyoruz." dedi hemen yanımdaki. Mantar, çintar hak getire. Hak getirse de ederi yüklü, sofraya gelmez bir türlü. Badılcan bitmemiş, böber çıkmamış topraktan. İşte bunlar hep kuruluktan. "Kuruluktan" diye tekrarladı aynı kişi. Yani hayvanlar için neyse bize de o... Hep hazır, hep hazır yemek, nereye kadar böyle gider?... Billah iflahımız kuruyor. "Kuruduk valla" dedi şoförün yanındaki.

Ben böyle anlatınca "sahiden Bodrum'da mı yaşıyorsun?" diye sorulur bazen. Güzel soru... Ki hemen başta söyleyeyim doğru! Galiba Bodrum'da yaşamıyoruz. Zira merkeze gittiğimiz nadir zamanlarda "Ooo Cokalar şehre inmiş!" denli şakaları sık duyarız. Oysa şakanın yapıldığı yerle, ev kapımızın arası tam olarak 11.2 km. Bu mesafe, bizi bilinen Bodrum resminin dışında tutmaya yetiyor.

Yakaköy-Bodrum 11.2 km
Yakaköy denizden 7.4 km, en yakın marketten 4 km ve Yalıkavak'tan 10 km uzakta ve 180m rakımda. 

Yazdan 2 gün çalmış hafta sonunda, tur yapmayı ihmal etmedim. Kalabalıklaşmış Bodrum. Belli ki yazlıkçılar, ev arayan, yatırım yapmak isteyenler gelmişler. Nereden biliyorum? Bodrum'un artan trafiğinden ve trafikteki araç plakalarından. Şimdi ev açmak, tadilat, boya badana ve tabii inşaat yapmak için en güzel ve yasal dönem. Arada kaçamak yapıp hafta sonu Bodrum'un tadını çıkaralım diyenler de vardı ki onlar arasından iki arkadaşımla buluştuk biz de. Bebek'te, birlikte büyüdüğümüz Hakan, ailesiyle birlikte önümüzdeki sene Bodrum'a yerleşme planından bahsetti pazar akşamı. Bodrum'dan Amsterdam ve Kopenhag'a sevdiği arkadaşlarını henüz uğurlamış biri olarak Hakan'ın planına en az onun kadar sevindim. İnsan hayatı sevdikleriyle birlikte paylaşmak istiyor. Zaten daha önce 2 sene burada yaşamışlığı var ve ne istediğini çok iyi biliyor. İşini gücünü yoluna koymuş, uzaktan çalışılabilecek duruma gelmiş. Çocuklarının eğitimi ile ilgili kafalarındaki her sorunun cevabını da bulmuşlar. Sıra yaşayacakları yeri seçmeye gelmiş. "Burası..." Yakaköy'ü kastederek "... çok güzel ama ben hayatta yaşayamam. Merkezde yer bakıyoruz" deyince geçen sene benzer bir cümleyi Hülya'yı ziyarete gelen arkadaşının kurduğunu hatırladım. "Market elimin altında olmalı. Evden çıkınca denize girebilmeli, sosyal hayata karışabilmeliyim."

Hafta sonu çok özlediğimiz arkadaşlarımız ziyaretimize geldiler

Burada bir parantez açayım. Yanlış anlamaların önüne geçmek gerek. Herkesin hayatını tercihleri belirler. Büyük şehirden kaçanın, merkezi bir yerde yaşamak istemesi, elinin altında market araması ve bilumum şehir konforunu beraberinde taşıma arzusu gayet anlaşılır bir şey. Bununla ilgili kalem sallarken, bu anlayışı eleştirdiğim gibi bir anlam çıkmasını istemem. Demek istediğim, her hangi bir yerde yeni bir hayat kuracak veya kurmuş herkesin, bu işe neden kalkıştığını kendine ara sıra hatırlatması lazım. Bunu kendime sıklıkla hatırlatırım.

Örnek olsun diye tekrarlıyorum. "Yaz gelsiiiin", "Yağmur dursuuun!" isyanlarıyla sosyal medyayı süsleyenlerin hele güneye taşınmak gibi bir niyetleri varsa oturup baştan düşünmeleri gerekiyor. Benim kişisel endişem, yaşadığı yer için yağmur istemeyenin geldiği yer için de benzer dileklerde bulunması. Hafta boyunca yağan yağmur, isyanla çağırılan yazdan daha buyurgandır. Bunu yeniden öğrenmeye açık olmak gerek. Yaşadığımız her şeyin, her anın tadını çıkarmaktan bahsediyorum. Günlerce aralıksız yağan yağmur, elektrik kesintileri, doğalgazsız hayat, soğuk, yüksek faturalar hatta aksilikler, negatif şeyler vs candan bezdirici olabilir fakat bir o kadar da çok şey vaat ettiğini tecrübeyle sabit söyleyebiliyorum. Buralara gelen herkes için tek dileğim, kaçtığımız onca şeyin peşimizden gelip bizi burada tekrar bulmaması. Haliyle yaşadığımız yerin, kaçtığımız yere benzememesi. Çok şey istemiyorum sanırım... Kapa parantez.

Daha önce yazmıştım. Yakaköy'de, varsa denize sıfır otel soran, pansiyon önerisinde bulunmamı isteyen bir kaç kişi olmuştu. Yaşadığımız yerin Bodrum'da yıldızı parlayan yeni bir yer olduğu sıklıkla düşünülüyor. Bu sorular çok normal zira herkes gibi güzel şeyler paylaşmaya çalışıyorum. Çünkü burayı çok seviyorum. Hani paylaştığım fotoğrafsa iyisi, bir sosyal medya gönderisi ise sözüm nakış olsun. Bu düşüncenin istediğimden farklı bir algı oluşturduğu da kesin. Zira bir süredir, tanıdığım bir iki insanın tüm bu paylaşımları kendi mutsuzluklarına neden göstermeleri canımı oldukça sıktı. "Heybelerimi sebze meyve ile, ciğerlerimi temiz hava ile doldurdum..." gibi bir cümleyle mutsuz olacak kişiler olmadıklarını sanıyordum oysa... Neşenin, hayal kurmanın, sabah gözünü açtığında sevdiğin kişiye usulca günaydın demenin bir maliyeti yoktur. Altında bir bedel arayanın da mutlu olacağını düşünmüyorum. Hatırlarsanız kendimi sosyal medyadan kısıtlama yoluna gitmiştim. Bu konu ile ilgili destek dolu yorum ve mesajlar için teşekkür edeyim, zira can sıkıntımı içimden çekip aldılar. Pire için yorgan yakmaya gerek yokmuş.

Kimi mobilyalarımızı boyadık...
...ve kendimize renkli bir dünya yarattık. Hiç bir şey gökten zembille inmedi.
Hayatı kendine güzel kılmalı insan. Başkasına bakarak olmuyor.

Hep gündeme gelen şu "Hayat sana güzel" meselesine bir kez daha değinelim. Çünkü Bodrum'da yaşamanın tatille anılması da ayrı bir yanılgı. Bir haftalığına izin alıp tatil yapmak ile yaşamak farklı şeyler. Burada da geçinmek dolayısıyla çalışmak gerek ki benim çalıştığım yere ve müşterilerime karşı sorumluluklarım hala devam ediyor. Evde de olsa tıpkı İstanbul'daki gibi 9-18 arası çalışıyorum. Yapabileceğin en radikal değişiklik, bilgisayarı verandaya taşımak. Bu değişiklik bile zamanımızın çoğunu evde geçirdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. "Sahi Bodrum'da mı yaşıyorsunuz?" sorusunun devamında bir espri konusudur: "Sizi Siirt'te bir köy evine yerleştirsek sesiniz çıkmayacak!" Pek yanlış sayılmaz. Zira Bodrum'da yaşamak demek deniz demek. Balık tutmak, tekneyle açılmak, kıyısında yürümek demek. Bu denklemden 7.4 km uzak olmak da bizi çerçevenin dışında tutuyor. Şikayetçi miyiz? Hayır. Çünkü akışına bıraktığımız ve hayatın bizi getirdiği bu yeri seviyoruz. Tercihimiz zaten izole olmaktı. 7.4 km istediğimizde aşılamayacak bir mesafe değil.

Evin tek taşıtı. "Hayat sana güzel" diyenin kendi hayatında kabul edeceği bir şey değil.

Ayrıca bu konuda içim rahat. Zira rotayı Bodrum'a çevirmeden evvel, daha izole bir hayata, Selimiye'de yaşamaya hazırlanıyordum. Bilen bilir, "sıfıra yolculuk!" dediğim bir anlayışa tutunmuşumdur. Fakat bir geçiş olsun, yeni hayata alışalım, buraya kadar nasıl yavaş yavaş geldiysek sonrasına da aynı tempoda yürüyelim diyerek Bodrum'a taşındık. En son Hülya "Seninle dağ tepesinde de yaşarım." dediğinde çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Önemli bir eşiği el ele geçtik bana kalırsa.

Bu sıfıra yolculuk ne biraz ondan bahsedeyim. Günceyi takip edenler az buçuk bilirler. Çünkü her şey vazgeçerek başladı. Hala usul usul hayatımızdan bir şeyleri çıkarıyoruz. TV'nin ne kadar gereksiz bir şey olduğunu keşfetmek önemli bir başlangıç sayılabilir. Hayatınızdan 2 saat çalan bir dizinin ya da bir spor programının kuyruğunu bırakınca kendinize ayıracak saf bir zaman ortaya çıkıyor. Bana çok geziyorsun, bisiklet tepesinden inmiyorsun diyenlerle aynı 24 saate sahip olduğumuzu hatırlatıyorum. Aramızdaki tek fark zamanımı park yeri aramakla, az evvel dediğim gibi saatler süren TV programlarıyla harcamıyorum. Böyle olunca günüm 28 saate çıkıyor sayılabilir. 3 saatini trafiğe, akşam 2 saatini dizi izlemeye ayıran biri ise günü neredeyse 19 saat yaşıyor. İşte o aradaki fark bana Hülya ile baş başa kalmak, bisikletimle gezmek, rakı içmeye gitmek ve dostlarımı görmek için zaman kazandırıyor. Zaten asıl mesele hiç bir zaman para olmadı. Kazanılması gereken en önemli şey zaman... Bunu becerebilenler huzura bir adım daha yaklaşıyorlar bana göre. Hala, "İyi de parasız nasıl olacak?" sorusuyla yaklaşanlara kendi formülümü sunuyorum; gelirim artmıyorsa giderimi azaltırım. Zaten gereksiz şeylerden vazgeçmek bu formülü çalışır kılıyor.

Son bir kaç yıldır otel tatili yapmak yerine kamplı bisiklet turlarına katılıyorum.
Hem daha ekonomik hem daha maceralı.
Olmadı kendi turlarımızı yapıyoruz. Benzin yok, hava kirliliği yok, hareket var, sağlık var.
Zaman kalıyor, bazen de bir başıma geziyorum. Bu benim tercihim.
Tercihlerimden mutsuz olanlar için yapabilecek bir şeyim yok.
Tercihler hayatı değiştirir. Artık dostlarla beraber olmaya daha fazla vakit ayırabiliyoruz.
Kafa dengi, erken turlara imza atıyoruz. O saatte hayatta uyanamam diyene ısrar etmiyoruz.
Dostlar geliyor ağırlıyoruz.
Bazen biz bize takılıyoruz.
Büyüklerimizi de unutmuyoruz. Bunlar maliyeti olmayan şeyler.
Lakin çoğu zamanı başbaşa geçiriyoruz. Her yere ve herkese eşit mesafe koyan kalemizde.
Biz bu kadarız... Fazlasını da istemiyoruz zaten.

Arabasızlık sadece zaman kazandırmıyor. Taşınmadan hemen evvel Levent'teki ofisten Bebek'e yürürdüm akşamları. Bir kaç adımda milyarlık arabalar ardımda kalırdı. Yani hayatıma hareket geldi. Hareket sahiden de bereketmiş, aynı zamanda sıhhat de! Bugün Bodrum'un her bir köşesine bisikletle, minibüsle daha çetin şartlarda arkadaşlarımın yardımlarıyla gidebiliyorum. Aşağı yukarı 3-4 senedir arabasız bir hayatımız var ve şikayet etmiyoruz.

Üst baş Bodrum'da zaten mesele değil. Hayatınız şort, terlik, t-shirt ve kazakla geçiyor. Geçen Mayıs evleniyoruz diye üzerime düzgün bir iki şey almak dışında kendim için alışveriş yapmayalı çok oldu. Londra'ya gitmeden evvel hiç kot pantolonumun kalmadığını gören Hülya'nın bana aldığını saymaz isek kendime aldığım son şey yine Londra'dan aldığım bisiklet şapkası oldu. Resmi bir yerde, düğünde, davette üzerime giyeceğim hiç bir şeyim yok. Bunu övünmek için değil, tercihimi tekrarlamak üzere yazıyorum. Sıfıra yolculukla alakalı yani.

Her şeyi ekonomi ile hizalayanlara da bir parantez açayım ki eksik kalmasın. Yukarıda ucundan değindim. Asıl mutsuzlar her şeyin altında bedel arayanlar dolayısıyla başkasının neşesinden, mutluluğundan, huzursuz olanlar. Bizim özelimizde bakılan fotoğrafta yüzüm gülüyor, elimde bir rakı kadehi ve karşımda gözlerimin içine aşkla bakan bir kadın var. Hafif bir rüzgar, turkuaza renkli ahşap pergolaya asılı renkli bayraklarımızı dalgalandırıyor. Kendi boyadığımız ahşap sandalyeler fotoğrafı iyice zenginleştirmiş. Masada bir çay tabağı içinde küçücük bir peynir parçası, 5 zeytin ve Hülya'nın elleriyle ektiği saksıdan 3 dal roka var. Kadraja bisikletim de bir yerinden dahil olmuş. İşten dönmüş alt komşum hal hatır soruyor. İçinde maddi zenginliğin olmadığı bir fotoğraftan bahsediyorum. Buna bakıp kendi zenginliğini göremiyorsan benim başka sözüm yok...

Anı diye atamadıklarımızdan da vazgeçtim mesela. Lazım olur diye alıp kullanmadıklarımızdan. Hepsini attım. Ne kuzenin aldığı fincan, ne patronun sana yazdığı teşekkür notu, ne Avrasya Maratonu’ndan kalan kararmış madalya... Üniversitede yapılmış çantalar dolusu çizim, tasarım, iş görüşmeleri için hazırlanmış sunum dosyaları, iş örnekleri, portföy... Hepsinden vazgeçtim. Oldukları yerde ve tarihlerde bıraktım. Buraya eşyalarımızı getiren nakliyeci, "Tek elimle indirebileceğim kadar az eşyanız var" diyerek şaşkınlığını anlatmıştı. O zaman bunun işe yaradığını iyice anladım.

Sadede geleyim. Bizim buradaki neşemizin, huzurumuzun, mutluluğumuzu kaynağı vazgeçmeyi becerebildiğimiz oranda özgürleştiğimizin farkına varmamız. Bu pek bir şey kolay değildi hala da değil. Çaba ve mücadele devam ediyor. Uzaktan nasıl göründüğünün hiç bir önemi yok. En azından izleyip mutsuz olana faydasız. Ne demiş Ludwig Mies Van Der Rohe "Less is more". Bilerek ya da bilmeyerek sorumlu olduğumuz ve dahi gereksiz çok şeyi çıkardık hayatımızdan. Sıfıra yolculuk bu anlayıştan türemiş bir fikir sadece. Ne kadar çıplak kalırsam o kadar mutlu olacağıma inandım hep. Bu inançla da yaşıyorum.

Alice'in harikalar dünyasında değiliz. Değil yaşadığımız 2,5 yıl en az son 10 yıldır bu ülkenin gündemiyle meşgulüz. Çoğu zaman boğazımıza yumruk gibi oturan gelişmeler yaşıyoruz. Elbette canımız sıkılıyor ve mutsuz oluyoruz. Kaçmak mümkün değil. Madem kaçamıyoruz, kendimize nefes alabileceğimiz bir dünya yaratmaya çalıştık. İçinde gül biten, ortanca açan, aşk dolu, her şeyden mesafe olarak bir parça uzak ama bisikletle varılabilen, yürünebilen, gezilebilen bir dünyadan yazıyor ve sesleniyorum. Tüm gayretim de burasının temiz kalması.

Yorumlar

  1. Sizin gibi kendi dünyasını ve mutluluğunu yaratabilenleri değil eleştirmek, onlara şapka çıkarmak lazım.
    Gerçekten de yeni bir hayat sadece mekan değiştirmekle kurulmuyor. İnsan her şeyden önce kendini yenilemeli.
    Yazdıklarınızı zevkle okuyorum.
    ltg

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. isminizle hitap edemiyorum belki ama yorumunuz için teşekkürümü kabul ediniz.

      Sil
  2. Şahane ifade etmişsiniz.. İzninizle paylaşıyorum.. Nilüfer

    YanıtlaSil
  3. Çaparinin iğneleri gibi şimdiki zaman. O kadar renkli, iştah açıcı, çekici ve yalan! Ama bir balık gibi kapılıyoruz bu oltaya. Sonra kurtulabilmek için çırpınıyoruz. Böyle alıştık çünkü. Kanayacak elbet, ama bizi özgürleştirecek olan bu kandır, bu acıdır. Senin acını görerek güç topluyoruz. Ama yine de aklımız o cezbedici yemlerde. Belki çoğumuzun imrenişi bu acıyı yaşamaya cesaret edemeyişimizfir sevgili Ahmet. Kıskançlıklar bu yüzdendir. Alıştığımız bu medyatik hayat; sanal tatminler gerçek tatminleri ulaşılmaz kıldı. Neyse, çok saçmalamadan bitireyim; iyi ki varsın, cesaret edemediğimizi yaşadığın için teşekkürler, sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. estafurullah, ne saçmalaması... harika bir özet olmuş ağzımdan dökülmemişlerin yerine... çok teşekkürler.

      Sil
  4. Metropolden, minicik ama metrekaresi zıbırilyonlardan bile daha değerli bir yere geçişin safhaları. Çok net bir anlatım.. Alkışlıyorum..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Alkışınız için teşekkür ederim... Duydum buralardan :)

      Sil
  5. Sectiginiz yasam seklini cok uzun suredir istiyorum . Malesef sunulani yasiyoruz, kisirdongunun icinden cikmaya korktugumuz icin, kendimize bahaneler buluyoruz. Haldun Sevel (Ruzgar Baba) herseyi birakip Mavis te (teknesi - galiba ahsap 10m) yasamaya karar verince herkes sen delisin demis. Yazdiklarina gore dogaya yaklastikca butun hastaliklarindan kurtulmus. Tekrar tekrar tebrik ediyorum. Seciminiz kolay degil. Belki bir gun bisiklet seyahatlerinizden birinde Gokova da bize de ugrarsiniz. Saglicakla kalin. Gurbetteki eski bir Bebek liden kucak kucak selam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bebekli denince hemen dikkat kesiliyorum. Doğma büyüme bir Bebekli olarak bir ihtimal tanıyor bile olabilirim sizi. Gurbette neredesiniz bilmiyorum ama Gökova'daysanız kapı komşusu bile sayılabiliriz. Bisiklet ile gelirsem ki yolumuz oradan hep geçiyor, bir bardak su istemek üzere kapınızı çalmak beni çok mutlu eder...

      Sil
  6. Sevgili Coka, senin sağlığın ve huzurun her şeyden önde olmalı. İnsanların ne anladığı veya söylediğine takılma. Zor ama imrenilesi bir hayat yaşıyorsun. Seninleyiz.. ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arada neden buraya taşındığımı unutup, kafamı taktığım olmuyor değil :) Takmamam gerektiğini, yazarak kendime yeniden hatırlatıyorum. Yorumunuz için teşekkür ederim...

      Sil
  7. Less is more söyleminizi daha okumadan düşünüp satırlar sonra karşılaşmak tesadüf değil malumun ilanı aslında. Güzel ifade edilen duygular öğle yemeğime dostça eşlik etti, keyif aldım

    YanıtlaSil
  8. Bodrum'a yerleşmemize günler kala okuduklarımın içinde bana en gerçek gelen sizin yazınız oldu. Kafamda çılgın sorularla nette dolanıp dururken her şey bir anda daha ulaşılır ve anlaşılır bir hale dönüştü. Verdiğiniz tüm sınavlardan bende eşim ve kızımla başararak geçmek istiyorum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Size ve ailenize kolay gelsin diyorum :) Hoş gelin...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından