Pembe rota

Hayatımın en doğru kararlarından biri Bodrum'a taşınmaktı. Bu cesaret gerektiren karar öyle bir çırpıda alınmamış, on küsur yıla yayılan yatırımlar, vazgeçişler ve hazırlıkların sonucu çıkmıştı. Gemileri yakıp adım atmak bana göre değil, sabrımın meyvesini yemekten daha mutlu oluyorum.

Dışardan bakınca kolay gibi görünen bu yer değiştirmenin metaforuydu İstanbul'dan bisikletle gelmek. Tekrarının mümkün olmayacağı, geçen onlarca yılın her bir dilimine denk düşen, inişli çıkışlı bir yolculuktu o. Zaten tekrar etmeyi hiç düşünmedim. Fakat turdan sonra da bisikletten inmek istemedim. Çünkü fena halde hayata benziyordu. Bodrum'a kaçışımın zamanla, sakin yaşamla, denemekle, vazgeçmekle nasıl bir ilgisi varsa bisikletin de yeni yerler olduğu kadar kendini keşfetmekle, çocuklukla, tutkuyla vs bir ilişkisi vardı. Her pedalda geçmişi arka tekere sardığımı, ön tekerle geleceği karşıladığımı okumaya başladım. Üstelik yön vermek benim elimdeydi... Hayat ne kadar cömert olduğunu tuttuğum gidondan fısıldıyordu. Nasıl bırakabilir ki insan hayat bu kadar güzelken, bana anlatacak daha çok hikayesi varken...

Bodrum'a taşınıyordum ve aklıma bisikletle gitmek geldi.
O ilk turun tadı damağımda kalmıştı ki, bu turu yenileyelim diyen şahane insanlar çıktı.
Ondan sonra da bırakamadık tur işini.
Solo tur yapmak ilkinden beri içimde ukde idi.
Fakat bisiklete, yola ve kendime daha hakim olduğum bir döneme gelmesini bekledim.

Bir sabah kalktığımda ellerimin onunkine benzediğini gördüm. Makas tutan, saç tarayan, toprakla uğraşan, çiçek budayan, havada zarifçe süzülen güzel ellere dönüşmüştü. Sesim onun gibi çıkıyordu. Geceyi sabaha bağlayan o zaman diliminde, nasıl gerçekleştiğini, nedenini bilmediğim ve hep kaçındığım Makedonyalı adam olmuştum.

Hep Makedonya'dan göçtü bizimkiler derim de o göç ne menem bir şeydir 40 yaşımda merak ettim. Babamla...

Ahmet Coka olmakla, Yaşar Bey'in oğlu olmak arasındaki fark babamla arama koyduğum bir mesafe oldu hep. Bu mesafe bir kimlik kavgası olarak da tanımlanabilir zira ailemin her dediğini yapmayan biri olmakla gurur duymuşumdur. Hayatıma yön verecek kritik kavşaklarda inandığımı yapmaktan hiç pişman olmadım. Üniversite tercihim de, evliliğim de aileme rağmen atılmış adımlardı. Zaman zaman babamla ters düşsem bile bunu güzel bir ailenin serseri evladı olarak değil, babaannemin dediği gibi eninde sonunda mayası tutacak çocukları olarak söylüyorum. Bu da çok anormal bir şey olmasa gerek. Bu ters düşmelerin onu anlamaya çalışmamda yararı büyük. Demek ki o maya bende de tutmuş.

O sabah Hülya yanımda uyuyorken dönüşmüş ellerime baktım. Usul usul yaşlandığını izlerken babamın yerini almak belki de hayatın bir kuralı. Kaldı ki sinir bozan sabrım babamdan geliyor büyük ihtimal. Herkes Arnavut inadı der ama o işin gerçeği sabır olmalı. Lakin, Arnavut olmakla övünen bu kalabalık ailenin içinde büyüdüğümden olacak, hiçbir zaman dil, din, ırk şovenizmini sevmedim. Adımızı bile kendimiz seçemediğimizi düşünürsek, ister Arnavut ol, ister Türk övünülecek bir tarafı yok hiçbir şeyin. O yüzden illa bir etiketle tanımlanacaksam, Arnavut olamayan ve aile içinde kendini yalnız hisseden annem taraflı oldum. Yani sorana Edirneliydim.

Tetovo Pena Nehri ve Hamam

"Artık biraz da Makedonyalı ol yahu" dedim fısıltıyla. Yıllar önce babamın oğullarıyla beraber memlekete gitme hevesini kursağında bıraktığımı hatırladım. "Hadi atlayıp arabaya gidelim!" demişti. Sonra bir daha dedi "Bilet alın, oralara kaçalım. Size Tetovo'yu, doğduğum evi gezdireyim" diye. Bugün, kıvırdığım burnum kalbimi acıttı ellerime bakarken. Bu şansa kardeşim erişti. Ne iyi etti...

Kaldı ki insan sevdikleriyle birlikte bir şey yaptığı vakit daha mutlu oluyor.

Bu cümleyi kurmak için hayatınızdan büyük bir zamanı geride bırakabiliyorsunuz. Hani şu 20'li yaşlardan sonra "yeni sevdiklerinizle" birlikte olma arsızlığı gibi. Elbette bunun kötü bir yanı yok lakin üzerine bir 20 yıl daha koyduktan sonra "ilk sevdiklerinizle" yani ailenizle en son ne zaman beraber olduğunuzu hatırlayamıyorsunuz ne yazık ki. Kaç bayram önce bir aradaydınız? En son hangi yılbaşını birlikte geçirdiniz?... Kendi adıma bu soruların cevabını hatırlayamadığımı itiraf edebilirim.

Sonra aileye sana çok şey öğretecek yeni insanlar katılıyor. Onunla sıcak ilişkimin "hayır" diyebildiğim an başladığı yeğenim Deniz gibi. Oynamak için istediği tabletimi vermeyi kesin bir dille reddettikten sonra kartondan aptal maskeler yapmaya, resim çizmeye ve amca yeğen olmaya başladık. Kalbimde ona karşı koyamadığım şeyin, o red ile yeşerdiğinden eminim. Yüzüne oturmayan, göz delikleri bir türlü tutmayan maskeleri birlikte yaparken sevdik birbirimizi. Bayramda "Para da vercen mi amca?" diye öperken, tüm ailenin harçlığa boğduğu bu küçük Coka'ya, "bakalım ne yapacak?" diye verdiğim 1 TL ile çok mutlu oluşuyla zenginleştik. Şu an onu başka şeylerle denemek, bilmedikleriyle şaşırtmak çok eğlenceli geliyor bana. Birlikte bir şeyler yaptığımız vakit ikimiz de eğleniyoruz.

Bizim amca yağan ilişkimiz tabletten sonra derinleşti.

Benim de çocukluğum birlikte bir şeyler yapmaktan hoşlandığım insanların arasında geçti. Bebek'te 270-280 yıllık bir mahallede büyümek herkese nasip olmaz... Bir kere Kavafyan Konağı'nın kendisi 250 yıllık... Semtin ilk evi. Ondan evvel ayin yapılmak üzere denizden gelinen bir koymuş Bebek. Balıkçı köyüne dönüşmüş zamanla... Mahallenin içindeki Ermeni ve Rum kiliseleri, Fransız okulu, yetimhanesi... Lazarist Apartmanı, Ethem Bey, Albay Lütfü Akad, Emoş abla, Markela, Çetin, Metin, Kadriye yengem... Bu kadar rengin bulunduğu bir yerde büyümek beni elbetteki bir şeye dönüştürecekti. Bir kere her izledikten sonra sokakta cırtlak seslerle bağıran Tarzan'a dönüşen 14 çocuktan biriydim.

Çıkardığımız gürültümüzden rahatsız olduğunu düşündüğümüz ve korktuğumuz Reşat Amca'nın, yapacak onca yararlı şey varken, boklu mahallenin bir ucundan diğer ucuna koşuşumuza içerlediğini sonradan öğreniyoruz. İçimizden yakaladığını döveceğini sanarken, "mıknatıs" nedir biliyor musun? diye sormasından bir şey anlamadığımız yaşlar. Şimdi durup bakınca onlarla daha çok vakit geçirseydim diyorum. Iskaladıklarıma selam gönderiyorum. Fahri Amca, Reşat Amca, Mücellanım Teyze, Lütfü Albay, Madam Katina... Vakit buldukça her bayram Emoş Abla'ya gitmem biraz da bundandır sanırım.

İstanbul'a gittiğim son sefer bir yaz akşamı, Halil'le buluşup mahalleye uğradığımızda ellerinde büyüdüğümüz tatlı kadınları yıllar önce bıraktığımız köşede bulmuştuk. Fransız okulunun, cennet parçası bahçesinin köşesinde hem çay içer hem bize takılırlardı: "Oğlum inin azcık bisikletten, taşmanlarınız ezilecek" "Bak duyuyorlar mı hiç, çocuğunuz olmayacak!"

Bir kısmı da bir nedenden (çocuktum hiç bilemedim) memleketlerine döndüler. Şimdi teyze dediğime bakmayın ama biraz da Markela'nın elinde büyüdüm. Yani yarı annemdir o da. Yorgo Amca'dan harçlık almışlığımız var. Dimitri'nin pusetini beraber salladığımız Mihail'le yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Ama gün geldi hepsi Atina'ya gitti. Özlenmez mi şimdi çocukluğun kokan bu insanlar... Özlüyorum hem de kalbim parçalanırcasına.

Lakin hayat bana sürprizler yapmayı seviyor. Genelde de güzel sürprizler yaptı. Kötüsünden de dersler çıkarmayı bildim tabi. Baktı çocukluğumu özlüyorum, mesela bana ortaokuldan sınıf arkadaşımı geri verdi. Bari birbirinizi sevin dedi. Gözlerinin içine içine bu kadar derin ve sevgiyle bakan sevilmez mi? Sana bu kadar güzel gülümseyen birine gülümsenmez mi? Birlikte bir şey yapmaktan, bazen hiçbir şey yapmamaktan bu kadar mı zevk alınır?

Ortaokul sınıf arkadaşım, sevgilim, yoldaşım

Hülya öyle güzel uyuyordu ki izlemekten kendimi alamadım. Gülümsemesinin dudak kenarlarında bıraktığı ize dalıp gittim sonra. O iz bize pembe bir yol çiziyor. Bu koca gri dünyayı rengarenk kılıyor. Burada onunla yaşadığım için ne kadar şanslıyım dedim yine... Perdenin arasından dışarıya baktım gülümseyerek. Ne harika bir sabaha uyandım. Tazecik bulutlar turunculu pembeli süzülüyorlar. Onların peşine takılıp, bisiklete binmeli...

Adına Pembe Rota dediğim Üsküp-Atina Turu 2017 yılında..
Üzerinde ufak tefek revizyonlar olsa da rota kabaca böyle. Daha yolda 50 kere değişir.
1954 Balkan Göçü. Bu fotografı Kurtuluş Savaşı'ndan "fedakar analarımız" şeklinde lanse ediyorlar ama yanlış.
Babamların da bir noktadan sonra trenle geldiklerini anlattıklarından biliyorum.
Ama bu fotograf 89 Bulgaristan göçü büyük ihtimal
Balkan göçü bir çok koldan yapılmış. Bu fotografı Selanik kolu olarak buldum

Babamın Üsküp'ten mecburen göçmesine benzemese de ben de İstanbul'dan buraya yeni bir hayat için göçtüm. Lakin onu anlamam için onun izlerinden gitmem gerektiğini biliyorum. Tetovo'da hiç tanımadığım akrabalarım var babamın burnunda tüttüğü. Doğduğu ev duruyor hala. Çocukken ayaklarını soktuğu Pena nehri akmaya devam ediyor. Onu İstanbul'a getiren rotayı ben Atina'ya çevireceğim. Çünkü benim de bir yanım Atina'da... Bir ucu köklerime diğer ucu çocukluğuma uzanan bir köprü kurdum, tıpkı Hülya'nın dudağının yanındakine benzer. Geriye bu yola beraber çıkmak kalıyor en sevdiğinle, sevdiklerine...

Yorumlar

  1. Bilmemki bana da nasip olur mu bu Uskup-Atina isi !
    Yani ruyasi bile guzel... Acaba o kadar cesaretli olabilirmiyim 2017 de, gerci daha bir yildan fazla var ama kupon degil ki bu cesaret toplayalim. Insanin cocuklari olunca cok odevi var saniyor hatta sorumlu hissediyor kendisini ve secim yapmaktan ziyade sunulmussa yasiyor, halbuki annemiz babamiz nasil hayatlarinin yolunu cizdiyse bizde cizdik bir sekilde, eminim cocuklarimizda kendilerine bir gelecek cizecektir, eger ki onlara bir yesil agac birakabilmeyi basarirsak. - Mont sur Rolle den kucak kucak selam - Sakir - ... Not: Yaniliyor olabilirim, dukkan kucuk Bebek teydi hafizam beni yaniltmiyorsa, galiba Sinan abi vardi babanizin yaninda calisan.

    YanıtlaSil
  2. Birkaç gündür yazılarınızı okuyorum. Keyifle, gülümseyerek. Çok yakında, uzun yıllardır ilmek ilmek dokuduğumuz hayalimizi gerçekleştireceğiz biz de. İki küçük çocuğumuzla İstanbul keşmekeşine veda edeceğiz. Yepyeni bir sayfa açacağız. Yazılarınız, yaşadıklarınız, yol ayrımlarınız, çekinceleriniz bana yol gösterdi. Teşekkür ederim.

    İkinizi de yakından tanıyor, her sabah selamlaşıyormuşum hissine kapıldım yazıların en sonuncusunu da okurken. Sevginiz de, neşeniz de, azminiz de bitmesin dilerim.

    Yazıların devamını da bekliyorum. sevgiyle...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından