İstanbul'un karne günü

Tire'deki nikahın ardından, sabah döndüğümüz İstanbul'da kapkara bir gökyüzü karşıladı bizi. Hiç şaşırmadım. Her geri dönüşte illaki grilere bürünür bu şehir. Durduğum yerden bakınca ege ile arasında sert bir kontrast var demek pek abartı olmaz. Dolayısıyla bir gün uzaklaşmanın bile iyi geldiğini söyleyebilirim. Derin bir nefes aldım. Takvim okulların kapanacağı güne denk gelmemiş olsa bir kaç gün Bodrum'a kaçmayı bile düşünmüştüm.

Tire'de yağmur bulutları yerini berrak bir havaya bırakmıştı.
Duru, karne almasıyla birlikte günün geri kalanını kendine ait ilan edince ne yapabiliriz diye düşündük. Oysa Duru çoktan programını yapmıştı bile. Bizi bir dertten kurtardığı için mutlu oldum, çünkü çığlıkların yankılandığı okul koridorunda değil konuşmak, düşünmek bile imkansızdı. İlkokul öğretmenlerine buradan yüksek sabırlar diliyorum. Konumuza dönecek olursak, Duru'nun planına göre arkadaşı Zehra'nın annesi aranıp izin alınacak ve sinemaya gidilecekti. İzleyecekleri filmi bile seçmişlerdi.

Cevahir Alışveriş Merkezi'ne gidiverdik. Araya sıkıştırmak gerekirse, Duru ve yeğenim Deniz dışında beni AVM'ye sokacak başka bir kuvvet olmadığını söyleyebilirim. Ne yazık ki İstanbul'da sinema izlemek için AVM'lere gitmek zorunda bırakılıyoruz. Sadece sinemalar değil, oyun parkları, bowling salonları ve hatta lunaparklar bile bu soğuk mekanlarca yutuluyor. Çocukların eğlenmek, oyun oynamak için oraları tercih etmesine şaşırmamalı. Filmden evvel, aynı AVM içinde yer alan eğlence merkezine indiğimizde ise şehirde lunapark kaldı mı acaba diye düşündüm. Tek bildiğim Küçükçiftlik Park'ta idi ve orası da konser alanı olarak düzenlenince kaldırılmıştı. Bir de taksi şoförünün söylediğine göre Kağıthane'de varmış.

Bu kare bizlere nelerin reva görüldüğünün kanıtı gibi.
Bina İstanbul'daki lunaparkların hepsini yutmuş sanki.

2 saat kadar o oyun senin, bu stand benim koşturduktan sonra Duru ve Zehra filmi izlemek üzere salondaki yerlerini aldılar. Yanlarında olmamızı istememişlerdi. "Beraber takılmak" istiyorlardı. Eh artık bu yaşlar için kabul edilebilir şeyler bunlar. Sanırım Hülya da kızıyla ilgili yeni şeyler görmek ve öğrenmekten memnundu. Şaşkınlık ve sevinçle bana dönüp "Görüyor musun şunları?" "Beraber takılmak mı?" gibi kısa sorular sorup durdu. Duru sanki bir günde büyümüştü. Mısır ve kolalı içeceklerini de ellerine tutuşturup fuayeye çekildik. Bu süre zarfında özel işlerini halletmesi gerektiğinden Hülya yanımdan ayrılınca, salonun kapısını gören bir yerde oturdum.

Tekrar eden sesler, anonslar ve insan rabarbalarını dinledim. Şehirli insan için reva görülen bu soğuk duyguyu tattım. Kafamı çevirip baktığım hiç bir şeyden hoşlanmadım. Her yer beton, plastik ve çirkinliği ışıklarla makyajlanmaya çalışılmış, temas etmeyen yapay bir dünya. . İki saat boyunca (işlerini bitiren Hülya da sonlara doğru bana katıldı) oturduğum yerden gördüklerimi 3 dakikalık bir “hap” filme sıkıştırdım. Baştan söyleyeyim bünyeye iyi gelmiyor. Tire (Ege) nire, bura nire...

Yorumlar

  1. Bostancı gosteri merkezinin yanında ufak bir lunapark var. Not olarak iletmek istedim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bilgi için teşekkür ederim. siz söyleyince hayal mayal hatırladım ben de...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından