Kayıtlar

Ekim, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Cepten yenen bir Bodrum yazısı

Resim
Aslında bu yazı belki de yaşamayı hayal ettiğim yerden, Bodrum'dan yazılmalıydı. Hatta bir akşamüstü olması büyük ihtimaldi. İnce tül gibi gri bulutların üzerini örttüğü Yalıkavak'ta, annemin evinde camın önünde otururdum. Muhtemelen üst katta olurdum. Çünkü buradan manzara daha güzel. Yağmur başımın üstünden henüz geçmiş bile olabilir. Camlardaki damlacıkların içinden uzaklara baktığımı farz ediyorum. Ahşap asmakatın çıkardığı çıtırtılar bu derin sessizlikte çok daha güçlü ve peşisıra. Üşüme mevsimlerinin başları, dolayısıyla ev serince. Isınmak üzere dizlerime kondurduğum bilgisayarımın şarjı idare eder. Hemen yanı başında, içinde sadece sarı leblebi bulunan küçük beyaz seramik kase yarı yarıya dolu. Buzun tamamen eriyip seyrelttiği rakı dışarıdaki gri havadan farksız. Leblebi taze, rakı soğuk... Camın önünde oturup dışarıya bakmamın nedeni bir cümleye takılmak olabilir. Öyle ise bu çok fena... Çünkü az sonra kendimi kanepede, ellerimi dizlerimin arasına almış uyuklarken bula

Ortaya muhabbet olsun

Resim
Derinden gelen hüzünlü bir trompet sesi Galata'daki evin içine dolar; hafif bir esintinin peşinde, perdelerin arasında oyuna dalardı. İşte o zaman pencereye doğru birkaç adım atar, dışarıyı seyre dalardım. Gelen geçen, küfür eden, fotoğraf çeken, lokantaya giren, kerhaneden çıkan insanlar, su denli akar giderdi sokaklardan, zamana karışırlardı. Çıplak ayaklarımın altında ahşap çıtırtısı. Galata'da oturduğum evi özlüyorum Sokağı izleyebildiğim pencereye yürürken rabıtaların çıkardığı sesi de özledim. Avlu mutfak ve çevresi odalarla çevrili bu evde 2 sene çok çabuk geçti İbrahim Maalouf'un "Beirut"unu ne zaman dinlesem Galata geliyor aklıma. Bir nevi çentik atmak gibi bir şey sanırım. Ne bileyim, özlüyor, "biraz daha dursaydım yahu" diyorum zaman zaman. İnsanın istediği yerde yaşaması büyük nimet. Eve girmeden evvel Helvetia'da akşam yemeği yiyip, Güney'de bir bira içmek gibi basit bir program bile bana aitti. Hele Hülya ile isti

İçi seni, dışı beni yakar

Resim
Bazen oluyor. Bir ses, söz, renk ya da herhangi bir şey, cevabını aradığım kimi sorunun anahtarına dönüşebiliyor. Mesela masadaki bardağı elime aldığımda, onu vücuda getiren şeyin sadece cam veya içindeki su olmadığını, çevresini saran boşluğun da dikkate değecek denli rol oynadığını biliyor ve aslında o boşluğa ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Bu, bana Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdiğim ilk sene gördüğümüz Temel Sanat Eğitimi derslerini hatırlatıyor. O derslerde tasarımda boşluk-doluluk dengesini nasıl sağlayacağımızı öğrenmiştik. Dolayısıyla o dönem algı ve öğrenme üzerine çeşitli uygulamalarını da yaptığımız Gestalt Psikolojisi, bir tasarımcı olarak mesleğimin temellerini oluşturuyor. Burada Gestalt Kuramına uzun uzadıya girmeyeceğim ama mesleğimi, tasarlanan şeyin izleyende yaratacağı etkiyi (algıyı) yönetmek olarak tanımlayabilirim. Asıl niyetim bu boşluk-doluluk ilişkisini yaşadığım şehre uyarlamak. Gestalt'a göre bütün onu oluşturan parçaların toplamı değil,

Ekim'in biri

Resim
Ekim'in birinci günü yağmurla başladı. Yumuşak tıpırtıları duyarak uyandım. Yüzüme bir gülümseme kondu. Güzelce gerindim ve son kez esnedim. İlk yağmurla ortaya çıkan su kokusunu sevdiğimden, hemen bahçe kapısını açtım. İçeri hücum eden serinlik önce yüzüme çarptı sonra Hülya'nın boyadığı taşların arasına daldı. Ardından da su kokusunu duydum. Oh mis! Şu saatte bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar arasında havayı kim koklar bilmiyorum ama sonbahara resmi giriş artık tescillenmiş oldu. Bundan sonra gitgide gri bir İstanbul'a uyanacağım. Yağmur yağınca etrafa yayılan su kokusunu seviyorum. Böyle havalarda taksi bulmanın zor olduğunu unuttuğumdan, her zamankinden uzun, inceden ıslanarak ve gelecek taksiyi ilk çeviren kişi olma yarışında beklerken buldum kendimi. Bir çırpıda bekleyenler 4 kişi oluverdik. Hava yağmurlu olunca şehir kocaman bir kavgaya dönüşüyor. İstanbul'da taksiye ihtiyacın olduğunda bir tane bile bulamazsın. Kesin bilgi. İnşirah yokuşund