İstanbul-Bodrum

Bodrum'a bundan daha iyi girilemezdi. Tam da buraya seneler evvel at sırtında gelen Cevat Şakir'in Bodrum'u seyrettiği Yokuşbaşı'ndaydım. Günlerden Cumartesi'ydi ve sanırım saat biri biraz geçiyordu. Cevat Şakir'le aramızdaki tek fark benim bisiklet üzerinde olmamdan başka bir şey değildi. Ardından hiç düşünmeden, onun gibi bir müddet Bodrum'u seyrettim. Şu beyazlar yığını arasında gözlerim, kitabına sığdırdıklarını tek tek seçti. Tam da kaleye dalıp gitmişken, sırt ve dizimdeki ağrılar bedenimden süzülüp, ayağımın dibinden aktı, gitti. O sırada saat biri biraz daha geçiyordu.

Benimle buralara kadar gelen arkadaşlarımla bisikletlerimizi yokuşa saldık. Biz indikçe saat biri biraz daha geçti. Rüzgar, eğime teslim olmuş bizlerin yüzünü okşadı; saçlarımızı, üzerimizdeki kumaşları uçurdu. Geldiğimizi ilan eden tek şey, yorgun zillerimizin cılız şıngırtılarıydı. Günlerdir bizimle bitap düşmüş bir örnek formalarımız biraz da olsa merak uyandırmayı başardı. Caddeden, arabaların arasından, insanların önünden geçtik. Durup izleyenler, telefonuyla fotoğraf çekenler oldu. Sahiden Bodrum'a bundan daha iyi girilemezdi sanırım. Cevat Şakir bile bizi kıskanırdı diye düşündüm çocukça. Saat biri biraz daha geçerken 7 bisikletli iniverdik ilçenin meydanına.

Bu turun en önemli anısı, üzerinde tüm kahramanlarının imzalarının bulunduğu forma
Bu tur için ben Alp'i, Alp'te Alperen'i buldu ve hazırlıklar başladı
Turu sosyal medyada duyurunca, bissürü insan yol boyunca desteklerini esirgemediler

İstanbul'dan Bodrum'a bisiklet maceramız her ne kadar 8 gün sürdü desek de işin aslını bu günceyi takip edenler bilir. "Bozcaada'da yaşarım" dediğim günden bugüne 11 yıl geçmiş. Bu gerçekten çok uzun bir zaman. Lakin insanın içinde özgürce hareket edebileceği en makul süre aynı zamanda. Bir sene sonrası için plan yapanlara hep şaşırmışımdır. Çünkü hayat, tüm kararlılığınızı o ilk 1-2 sene içinde sınıyor. Kocaman dalgalarla dövülen bir kıyıda olduğunuzu düşünün. Çabucacık dağılıp kuma dönüşen hayallerden oluşan uzun bir kumsal yatar ayaklarınızın altında. Benim şansım sağlam bir sabrım ve İstanbul'dan gitmek gibi samimi bir niyetim vardı. 10 yılı aşkın süre boyunca bol bol değişen fikirler, dönülen yönler, kurulan yeni hayallere rağmen bu niyet hiç değişmedi. Yokuşbaşı'ndan aşağı göz yaşlarımla aktım... Yeni hayatıma merhaba derken saat biri biraz daha geçiyordu.

Bisikletin hayatıma girdiği Şubat ayından itibaren tura hazırlandım. Hem de ne hazırlanmak!

O kadar çok şeyi bir arada yaşadım ki hangisini anlatsam bilemiyordum. Gün gün yolculuğu da yazabilir, hatta sadece bana hissettirdiklerinden de bahsedebilirdim. Kilometreler geçtikçe tanıdığım kaynaştığım dostlarımdan da bahsedebilirdim. Onların bana sadece eşlik ettiklerini düşünmek eksik kalırdı. Çünkü aslında ben hepsiyle tamamladım. Daha önce, "yola çıkacak ekibin bir araya gelmesi mevsim geçişleri gibi olağan ve doğal oldu." diye yazmıştım. Bu yazıya özgü olarak tekrarlamam gerekirse, 8-9 ay evvel Bodrum'a bisikletle gitmeye karar verdiğimde ilk paylaştığım kişi -10'lu yaşlardan arkadaşım Alp- tereddüt etmeden bana katılacağını söylemişti. Gerisi zaten çorap söküğü gibi geldi. Alperen, bana bisikletimi satan ve tura katılan ikinci kişi oldu. Aramıza Edremit'te katılacak Emre de Alp'in arkadaşıydı ve onu da rakı sofrasında tanımış ve çok sevmiştim. Güncemi okuduğu Ağrı Dağı'ndan arayıp, tura dahil olmak isteyen Tafa'yı (Mustafa) ise tereddüt etmeden, hayatıma katılmış en güzel insanlardan biri olarak ilan ediyorum.

1. Gün Yenikapı-Bandırma 17 Ekim 2014, Cuma
İskelede arkadaşlarımın gelmesini beklerken içimde iki tedirginlik vardı. İlki, birkaç gündür lodosa dönen rüzgar ki bu bizi yolda yavaşlatırdı, ikincisi de sabah evden çıkarken epeyce yadırgadığım yüklü bisiklet. Yürürken dahi dengede tutmakta zorlandığım bir 17-18 kg ağırlık. Daha sonra ne hikmetse herkese uğrayan bir esenlik geldi ve gökyüzünü yalap şap süpüren lodosa kızmayı derhal bıraktım; yükü umursamaktan vazgeçtim. Birkaç fotoğraf çekip anın tadını çıkarırken önce Alp ve Alperen, ardından geminin kalkmasına yakın havaalanından gelirken bisikletinin lastiği patlayan Tafa geliverdi.

Hülya forma, yakakartları ve düdükleri koymam için bezden heybeler hazırladı.  
Yükü taşıyamama tedirginliğim Yenikapı'ya giderken yavaş yavaş kayboldu.
Feribot için saatimizin gelmesini beklerken
Artık geri dönüş yok


2. Gün Bandırma-Gönen-Yenice / 93 Km
Hava kararıyordu ve Yenice'ye daha 10 km vardı. Köyde kamp atabilir miyiz diye bakınırken, kahvenin bir köşesinde oturan amca, yüklü bisikletlerimizi işaret ederek soruverdi: Ne işiniz var bu Çingen tüfeği üzerinde?

Tafa, Alp, Ben ve Alperen ilk sürüş gününe çıkmadan hemen evvel

İstanbul'dan bisikletle Bodrum'a gitmeye karar verdiğimde arkadaşlarım da benzer bir tepki vermiş, "Deli misin? ", "Şaka yapıyorsun, inanmıyorum" gibisinden, birbirinin tıpkısı cümleler kurmuşlardı. 10'lu yaşlardan sonra bir daha bisiklete binmemiş birinin, 42 yaşında Bodrum'a iki teker üzerinde yolculuk planlaması olsa olsa delilikti.

Çeşitli şeyleri bahane edip, bir önceki günü tekrar ederek yaşamak da bana delice geliyordu ne zamandır. Bu çıldırtıcı tekrarı kamufle edecek kavramlar, sözler, ritüeller yaratıp onlara sarılmaksa pekala toplu histeri sayılabilir. Hazır Kasım ayına girmişken, tekrar edip duran "Kasım'da aşk başkadır" lakırdısı mutlu olmak için tutunduğumuz en saçma şeylere kocaman bir örnek bence. Dikkatle bakılınca basbayağı mutsuzluk aşılıyor. Her şeyi planlamak, ilmek ilmek örmek ve bir noktaya getirmek sabır ve emek işi. Eğer hayalleriniz varsa, hayatın eylem sevdiğini hatırlatmalıyım. Oturduğumuz yerden Merkür’e, evrene, karmaya, kuantuma enerji yollamakla veya dua etmekle pek bir şey olmuyor. "Kasımda aşk başkadır" nasıl safsataysa "İstemek başarmanın yarısıdır" da kendini kandırmanın daniskasıdır demek istiyorum. Ben de isteyip durdum, olmadı, ama ne zaman harekete geçtim hayatım renklendi.

İlk sürüş için uzun sayılabilecek (93 km) rotamıza, hatırı sayılır dolduruşlarla çıktık. Genelde gazla çalışan bir millet olduğumuz böylece ispatlanmış oldu. Tasarlamış olduğum formaları arkadaşlarımın üzerinde gördüğüm andan itibaren motive olmuştum. Hava çok güzeldi ve yolda adeta ışıldıyorduk. Gönen'e dek aldığımız yol düz, kendimizle baş başa kalabilecek denli sakindi. Bir ara kendi kendime sohbet bile ettim. Belki diğerleri de aynı şeyi yapıyordu. Her birimizin arasında açılan mesafeyi buna bağlıyorum.






Günün ikinci yarısında ise tırmanışlar ve tabi yorgunluklar başladı. Daha önce bir günde bu kadar uzun yol yapmadığımızdan zaman geçtikçe performansımız da düşüyordu. Gün kırıldıkça biz de kırıldık. Planladığımız zamanın gerisinde kaldıkça, adını koyduğumuz kurallarımıza daha ilk günden uyamayacağımızı anladık. Saat 17:00'de kamp atmamız gerekiyordu fakat Yenice'ye daha çok vardı.

Bandırma - Yenice / 93.4 km / 6:54:55 / 1.241m

10-12 km kala Karaköy Köyü'ne vardığımızda yanlış hatırlamıyorsam saat altıyı geçmişti. Yorgunduk ve köy kahvesinde soluklanıp orada kamp atıp atamayacağımızı sormak üzere durduk. Kahvenin bir köşesinde oturan amca, yüklü bisikletlerimizi işaret ederek soruverdi... "Ne işiniz var bu çingen tüfeği üzerinde?"

Okuduğum diğer tur güncelerinde her şey detaylandırılıyor.
Bizim de lastiğimiz patladı diyip konuyu kapatayım.
Köye kabul edilmeyişimizden hemen önce, bisikletim "Çingen Tüfee" adını alırken

Biraz sohbet ettikten sonra köyde kamp atmak isteğimizi, "köylüler misafir ağırlayamadı derler" diyerek geri çevirdiler. Misafir ağırlama heveslisi de görünmediklerinden, kibarca "gidin" diyorlardı. Böylece gece sürüş yapmayacağız kuralımızı da ilk günden çiğnemiş olduk. Yenice'ye vardığımızda kamp atacak bir yer bulmak için çok geçti. Biz de kendimizi Yenice Öğretmen Evi'ne attık.

3. Gün Yenice-Edremit / 62.8 Km
Beni güneye taşıyan 10 yıllık sürede, hayal kurmakla gerçekleştirmek arasındaki farka inanıldığı taktirde hayatın çok kolay olacağını öğrendim. Asla ve asla istediğinizi tam olarak vermiyor hayat. Sürprizlerine burun kıvırıp somurtacaksanız depresyon denen uydurma hastalığı keşfetmiş olabilirsiniz. Hayal ile gerçek arasındaki fark tam da yaşadığınız sürecin kendisi. Önemli olan niyet. Eğer kafayı başarı ile bozmuşlardansanız, hayalinize ne kadar yakın düştüğünüzle ilgilenmenizi öneririm. Takımının ikinci olmasını başarısızlık sayan taraftar veya sınavdan 95 aldığı için ağlayan öğrenci için hayat çok zor. Her şeyi yol söylüyor. Yola kulak vermek gerek.

Edremit'in tam tepesinde Altınoluk'a gidecek miyiz yoksa burada mı kalalım diye tartışırken, dün olduğu gibi hava iyice kararmıştı. Eğer turdan önce yaptığımız plana uyulursa daha 20-25 km yolumuz vardı. Plan gereği Altınoluk'ta, Alp'in kayınpederinin evinde kalıp, mangalımızı yakarak birkaç duble rakı ile tura çıkışımızın ilk resmi kutlamasını gerçekleştirecektik. Daha da önemlisi Alp, tur için sipariş ettiği kamerayı oradan teslim alacaktı. Genel eğilim Edremit'te kalmak olunca, ekibi misafir etmekten büyük mutluluk duyacağından emin olduğum Alp, biraz hayal kırıklığı yaşasa da çoğunluğu dinledi...

Sabah yola çıkmadan evvel fotograf çekmeye başladık. Yenice'den çıkıyoruz...
Arabayla geçerken göremeyeceğin yerler gördük.
Dinlenen Alperen
Su bulur muyuz acaba dediğimiz de sorduğumuz kişi gülmüştü. Burada her yer su...

Edremit'te kalmayı basitçe bedenlerimiz istedi aslında. Sabah etabı ve daha sonra tırmanılan Kaz Dağları bizi iyice hırpalamış, bir de öğleden sonra kuvvetlenen rüzgar hepimizi adam akıllı dövmüştü. Kendimizce 80-90 km yaparız demiştik ama yol kendi bildiğini okuyordu. Mesela sabah Yenice'den çıkar çıkmaz adına sabah ereksiyonu(!) dediğimiz %10 eğimli uzun bir rampaya çarptık. Bedenin de bir hafızası var sonuçta. Düne dair bütün yorgunluk, ağrı ve sızıları erkenden doğurdu. Sanıyorum Alp, tur boyunca ona eşlik edecek diz ağrısıyla burada tanışmış oldu. Günlerden pazar olunca, bölge insanının piknik, eğlence ve mantar toplamak üzere çevrede oluşu da trafik demekti. Özetle 63 km'lik yıpratıcı bir yolu geride bıraktığımızda hava iyice kararmıştı. Altınoluk'a gidelim gitmeyelim tartışmalarının baharat misali gerginliği süredursun, Alperen ucuz bir otel ayarlamıştı bile. Bir gün evvel bulduğu mola, yemek ve konaklama noktalarını da düşününce yavaş yavaş bu turun kaptanı olmaya başladığını gördüm. Hatta tur için söylenebilecek en güzel şeyi söylediği için bile bunu baştan hak ediyor olmalıydı ki yol ona bu görevi verdi: "Biz bir yere gitmiyoruz, kendimize geliyoruz."

Yenice - Edremit / 62.8 km / 5:25:55 / 1.495m

4. Gün Edremit-Sarımsaklı / 59.8 km
Turun başından beri oda arkadaşım olan Tafa'yı tanıdıkça onun naif, çıkıntısız ve sakin kişiliğini daha çok sevdim. Kim "bilmem kaç yaşından sonra dost bulunmaz" dediyse halt etmiş ki şu birkaç gün bana tam tersini gösterdi. Kendisi için bir dağ rehberi demem pek çok şeyi anlatmaya yeter aslında ama kurumsal dünyanın modern köleleri bizler için minik bir detayı eklemek isterim. Hayatında TV, facebook, twitter gibi şeyler yok. Çektiği fotoğrafları oraya buraya gönderen biri olarak çoğu kez mahçup olduğumu da itiraf etmeliyim. Çok hoş sohbet, kadirşinas ve en önemlisi ne anlatırsa anlatsın çocukça bir heyecana kapılıyor. Pek konuşkan olmadığını söylese de benimle uzun ve eğlenceli sohbetler yaptığı için çok mutluyum. Mesela tavla şakırtısının üzerinde yarattığı mutluluğu anlatırken bir fırsat bulsak da oynasak demiştim. Hatta bizi İzmir'den karşılayacak Levent Bey'den tavla getirmesini rica etmeyi bile düşündüm. Lakin aradığımız fırsat bizi Cunda'da bulacaktı.

Artık 5 kişiyiz. Tafa, Emre, Coka, Alperen ve Alp

Edremit'ten çıkarken artık 5 kişiydik. İşi gereği ilk iki gün aramızda olamayan Emre, İstanbul'dan bazı siparişlerimizi tamamlayarak sabah erkenden ekibe katıldı. Anne ve babası arabayla getirmişti Emre'yi, dolayısıyla Alp'in kamerasını almak için Altınoluk'a gidip gelmeleri kolay oldu. Bugün için rotamız Dikili diye gözüküyordu ama ilk iki günün ağır yorgunluğu ve bir gece önceki gerginliği gidermek için Ayvalık'a kadar dinlenme sürüşünde karar kıldık. Zaten yola çıkışımız neredeyse öğleni buldu. Yaklaşık 60 km'yi ilk kez hem bir takım gibi sürdük, hem de saat beş gibi hedefimize vardık.

Edremit - Sarımsaklı / 59.8 km / 3:51:23 / 303m

Ayvalık'a girişimizi Bodrum'a girişimizin küçük bir provası olarak görebilirim. Hatta öyle ki bizi bağırlarına bastılar desem abartmış olmam. Meydanda etrafımızı saran, fotoğrafımızı çeken ve sohbet edenlerle kendimi epey güçlü hissettim. Bizimle Sarımsaklı'ya kadar sürüş yapan bir amcanın yardımıyla geceliği 24 liraya oda bulduk. Kamp atmayı planlarken yine bir otelde kalacak olmak espri konusu oldu ama herkesin neşesi yerindeydi.

Ayvalık'ta etrafımızda toplanmalar başlıyor
Biz neredeysek bisikletler oraya çıktı
Sarımsaklı'da gün doğumu

Akşam için rakı planı yapmıştık lakin Cunda'dan Gül teyzemler arayıp beni yemeğe davet edince arkadaşlarımdan izin istedim. Onları ziyaret etmezsem ayıp olurdu. Ayvalık'ı hiç görmemiş Tafa da etrafı gezerim deyince birlikte şehre, oradan da Cunda Adası'na geçtik. Ona gidebileceği yerleri tarif edip birkaç saat sonra görüşmek üzere ayrıldık. Kendimi bir rakı masasında buldum (kaynanam seviyormuş). Uzun ve neşeli bir sohbet, balık, mezeler derken bu güzel gün ancak böyle bitebilir diye düşündüm. Kısa bir Cunda gezisi ve yemekten sonra Tafa, döneceğini haber vermek için aradığında onu da eve davet ettik. Zaten benim de yemeğim bitmek üzereydi. Böylece beraber dönebilirdik. Benim tersime Tafa kötü bir yerde, kötü bir yemek yemişti. Taş Kahve Gurme denen yeri gösterip buranın nesi bu kadar meşhur anlamadım deyince bir yanlışı düzeltmek üzere onu taş kahveye götürdüm. O hayranlıkla etrafa bakınırken ben tavlaya taşları dizmiştim bile. Şakır şakır zar attık, çat çut taş kırdık, kapılar aldık, iki daha iki dedik. İlk kez geldiği Cunda Taş Kahve'de pek çekişmeli ve heyecanlı bir oyunun ardından beni 5-4 yendiğinde diğerleri çoktan uyumuştu...

Düş se...

5. Gün Sarımsaklı-Aliağa / 101 Km
Ortaya çıkmak için o özel gecesini bekleyen Grappa, Emre tarafından masaya konduğunda gece epey ilerlemiş ve biz 5 kara taytlı adam koca bir hangarın ortasında yerimizi almıştık. Hepimize biraz biraz paylaştırdıktan sonra bilgi de verdi. İtalyanların rakısı da diyebiliriz diye özetledi gülerek. Emre güzel gülümseyen bir adam. Yüzüne baktığında çocukluğunu görebildiğim insanları hemen sevmişimdir. Ekibin en kocaman adamı gibi dursa da en kırılganı en hassası olduğunu düşündüm tanıdıkça. Uzun kısa tüm molalarımızda heybesinden çıkardığı kırmızı beyaz çubuklu havlusuyla kurulanmasından anlıyorum bunu. Sanki annesi tembihlemişçesine rüzgar içime işlemesin, hasta olmayayım diyerek büyük hareketlerle terini silerken, sırtını kime kurulatacağını düşündü durdu hep. Bana sürekli çok rampa var mı sormasını da hassalığına bir işaret olarak sayabilirim. Bu güzel ve iyi adamla da pedal bastığım için mutluyum. Dilerim ki nasıl hayal ediyorsa öyle yaşasın.

Sarımsaklı - Aliağa / 101.9 km / 5:42:34 / 443m
Sarımsaklı'dan yola çıkıyoruz. İstikamet Aliağa

Neden bir hangarda kaldığımıza gelince, bunu tamamen bugünkü performansımıza ve Tafa'nın açtığı bir telefona bağlamak mümkün. Hemen şöyle anlatayım: Sanırım gökyüzünün en mavi olduğu sabaha uyandım. Hava taptazeydi. Bu tazelik herkese sirayet etmiş olacak ki erkenciydik. İlk kez oyalanmadan yola çıktığımız gün olarak buraya not düşmeliyim. Çıkış fotografımızı çektikten sonra rotayı tartışacağımız börekçide kahvaltıya oturduk. Çünkü artık uyulacak bir rotamız yoktu. Mesela normal şartlarda dün gece Dikili'de olmamız gerekirken, gün itibariyle öğlen yemeği yiyeceğimiz bir mola noktasına dönüştü. Acaba 101 km yapar mıyız dediğimiz Aliağa'yı hedefe aldık ve eğer zamanı tutturabilirsek bizi Menderes'e atacak trene de yetişebilirdik. Tren alternatifi, bizi sosyal medyadan takip edenlerce getirilmişti. İzmir trafiği konusunda sıklıkla uyarılmıştık. Açıkçası hiçbirimizin trafiğe girmeye niyeti yoktu...

Dikili'de yemek molası
Yolda nar suyu molası
Turun en iyi performansını yaptığımız etap sayılabilir

Gün içinde biz de trenden farksızdık. Şakır şakır pedal basıyor, sırayla grubu çekiyorduk. Sanki yola ilk kez bu sabah çıkmışçasına güçlüydük. Hız ortalamamız 26 km'leri gösteriyordu ki bu, hedefe varmak açısından önemliydi. Dikili'de yemek için verdiğimiz molayı es geçmek istemem. Yine Alperen'in kaptanlığında güzel bir yere oturup karnımızı doyurduk. Performansımıza şapka çıkartan ve hatta birbirimizi şımartan övgüler yaptık. Yemekten sonra yerel basından biri meydanda fotograflarımızı çekti. Sorduğu birkaç soruyu yanıtladıktan sonra yollara düştük. Buraya ne kadar iyi olduğumuzu anlatmak üzere Macarca "hé nézd meg a kerékpárosok!" (hey bisikletlilere bak be!) yazmak istedim.

Konuşamayacak kadar yorulmuştuk.
Menderes'te kaldığımız hangar
Hemen soyunup dökünüp, yayıldık...

Aliağa'ya vardığımızda durum biraz değişse de 101 km'yi tamamladık. Gün gibi biz de kırılmıştık. Hatta kendi adıma takatimin kalmadığını, bisikletle birlikte devrildiğimi söyleyerek anlatabilirim. O kadar yorulmuştum ki ayağımı pedalın kilidinden bir türlü kurtaramadım... Tafa'nın açtığı telefon sayesinde arkadaşlarının Menderes'teki iş yerlerinde kalabileceğimizi öğrendik. Bu, günün ödülü oluverdi. Trene bindiğimizde ise her şey yüzümüzden net bir şekilde okunuyordu. Bitmiştik...

6. Gün Menderes-Kuşadası 63.5 km 22-10-2014
Bugüne gelene dek turun kaderini etkileyecek herhangi bir şey; ne bir kaza, ne bir hastalık, ne de mekanik bir arıza olmamıştı. Fakat üzerinde tartışmamız gereken ciddi bir durum oluşmak üzereydi. Biz daha Aliağa'da iken hem Türk hem Yunan hava tahmin sitelerine göre önümüzde önemli bir yağış ihtimali vardı. Aynı uyarıyı, bizi yakın zamanda karşılayacak ve araç desteği verecek Levent Bey de yapmıştı. Bir karar vermeliydik. Kimsede turu bitirmek gibi bir istek yoktu. Gerekirse yağış geçişini bekleriz gibi söylemler çıktıysa da her birimizin zamanla ilgili kısıtlamaları vardı. Mesela kendi adıma en geç pazar Bodrum'a girmeliydim. Eğer bu yağış söylendiği gibi şiddetli olup Cumartesi gününe dek sürecekse tur benim için bitmiş bile olabilirdi. Her şey bir yana, güvenliğimizi ve sağlığımızı düşünmeliydik. Yağmur yağana kadar devam kararı aldık.

Sabah Menderes'teki devasa hangarımızdan çıkarken yakalandığımız güçlü rüzgar Selçuk yönüne döndüğümüzde iyiden iyiye kuvvetlenmiş, sürüşü konforsuz hale getirmişti. Hava da bulutlanıyordu. Yola çıkmadan evvel yaptığımız kısa toplantıyla istikametimizi Kuşadası olarak belirlemiştik. Kısa bir telefon konuşmasıyla sabah Muğla'dan yola çıkacak Levent Bey'lerle öğle saatlerinde buluşmak üzere sözleştik. Günün ikinci yarısında artık bir takip aracımız olacaktı. Levent Bey'in yanında Gökova Bisiklet Turu'nda tanışıp, Yerküpe Turu'nda da beraber pedal bastığım Barış ve Bilge Kurt kardeşler de vardı. İşte benim hedefim, Kuşadası'ndan önce onlarla buluşmaktı ki geriye kalan yolu yüksüz özgürce tamamlayabilelim.

Menderes - Kuşadası / 63.5 km / 4:32:43 / 443m
O sabah yola çıkış fotografımızı böyle yapalım istedik

Selçuk-Kuşadası sapağında karşılaştığımız ve Haziran'dan beri yollarda olan gencecik bir Alman'ın bizi gördüğünde yaşadığı şaşkınlığı buraya not düşmeliyim. Üzerinde t-shirt, ayağında sandalet, birbirinden farklı iki pedalla Balkanları ve Türkiye'yi dolaşmış bu çocuk, ellerimizde telefonlar, ipadler, üzerimizde tura özel kıyafetler, kafada kameralar ve şık bisikletler görünce nutku tutuldu. Tabii biz de kendimizi sonradan görmeler gibi hissettik. Yapacak tek bir şey vardı: Kendimizle alay etmek. Biz de onu yaptık!

Levent Bey'ler bulutlar çoğalıp rüzgar şiddetini artırdığı anda adeta hızır gibi yetişmişlerdi. Yedek formamı Barış'a hediye ederek hepsine teşekkür ettim. Keşke Bilge ve Levent Bey'e de forma verebilseydim. Bu yine de hep beraber Bodrum'a gireceğimiz gerçeğini değiştirmiyordu. Artık 8 kişiydik. 7 bisiklet ve bir araç...

Alperen'in ayarladığı Kuşadası Öğretmen Evi'nin 2. katındaki odanın balkonunda sigarasını keyifle tüttüren Tafa, muzır bir çocuk gibi "Çadırları odada mı kursak?" diye soruverdi. Gülüştük. Hemen karşımızdaki Türkü Evi'nden yükselen müziği dinledik. Tabelası üzerindeki komik sloganları okuyup okuyup kıkırdadık. Yemekten sonra “şu yağmur da inemedi bir türlü” diye diye gözlerimiz kapandı. Meğer bizim mışıl mışıl uyumamızı beklermiş. Yağıp geçmiş...

7. Gün Kuşadası-Güzelçamlı 30 km 23-10-2014
Gün nasıl başlarsa öyle devam eder denir ya, daha Kuşadası'ndan çıkarken basiretsizliğimiz mi tuttu nedir, yanlış yollara saptık, iyiden iyiye dağılıp birbirimizi kaybettik. Belki de Güzelçamlı'da konaklayacağımız yer de sabahki dağılmanın bir yansımasıydı. Yazın kampçıların doldurduğu tesisin, derin yalnızlık ve terkedilmişlik duygusu kendini öyle keskin hissettirdi ki bir an çok üşüdüm. Hayret verici bir biçimde birbirimize benzediğimiz bungalovun karşısında, elimde eşyalarımla kalakaldım. Derme çatma ve dahi domates kasasından bozma, eğri büğrü küçük bir kulübecikti. Belli ki bu gece kendi içimde uyuyacaktım.

Kuşadası - Güzelçamlı / 30.4 km / 2:10:13 / 276m
Artık 8 kişiyiz! Emre, Alp, Barış, Tafa, Coka, Alperen, Levent ve Bilge
Kısa sürüş öncesi son hazırlıklar

Kuşadası'ndan buraya sadece 30 km sürmüştük. Geride kalan 7 günün bedenimize işlediği ağrıları burada bir yerlere bırakmaya sözleşmiştik sanki. Arkadaşlarımın her biri tek tek, döküldü dökülecek o kulübelere dönüştü. O ahşap tek göz odalar da bir sonraki gün pedal basmayacağımızı sessiz bir kararla mühürlediler. Ama bundan hiçbirimizin haberi olmadı. Çünkü o sırada havadaki bulutlara ve kuvvetlenen rüzgara aldırmadan kendimizi suya bırakmıştık. Tüm tutuklarımızı, ağrı ve kramplarımızı koyun yalnızlığına bıraktık. Güneş de yavaş yavaş bulutların arasından veda ettiğinde artık iyice yalnızdık.


Güzelçamlı'ya girerken hava iyice kapadı.

Güzelçamlı Lazoğlu Kamping

Akşam ki salata için okey taşlarını ojelerle boyadık

Daha önce hiç görmediğim bir gün batımına kadeh kaldırdım.
Mutfakta birileri mi var?


Yağmur yağmadan evvel, her birimiz kendi içine kıvrılıp uyumadan önce, Alperen birbirini taşımaktan yorulmuş tahta sığınağına girmezden önce, Barış inadına kurduğu çadırının içinde, çakır keyif bir çığlık atmadan, Alp bezden tabutunda uykusunu kaçırmadan hemen önce bardaklara tek tek gökyüzünden bulutlar kondu. Üzerine buz kondu. Masaya mezeler, salatalar kondu. Çatallar ve bıçaklar tek tek tabakların yanına kondu. Mangal yanıyordu, balıklar da mangala kondu. Üzerimize koyu bir gece kondu. Arka plana müzik, yüzümüze de gülümseme kondu. Bu tam da güzel bir kutlama oldu...

8. Gün Güzelçamlı-Milas
Duşun altında bir müddet bekledim. İstanbul'dan uzaklaştıkça kendimi daha iyi hissettiğimi fark ettim. Tüm bu ağrılar, yollar, inişler çıkışlar tek tek göğsüme tutturulmuş küçük madalyalar gibiydi. Hepsini gururla taşıyacağım. Şu ana kadar aldığımız yolla kafam o kadar boşalmıştı ki artık hangi gün, hangi zaman ve nerede olduğumuzun bir önemi yoktu. Ta ki duştan çıkıp Tafa'nın yüzündeki üzüntüyü görene kadar. Birden son 50 km kaldığını ve turun yarın biteceğini hatırladım.

Şaka maka tur neredeyse bitmişti. Daha yola çıkarken, en başında duyduğum tedirginlik yerini nasıl bir esenliğe bıraktıysa, şimdi de hüzünle yer değiştiriyordu. Arkadaşlarımın durgun ve suskun olmalarından benzer duygulara kapıldıklarını düşündüm. Suni ışıklarla aydınlanmış lobide öylece oturduk bir müddet. Arka arkaya birkaç çay yuvarladık. Az evvel Milas'ı döven yağmuru işaret edip kesin yakalanacaktık diye mırıldandık. Ve sonra yemek yemek üzere Milas'ın kazılmış ve iyice çamura dönmüş sokaklarına daldık. Milas da çok üzgündü.

Tur boyunca sadece Güzelçamlı'da çadır atılabildi!
Sabah Güzelçamlı'da yürüyüş yapan Barış'ın çektiği bir kareyi buraya koymak istedim. Hava Pırıl pırıl...

Başta tüm bu durgun, isteksiz, iştahsız halimiz Güzelçamlı'da geçirdiğimiz yarım günle alakalı sandım. Çünkü sabah yataklarımızdan tutulmuş kalkmıştık. Alp uyuyamamış; Bilge, abisinin çığlık atacağı konusunda haklı çıkmıştı. Adı geçmişken anlatılanlardan, Bilge'nin kendi içinde ağır bir Denizli sıkıntısı taşıdığına inandığımı söylemeliyim. Zaten abisine "Hadi atlayıp bisikletle bir yerlere gidelim" diyen de o oluyormuş genelde. "Gidelim ama aynı gün dönülemesin." Bu koca adam bana kalırsa içindeki Denizli sıkıntısından ayrı olarak, şiirsel bir zarafet de barındırıyor Öyle ki O'nun bu zarafetini, turun bayrağı olarak dalgalandırmayı isterdim.

Bugün bizim kadar yorgun bisikletlerimize sürpriz yaptık.
Bilge, aracın doğru yüklenip yüklenmediğini teftiş ediyor.

Ne diyordum, Güzelçamlı'da yataklarımızdan tutulmuş kalktık. Kamp alanında hissettiğimiz derin yalnızlığı kahvaltılık almak üzere gittiğimiz belde merkezinde de gördük. Mesela fırıncının, aldığımız onca ekmeğe rağmen pide, olmadı simit satmakta anlaşılmaz ısrarını görünce Bilge, "yaz esnafının sonbahar çaresizliği" diyerek açıkladı durumu. Kahvaltı da epey gülüştük bu benzetmeye. Madem bugün bisiklet sürmeyecektik Dilek Yarımadası’ndaki milli parkta yürüyüş planladık. Fakat kahvaltıdan sonra sağa sola yayılınca kimseyi toparlamak mümkün olmadı. Hepimiz kemikleri alınmışçasına bırakıldığımız yerde kalmıştık adeta. Kıpırdayamıyorduk. Belki aracımız olduğunu bilmenin getirdiği bir rehavet de olabilir. Çünkü eğer sürmeyeceksek, Milas'a araçla geçer ve son 50 km'yi zinde bir şekilde tamamlarız diye konuşmuştuk. Üzerimizdeki iflah olmaz mıymıntılığın sebebi olma ihtimali pek uzak değildi...

100 km'lik Güzelçamlı-Milas yolunu bisikletler kasada ve bizler de sıkışık düzen aracın kabininde geçiverdik. Söke ovası boyunca pek az konuştuk. Güzelçamlı'dan bir bulut bizi takip etmeyi sürdürdü. Arada çiseleyip varlığını hissettirdi. Milas'a yaklaştıkça bacaklarımız, kollarımız uyuştu, konuşmalarımız azaldı. Otele girer girmez şiddetli bir yağmur Milas'ı sildi süpürdü...

9. Gün Milas-Bodrum
Tur öncesi ve sırasında fikir ayrılığına düştüğüm tek kişi Alp olunca arkadaşlığımızın daha önce hiç sınanmamış olduğunu fark ettim. Yol boyunca ara ara birbirimize söyledik zaten. Büyük bir açık yüreklilikle söyleyebilirim ki böyle bir sınava ihtiyacımız da varmış hani. Bunu hem ikimize bir eleştiri getirmek hem de olan bitenin farkına varma becerimizi alkışlamak için yazıyorum. Çuvaldızı kendime batırarak şimdi oturup düşününce görüyorum ki Alp'in bu yolculuğa yüklediği anlam ve inandığı ruhu bencilce görmezden gelmişim. Eminim o da benim bu tura çok büyük anlamlar yüklemediğimi fark etmiştir. Benim inancım şairin dediğiyle aynıdır "kuşlar ölür, sen uçuşu hatırla..."

Son fotoğrafımızı çektiğimizde hepimizin neşesi yerindeydi. Bir gün ara vermiş olmanın verdiği zindelik de cabası. Yol boyunca birbirimize yaptığımız espirilere yenilerini ekleyerek, tıpkı ilk günkü gibi bir gazla pedala bastık. Yine tren gibiydik ve şakır şakır ilerliyorduk. Rampaları eze eze çıkıp, inişlerde kanatlanıyorduk. Hava çok güzeldi ve tur boyunca bize yolu hep açık tutmuştu. İzmir'den beri uyarısı yapılan yağışlar mı bizi, biz mi yağışları ıskaladık bilemiyorum. Genelde uykumuzda döküverdi yükünü sabaha bir şey fark etmedik.

Milas - Bodrum / 57 km / 3:12:18 / 808m

Milas'tan çıkarken turun son toplu fotografı

Bodrum'a doğru...

Bu yolculuğun bir başka kahramanı, 9. kişisi, bir akşam evvel İstanbul'dan otobüse binmişti bile. Biz yola çıktığımızda o çoktan Bodrum'a varmış olmalıydı. Dolayısıyla sadece Bodrum'a değil, yoluma, yoldaşıma da kavuşacaktım. Bodrum 48, 32, 30, 10... Tabelalar peşi sıra geçti yanımızdan. Sonra birden arkadaşlarım sözleşmişçesine beni öne aldılar. Belki biraz göz yaşı dökmeme müsaade ettiler. Güneş gözlüklerimin ardında yaşadım ne yaşadıysam.

Bodrum'a bundan daha iyi girilemezdi. Tam da, buraya seneler evvel at sırtında gelen Cevat Şakir'in Bodrum'u seyrettiği Yokuşbaşı'ndaydım. Günlerden Cumartesi'ydi ve sanırım saat biri biraz geçiyordu. Önümde Bodrum, aklımda Hülya ve iki paket lastiğim vardı. Akşam ona benimle evlen diyecektim...

Kavuşma anı.
Hoş geldik...

... ve tur bitti



Akşama gidip Mahmut Kaptan'a çöktük. Hepimizin keyfi yerindeydi.
Evlilik teklifi paket lastikleriyle yapıldı, güzel de oldu.


Alper abi söylüyor: Uçarım, öperim...
İstanbul-Bodrum yolculuğumu asıl başlatan Serdar Benli'ye sonsuz teşekkürler.

Yorumlar

  1. ayyy çok duygusal:)gözyaşlarım eşliğinde okudum. Yeni hayatınız çok güzel olsun umarım. Sevgilerr

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. güzel dileklerin için çok teşekkür ederim pelin!!!

      Sil
  2. Ne desem bilemedim... Çok güzel bir final oldu, yoksa başlangıç mı demeliyim? Sevgiler, Candan

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1 aylık bir gecikmeyle bloğuma geri döndüğümden yorumunuza ancak teşekkür edebiliyorum. bu gecikme sayesinde geçen süreye bakıp sorunuzu daha keskin bir netlikle cevaplayabilirim. evet gerçekten harika bir başlangıç oldu... bunun yazısı da yakında blogta olacak... çok teşekkür ederim...

      Sil
  3. ''Hadi Ben Kaçtım'' cümlesini gördüğüm ilk günden beri, Kaçış Planı'nın mutluluk ve başarıyla sonuçlanacağından adım gibi emindim, sevgili Coka.
    An itibariyle de, bu plana adım adım şahitlik etmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum, gözyaşları içinde :)
    Tüm kalbimle dilerim ki, mutlu olun!
    Çok mutlu; alabildiğince, olabildiğince mutlu...
    Bi' gün, bi' rakı sofrasında mutluluğunuza kadeh kaldırabilmemiz dileğimle.
    Sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. biraz gecikmeli de olsa güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. eğer mevzu rakı ise elbette ki kaldırılacak kadehler de olacaktır. görüşmek üzere diyelim o zaman :) sevgiler...

      Sil
  4. Yazının sonlarına doğru duygulandım.Hayalini kurduğunuz yerde sevdiklerinizle mutlu bir yaşam dileklerimle...
    Darısı benim gibilerin de Bodrum hayalni gerçekleştirmesi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sizin hayallerinizin de gerçekleşeceğine adım gibi eminim. bunu bir tohumun bitkiye dönüşmesine benzetiyorum. kimi tohumdan çıkar çıkmaz toprağın üstüne uzatır ya boynunu... kimi de topraktan çıkmadan önce köke gider, aşağıda serpilir. sanırım siz ikinci seçenekteki gibi bir yol izleyenlerdensiniz...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından