Olan biten

Sanılmasın ki atılan her adım doğru, karşılaşılan her problem kendinden emin tavırlarla çalımlanıyor. Bazen gerçekten büyük bazen de küçücük bir problem bütün kurguyu değiştiriveriyor. Ne yapacağını bilemediğin anlar dikiliveriyor önüne. Dalgalı bir denizde ilerlemek gibi hayal edilen yolda yürümek. Kaç kere değişti fikirler kaç kere yeniden çatıldı ben bile bilmiyorum. Otuzlu yaşların başında kaçıp kafa dinlenecek bir liman kuracakken, kırklara 3 kala göçüp gitmek oluverdi ana fikir. Hedefimin önünde bir engel mi var, hedefi değiştirdim ben de. Nehrin beni götürdüğü yere gittim hala da gidiyorum.

İstanbul'la bir derdim yok kartpostallardaki gibi hatırlandığı sürece. Apartmanın kapısından otoparka yürüdüğüm 100 metre boyunca, peşimden gelen arabalara yol vermek koyuyor sadece. Kaldırımlarında bile yürüyemediğim anasını sattığım şehir. Üstelik grisiyle, kasvetiyle de bir problemim yok ama insanların içi kararmış bir kere. O iç kararması, bir ofise kapanıp, hergün aynı şeyi yapmaktan olmasın sakın? Hem de para karşılığı! Yüzler asılacak diye, saat altıda çıkmaktan korkuyorsa, ne anlamı var çalışmanın! İşini kaybetme tedirginliğiyle yaşayanın kasvetini hangi güneş dağıtabilir ki? Yaza sıkıştırılmış 15 günlük izin mi deva olacak? Ne kadar kandırıkçı herşey! Deyin ki, yaşım geldiği üzere gidesim gelmiş. Varın bloğun adı "kaçmak" değil, adaşımın dediği gibi göçmek olsun yaptığım. Yoksa kimseden, hiç bir şeyden kaçtığım yok. Vapurundan martıya simit atmak olsa bu şehir, seve seve boğaz da olurum, martı da, simitçi, yolcu, çımacı da olurum. Hele akşamları, normalde 12 dk olan yolu 90 dk çekmesem, daha neler olurum kimbilir!

10 yaşına henüz basmış bir çocuk olsam bu şehirde sokakta oynamama izin verir mi otomobiller? Ne kadar bir alan tanınmış bana oyun oynayabileceğim? Mesela eve kapanmak da istemezdim, hem de bir ablanın refakatinde. Tamam 10 yaşındayım çakmazdım bunun bir oyalama olduğunu. Ama büyüdüğümün farkedilmemesine isyan ederdim ufaktan. Hayal gücümün, bana alınan oyuncaklarla sınırlandığını da anlamazdım tabi. Hiç çamurla oynamamış olurdum. Şu yere düşen yaprağın, daha hangi ağaca ait olduğunu bilmezdim. Okula yürüyerek gitmek varken, trafikte saatlerce tıkılı kaldığım serviste, çok çişim gelirdi de kimsenin umurunda olmazdı.

Bodrum'da bulutlar

Bu yazıyı bir kaç günlüğüne geldiğim ve fakat olmayı istediğim yerde tamamlıyorum. İnsanlar geçiyorlar güneşle aramdan. Oturduğum kafede Billy Holiday çalıyor. Bira biraz ısınmış. Garson telefonuyla oynuyor. Hülya bilgisayarını açmış, ofise gitmeden mesaisini tamamlıyor. Ekrana bakarken pek ciddi. Birasına dokunmamış. Üçüncü kez annemlerle karşılaştık mucizevi olarak. Kedinin teki bir şeyler istiyor. Buraya benimle birlikte gelen bulutlarım dağıldılar. Şimdi daha iyiyim...

Geriş, Yalıkavak 2012

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu da geçer Ya Hu

Ege kralı…

Bodrum’da 1 yılın ardından